Bir adam geliyordu kapalı gözlerinin önüne. Her göz kırpışında. Yalnız bir adam. Romandaki bütün adlar tek bir adama aitmiş gibi geliyordu Derda’ya. Turgut’lar, Selim’ler, herkes tek bir adammış gibi. İyilikten inşa edilmiş bir adam. Belki de cam kırıklarından. Belki de havadan inşa edilmiş. Sonra karanlık bir taşla çarpışıyordu. Binbir parçaya bölünüyordu adam. Belki de buharlaşıyordu. Her ne yaşadıysa karanlık bir taş olmuş ve adamı kum gibi ezmişti. Ya da buz gibi eritmiş, geriye de kitap kalmıştı. Kitap, Derda’nın anlamadığı her şeydi. Geriye kalanları iyi bilirdi. İnsanlardan geriye kalanlara mezar taşı denirdi. Göğsünün üstünde inip kalkan kitabın bir mezar taşı olduğuna inandı ve kırpmaktan vazgeçip gözlerini kapadı.