"Demişti ki şifacı kadın: Bir gün hayatının içine işleyen desenleri karardığında ve renkleri solduğunda, içindeki her şey dışarı çıkmak ister gibi seni sıktığında; bir bahar mevsimi toprağa hafifçe düşen yağmuru seyret, ölümü değil, dünyanın bir yerinde yeniden ve yeniden doğan yaşamı hatırla . Ve bir de bu sözlerimi."
Merhaba kitapseverler...
Şu hakikate her zaman inanmışımdır: yozlaşmış bir bürokratik düzen içinde dürüst bir insanın görev yapması zordur. Çünkü düzen onu yozlaşmaya zorlayacak, aksi hâlde kaçınılmaz bir şekilde kendi dışına atmanın çaresine bakacaktır.
Kutay Efendi'nin Reisülküttab görevinden azledilmesi süreci de tam olarak bu duruma tekabül ediyor aslında. Devlet-i Aliye'nin gerilemeye başladığı, bürokrasinin yozlaştığı bir ortamda salt görevini düzgün yaptığı için bilmeden de olsa feleğin tekerine çomak sokuyor Kutay Efendi. Ardından da görevden azil ve hapis....
Yazarın ifadesiyle, hayat o İnce ruhlu insanın, o masum fakat kırılgan yüreğini, bahara hazırlanan meyveler gibi budamıştı.
Hayatta hiç kimsesi olmayan o yalnız ruh, zindandan çıktığında ne yapacağını bilmez bir halde kendisini hiçliğin kucağında bulmuştur. Şimdi ne yapacak ya da nereye gidecektir?
İşte bu şartlar altında, sırlarla örülü gizemli bir yolculuğa çağırmıştı yazgısı onu. Bir merak, bir arayış, ama en çok da İnsiyaktı onu bu yolculuğa çıkaran. Öyle ki Garbın rüzgarlarını ardına alıp, yüzünü ışığa, güneşin doğduğu istikamete dönerek çıktığı bu mistik yolculukta, kendi yaşamı üzerinden bütün yaşamların, bütün kâinatın anlamını sorgulayarak, en başta da kendini arayacaktır. Zira "kendini bilmek , kainatı idrakin ilk adımıdır"
Peki çıktığı bu mistik yolculukta nerelere uğrayacak, yoldaki hangi işaretleri okuyacaktir? Düşlerine giren ve onu çağıran aşkı bulabilecek midir?
Yazgının kördüğümleri bir bir çözülecek midir? Bu yolculuğun Hızırla ve Hıdırellez ile bağı nedir?
Okuyucuyu düşünmeye sevk eden Felsefi sorgulamalar, düşle başlayıp hakikate inkılâp eden bir aşk, tasavvufi kavramların akıcı ve şiirsel bir dil içerisinde okuyucuya sunumu, harikukede kurgu ve sarsıcı final ile birlikte tadına doyulmaz bir eser ortaya çıkmış.
Felsefi, tasavvufi ve alegorik unsurlarla bezenmis harika bir roman okudum. Uzun süre etkisi altında kalacağım şüphesiz.
Yazarın aşkı ele alışı da gercekten basit ve yüzeysel bakışın çok ötesinde harikulade bir derinlikte. Aşkı bir okyanusa benzetirsek eğer, yüzeyde dolaşmaktan öte, deryanın derinine inmiş; okyanusa dökülen ırmakların kaynağına kadar çıkmış. Ve sonuçta aşk hakettiği yüceliğe erişmiş.
Son olarak şunu söylemeliyim: Finalde duygusal olarak sarsıldım, gözyaşlarima hakim olamadım. Tüm yolculuk boyunca yaşananlar (Heybetli ihtiyardan Asalı Seyyaha, Şeker Reisten Şifacı kadına, Cahit paşa dan söz tüccarına, en çok da Füruzana dair anilar) bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Hıdırellezde Kutay Efendi ile birlikte İznik gölü ufuklarında toprağa hafifçe düşen yağmurun altında geceyi idrak ettim. Ve nihayet Füruzan siyah gülle bakışırken Mevlana Celaleddin Rumi'nin gül kokan sözlerini idrak ettim: "Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle . Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla."
Ben kırık dökük kelimelerle daha fazla araya girmeyeyim,en iyisi siz okuyun ama mutlaka okuyun…Sevgili yazar kardeşimi gönülden tebrik ediyor ve kalemin hiç susmasın diyorum...