Gönderi

Schelling sanatı doğadaki yaratıcı etkinliğin karşılığı olarak görür. Öyle ki aynı zamanda yaratıcı tinin bilinçsiz bir şiiri olmak bakımından bir sanat eseri de olan doğa objelerin reel dünyasını oluştururken sanat da ideal dünyayı yaratmaktadır. Fakat bu ikisi arasında aşılmaz bir karşıtlık yoktur. Çünkü her ikisi de yaratan tinin kendini açmasıdır. Ancak sanat yapıtının oluşturduğu küçük kozmoz yaratıcı tinin kendini bilinçli bir biçimde açması olması bakımından doğadan ayrılmaktadır. Schelling’de temel niteliği eylemek olan ‘ben’ için yani bilinç için estetik etikten çok daha önemli bir yerdedir. Bunun sebebi de sanatın teorik ve pratik davranışı sentezleyerek varlık ve ‘ben’ arasındaki ayrımı ortadan kaldırabilmesidir. Sanatta zorunluluk ile özgürlük; bilinçli çalışma ile bilinçsiz davranış bir araya gelerek ‘ben’in kendisini ikisinin de özdeşliği (İdentitaet) olarak duymasını sağlar. Özetle Schelling’e geldiğimizde görürüz ki sanat insanın varlıkla özdeşleşmesinin yolu, yeri ve bizzat kendisi durumundadır: “Anlıksal sezginin genel kabul gören ve yadsınması imkânsız nesnelliği sanatın kendisidir. Çünkü estetik sezgi, nesnelleşmiş anlıksal sezgiden başka bir şey değildir. Sanat yapıtı sadece başka türlü hiçbir şey aracılığıyla yansıyamıyacak bir şeyi, yani egonun içinde kendisini çoktan bölmüş durumda olan mutlak özdeşliği benim için yansıtır.” Schel-ling için sanatçının da çok özel bir yeri vardır doğal olarak. Sanatçının kaderidir kendisinden daha üstün, kendisini sürükleyen, kendisi aracılığıyla ‘sonsuz’u yaratan bir kuvvet taşıması. Sanatçı işte içinde taşıdığı bu ‘kavranamaz’ kuvvet sayesinde ‘sonsuz’u somutlaştırabildiği; onu ‘sonlu bir şey’ olarak gösterebildiği sanat eserlerini meydana getirebilmektedir. Böylece sanatçı, Platonca söylersek, kopyalarının üzerine çıkarak ideaların kendilerini görüp yansıtmış olmaktadır. Bu ‘özlerin’ sanatçı tarafından görülerek sanatla ortaya konarak duyumsanabilir hale getirebilmesi imkânı sanatı doğanın üzerine çıkarmaktadır; çünkü idealar doğada hiçbir zaman sanat alanında olduğu gibi katışıksız bir biçimde bulunamazlar. Yani sanat ideaların gerçek tasvirleri olması bakımından doğanın hiçbir zaman olamadığı şeydir. Filozoflar da gerçeğin asılları olan ideaları dile getirmeye uğraştıklarından dolayı Schelling sanatı felsefe yapmanın yegâne aracı olarak ortaya koya-cak ve daha önce de değindiğimiz gibi Nietzsche gibi birçok filozofun bu konudaki düşüncelerini etkileyecektir; çünkü: “Sanat felse-fenin hem gerçek hem de kalıcı tek organonu ve belgesidir; felsefe-nin dışsal olarak temsil edemediği şeyi her zaman ve sürekli yeni biçimler içinde ortaya koyar… Bu yüzden sanat felsefeci için en yüksek yeri işgal eder, çünkü sanat ona adeta kutsalların kutsalını açar; demem o ki burada, asli bir birlik içinde, doğa ve tarihte kopuk olan şey ve düşüncede olduğu gibi hayatta ve eylemde de kendisinden kaçması gereken şey tek bir alevmiş gibi yanar.” Yani kısacası Schelling’e göre felsefecinin sadece düşüncede temsil edebi-leceği şeyi sanat gerçekleştirebilecek güce sahiptir ve bu yüzden şiirin içinden çıkmış olan bütün diğer bilimler gibi felsefe de “başlangıçta içinden çıktığı evrensel şiir okyanusuna” dönecektir. İşte Nietzsche, Heidegger ve Foucault gibi filozoflar da Schelling’in bu kehanetiyle örtüşecek biçimde felsefi söylemlerine sanatsal bir biçim vermeye girişeceklerdir. Lakin onlar sanatı belli bir yaşam biçimini haklı çıkaracak bir anlatı, mit yaratmak için bir araç olarak göreceklerdir.
Sayfa 327Kitabı okudu
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.