Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

479 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
32 günde okudu
Bu İnceleme Değil, Bir Yol Hikayesidir
Sıcaktı, bu kadar değil ama, henüz ateşler sarmamıştı dört bir yanı. Sadece ismi korkutucu başka bir kitaba başlıyorduk, başka bir klasiğe. Fazla bilinmeyen ama yine de modern edebiyatın en büyük klasiklerinden biri olduğu söylenen, her incelemede geçen üç cümlenin ikisinin kitabın zorluğu olduğu ve Ahmet Cemal’in 40 yılda çevirdiği, Dante’den sonra Vergillus’un en iyi erkek oyuncuya terfi ettiren ve adıyla sonunu belli eden bir kitaba. Taş mı taşıyacağız dedik ve başladık yürümeye, 3 önemli karakter vardı yukarıda bahsettiğim maceramıza ortak olan. Aeneis’in yazarı, Roma’ya bir köken veren adam Publius Vergilius Maro, Alman edebiyatının ben fazla tanımasam da – şu anda idrak ettiğim gibi en önemli isimlerinden birisi Hermann Broch ve bütün bunları çocuğu gibi gördüğü bu çeviriyle bize anlatan Ahmet Cemal. Bu yolculukta bunların hiçbiri geri planda kalamazdı bence. Suda başladı her iyi şey gibi bizim yolculuğumuz da. O hafif esinti, Vergillius’un bilincinden (ve altından) sakince ayrılarak, kıvrıla kıvrıla bize kadar uzanan, uzun (çok uzun) ahenkli cümleler, o müthiş renk uyumu ve şarkı söyleyen o naif köle adeta Vivaldi’nin dört mevsimindeymiş gibi hissetmemizi sağlıyordu. Her şey güzeldi, Augustus Ceasar’ın doğum günü gelmişti, Brundisium’a geliyorduk, yazılmış en görkemli eser yanımızdaki çantadaydı. Ama insanlar, dalga dalga insanlar, insanın olduğu yerde ne kalabilirdi ki böylesine mükemmel. Vergillius tahtırevanında ilerledikçe halkın arasında daha bir tiksindik insanlardan. Ama biz de insandık haliyle, kendimizi de sorgulamaya başladık büyük şairle birlikte. Her dakika daha fazla büyüleniyorduk yolculuğun bu kısmında; okuyor, duruyor, düşünüyor, sonra tekrar okuyorduk bir nakış gibi dizilen cümleleri. Önümüzde ne olduğunun farkında değildik, sudaydık henüz. Her şeyi anlamaya çalışıyorduk bir şekilde. Evet, sorguluyordu Roma’nın şairi kendisini, şiirini, gerçekten değip değmediğini, o sefalet sokağının basamaklarını çıkarken birer birer. Biz de her basamakta bir parça daha aşık oluyorduk Broch’a su gibi cümleleriyle takdis ettiği için bizi. Sonunda bir şekilde ulaştık yazlık saraya (burada politik bir gönderme yok tabii). Ama değişmişti hava, Vergillius baştan beri sıkıntılıydı evet ama şimdi varoluş sorgulamasına geçiyordu, sanki yaz geliyordu tüm bunaltıcılığıyla konçertoda. Ve biz sudan çıkmış balıklar, yerin altına, ateş ülkesine, Pluton’un toprağına doğru son hızla iniyorduk yokuş aşağı. Ve ateş başladı sonra, biz de metaforlara baş vuruken daha fazla düşünmemiz gerektiğini öğrendik. Evet, taş taşıyorduk bu bölümde Sisifos’vari. O ilk bölümdeki muhteşem Vergillius cümleleri yine vardı, yalnız birkaç sayfa sürüyordu hepsi. Ve olabildiğince saf bir şekilde şairin karanlık dünyasına girerken aynı taktiği uygulamaya çalışıyorduk. Okuyor, duruyor, düşünüyor, tekrar okuyor, tekrar düşünüyor, tekrar okuyor, tekrar düşünüyor, tekrar okuyor ve her sayfada sonsuz döngüsüne kurban ediyorduk kendimizi hayatın. İlk bölümdeki nakışlar burada halıya dönmüştü adeta, yine ilmek ilmek dokuyordu hepsini Vergilius, ama o kadar çok desen vardı ki bu kez, ilerlemek için, yola bir şekilde devam etmek için yıldızlardaki o ince ayrıntıları arıyorduk hep. Kulağımıza gelen tını hala mükemmeldi ama, sırf bunun hatırına, düşe kalka devam ettik yola, ve Vulcan’ın evinden iteledik taşı dağın tepesine kadar. Ama Vergillius’a, o yüce insana dönüp baktığımızda, yok oldu Eurydice gibi Roma’nın gördüğü en büyük sanatçı. Artık yanımızda bambaşka birisi vardı. Bilmiyorum o 3 melanet yüzünden mi ihanetine şahitlik eden, Dante’nin Beatrice’i gibi olan Plotia mı çeldi aklını, yoksa o çocuk, o köle Lysanias mı her şeyin müessibi. Kendisini en düşük zanaatkardan daha alt seviyede görüyordu Aetna’yı Aeneis’i yaratan adam. (Broch burada Etna’nın şairi olarak Vergillius’u gösterse de Wikipedia’da 3 şairin adı geçiyor ve Lucius Junior öne çıkıyor, herhalde daha sonraki yıllarda oluşmuş bu belirsizlik) Yorgun, kanlı gözlerimizle, dehşetle (ama yine de huşu içinde) izledik büyük şairi Aeneis’i, Roma ruhunun sembolünü, kurban etmeye çalışmasını bilgi için. Tepeye çıkarmıştık taşı, güneş doğdu ve toprak geldi sonra (Sonbahar galiba konçertoda da). Bekledik biz de bölümün adı gibi. Dünyevi şeyler dünyevi arkadaşlarla nesnellik kazandı. Önce şairin iki yakın arkadaşı Plotius Tucca ve Lucius Varius uzun uzun ikna etmeye çalıştılar Vergillus’u şiir sanatının gerekli olduğuna. Sonra da Roma topraklarının ve sonsuz barışın koruyucusu, Vergillius’un kadim dostu büyük Augustus Ceasar (Ocatavian , şu Rome dizisindeki sarı oğlan) şereflendirdi hasta şairin odasını. İki büyük eser hakkında konuştu Roma’nın en muteber iki adamı, Roma Devleti ve Aeneis ile ilgili. Güzelliğin on para etmeyeceğini savunan Vergillius ve sanatın devlet için olduğunu anlatan Ceasar. Oh, sanki eski cumhuriyetteki senatolardaydık, ağzımız açık seyrederken tartışmayı bir birinin, bir diğerinin yanına geçiyorduk. İyi oldu ama soluklandık o zorlu tırmanıştan sonra. Her zaman olduğu gibi imparator kazandı bahsi ama Vergillius da istediğini aldı bir şekilde. Aeneis – e hala okuyabiliyoruz zaten. Sonra vasiyet ve eve dönüş. Kış gelmişti konçertoda. Biz de havayla bitiriyorduk yolculuğumuzu . Taş hala vardı elimizin altında ama bu kez hava kadar hafifti nasılsa. Törensel bir şatafat , ilk iki bölümdeki o sanat eseri yine karşımızdaydı, tınılar renkler, hayvanlar bitkiler yıldızlar hepsi birbirinin içine geçip önce Plotius, sonra Lysanias, sonra İlk ve tek aşkımız Plotia ve nihayet annemiz uğurladı bizi yokuş aşağı gökyüzüne. Vergillius gibi bizde de bir tamamlanmışlık, tatmin duygusu hakimdi. Çünkü son kendini başlangıca eklemişti, zamanın halkası kapanmıştı ve her şey bir şekilde yeniden dönecekti sonsuza kadar. Şu an için kaybetmenin verdiği küçük bir burukluk da vardı tabii, ama nasıl olsa yeniden okuyacaktık kitabı biz de, ya da yeniden dinleyecektik bu konçertoyu damağımızda kalan tadı tekrar hatırlamak için. Şu anda bir yere ulaştık mı bilmiyorum kendi adıma, ama önemli değil, çünkü ben zevk aldım bu yolculuk boyunca. Çünkü bazı yollar sırf bunun için var bu hayatta.
Vergilius'un Ölümü
Vergilius'un ÖlümüHermann Broch · İthaki Yayınları · 2012350 okunma
··
7,4bin görüntüleme
Erhan okurunun profil resmi
Okumak isteyenler için yeni baskısı haftaya çıkıyor. Fiyatı ne olur bilemem ama.
[̲̅t̲̅a̲̅m̲̅e̲̅r̲̅] ☾ okurunun profil resmi
Bu muhteşem inceleme için teşekkür ediyorum. Kaleminize sağlık.
Erhan okurunun profil resmi
Çok teşekkürler:)
Osman Y. okurunun profil resmi
Vergilius ölmüş mü ? Mevzuyu biliyorsun eskilerdensin ne de olsa , Kafka da ölmüştü hani anladın sen onu. Güzel anlatmışsın , yazar geriye dert bırakmış sanırım gitmeden önce , böyledir işte insanoğlu ben çektim siz de çekin diye uğraşır. Sokrates geldi aklıma. Karısı demiş ya hani , "Çok üzülüyorum haksız yere idam edileceksin" O da demiş ya , "Haklı yere olsa üzülmeyecek miydin?" Ölüyorum kadın demiş yani haklı haksız ne fark eder.. Bu kadar ölüm lafından sonra hayata nasıl bağlanalım yani , saçmanın bağlaması da yetmiyor sanki. Nerede o eski incelemeler ? Ölüm varsa bu dünyada zulüm var. İnceleme yorumlama hastalığım hep böyle havalarda nüksetti Beni bu güzel havalar mahvetti
Erhan okurunun profil resmi
Teşekkürler yorumun için, burada spoiler'ı ben değil yazarın kendisi verdiği için sorun yok gibi. Yazarın bıraktığı dert de göreceli tabii, bütün dertlerimiz böyle güzel olsa keşke. Yalnız bu havalara güzel diyen tek insan sensin herhalde, dikkat et, güneş çarpmış olmasın.
1 sonraki yanıtı göster
Lou okurunun profil resmi
❤️❤️
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.