Bugün anlaşıldığı anlamıyla hayat ve hayatın varsayılan yaratıcılığı, iktidar ve şiddetin ortak paydasıdır; öyle ki şiddet, yaratıcılık gerekçesine dayanılarak haklılaştırılır. Bu konularda, özellikle ayaklanmalar konu sunda bugün yürütülen tartışmalarda yaygınlıkla karşımıza çıkan organik eğretilemeler (örneğin ayaklanmanın belirti olarak ortaya çıktığı "hasta toplum" nosyonu, ateşin hastalık belirtisi olması gibi) sonuçta şiddete açılır. Bu yüzden "kanun ve nizam"ı tesis etmek için şiddete dayalı yöntemler önerenlerle şiddet dışı yöntemler önerenler arasındaki tartışma, hastalarının ameliyatla tedavi edilmesini savunanlara karşılık ilaçla tedaviyi savunan doktorlar arasındaki tartışmalara dönmektedir giderek. Hastanın ne kadar hasta olduğu varsayılırsa, cerrahın son sözü söylemesi olasılığı o kadar artacaktır. Dahası, siyasal terimler yerine biyolojik terimlerle konuşmayı sürdürdükçe, şiddeti yüceltenler, inkar edilmesi mümkün olmayan şu gerçeği yüzümüze çarpacak lardır: Doğanın hanedanlığında yıkım ve yaratış, doğal sürecin iki yanından ibarettir; öyle ki kolektif şiddet eylemi, içkin cazibesinden bütünüyle ayrı olarak, insanlığın kolektif yaşamı için doğal bir önkoşul gibi görünebilir; tıpkı hayvanlar aleminde türün idamesi için mücadelenin ve yaşamın sürmesi için şiddetli ölümlerin doğal önkoşullar olması gibi...