Burjuva düzeninde hümanizm ancak, hümanizmin cenaze merasimi yapıldığında akıllara gelir; yani iş işten tamamen geçtikten sonra. Ki, burjuvazinin bu anımsayışı bile bir şov, bir kendini aklama amacı taşır. Örnek vermek gerekirse: Soma'da (ve bütün her yerde) yüzlerce emekçi ölümle yüzyüze çalışıyordu. Bu yıllarca hiç görünmedi ya da dikkate alınmadı, sonra bir gün yüzlerce emekçi göçük altında kalıp yaşamını yitirdiğinde, bütün burjuvalar ve devlet aygıtı, birbirleriyle yarışırcasına büyük üzüntü ve acı duyduklarını söylediler ve destek için en ön saflara akın ettiler. Hümanist ruhları birden bire hortlamıştı, fakat çok çok geçti, bu ruh hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Nitekim bu hümanist duyguları bir şov ve aldatmacadan öte bir şey değildi; olayın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra, hümanist ruh yine (binlerce kez olduğu gibi) sisler arasında kayboldu; bütün emekçiler, yani toplumun büyük çoğunluğu yine kendi acılarına ve insanlık dışı yaşam koşullarına terk edildi. Kaldı ki, dünyaya sınıfsal ve tarihsel bir açıdan bakan kişiler bu duruma şaşırmadı ve şaşırmaz da. Çünkü çok iyi bilinmelidir ki, burjuvazinin zorbalığı yok edilmeden, asla bir hümanizmden, insani değerlerden bahsedemeyiz; bahsedilse bile, bu bir burjuva şovmenliği ve aldatmacasının ötesine geçemez. İnsanlık dışı bir düzen, insan dostu olamaz.