Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

114 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 saatte okudu
Yaşamın Yolu Özgürlükten, Özgürlüğün Yolu Ölümden Geçer
Albert Camus, Sisifos Söyleni adlı eserine, "Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediğinde bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermek," şeklinde başlar. Yabancı adlı en çok okunan eserinde de aslında merkezde yine bu "soru" bulunmaktadır. Evet, okuyan pek çok insanın ve hatta okumayan pek çok insanın Yabancı hakkında ilk ve en çok duyduğu, akıllarında en çok yer eden nokta, annesi ölen bir kişinin kayıtsızlığı oluyor hatta bunu, "annesi ölen bir kişinin son derece acımasız kayıtsızlığı" şeklinde daha abartılı şekilde belirtenler de olabilir. Ama ben, burada "anne"yi, "hayat"ın temsili olarak görüyorum. Bu durumda, Meursault'un kayıtsız hali, bir kişi olan anneye değil, hayatın kendisine karşı olmaktadır. Meursault, sıradan bir işte çalışan sıradan bir insan gibi görünür. Son derece sessizdir, bunun nedeni olarak, konuşacak bir şeyin olmadığını gösterir. Ancak, Camus'un Sisifos Söyleni'de "Uyumsuz insan için, açıklamak ve çözmek değil, duymak ve betimlemek söz konusudur artık. Her şey açık görüşlü ilgisizlikle başlar," diyerek aslında Meursault'u tarif eder. Yabancı'da ise onun adım adım ilgisizliği, giderek daha çok açık görüşlü bir noktaya gelecektir. Yine Camus Sisifos Söyleni'de, "Bir insan yaşamının yarısı söylenmeyeni anlamakla, başını çevirmekle, susmakla geçer," der, ve bu satırlar da Meursault'u anlatır. Meursault, suskundur ancak çevresinden bihaber değildir, bilakis farkındadır ancak yaşadığı toplumdan, onun değer ve yargılarından ve sonraki sayfalarda giderek daha açık şekilde karşımıza çıktığı üzere hayatın kendi tercihlerine fırsat tanımayan doğasından. Hatta Meursault, görünüşte işlediği bir cinayetten dolayı yargılansa da aslında, toplumun değerlerine, yargılarına, kabullerine, kurallarına uymadığı için, uyumsuz veya ayrıksı olduğu için yargılanmaktadır. Bunu en iyi, savcının onun idamının gerekçelerini anlatırken görüyoruz. Mevzu cinayetten, Meursault'un, annesinin ölümü karşısındaki toplum tarafından garipsenen hal ve hareketlerine gelir. Annesinin kaybı karşısında ağlamadığı için, onun yüzünü son bir kez görmek istemediği için, tabut başında otururken ikram edilen bir fincan sütlü kahveyi sigarayla birlikte içtiği ve kendisine kahve ikram eden kişiye sigara ikram ettiği için, ertesi gün sahile indiği için, burada eski bir tanıdığı olan Marie'yle yüzdüğü ve ardından onunla komik bir filme gidip flörtleştiği için "acımasız bir canavar" olarak nitelenir. Peki Meursault gerçekten böyle nitelenmeyi hak ediyor mu? Ya da soruyu başka şekilde sorayım: Bir insan, annesinin ölümünün ardından Meursault gibi tepkiler verdiği için, bir üzüntü duymadığı için bir kusur mu işlemiş olur? Pek çok insanın cevabı "evet" olacaktır ya da en azından "hayır ama …" olacaktır. Ancak gözden kaçan önemli bir nokta, acılarımızı bile nasıl yaşayacağımızın kararını bizim veremiyor oluşumuzdur! Bir üzüntü duymuyorsun ama duyuyor gibi göstermelisin; ağlayamıyorsun ama ağlamış gibi gözükmelisin; uykun çok gelmiştir ve annenin ölüm haberi yeni gelmiş olmasına rağmen gidip uyumuşsun ama ertesi gün bunun aksini yapmış gibi davranmalısın… Yani, toplum senden nasıl davranmanı bekliyorsa, o şekilde davranmalısın. Peki gerçekten neden bunun zorundayız?! Neden dünya üzerindeki her insan, annesinin ölümüne birebir aynı veya benzer tepkileri vermek zorunda? Kim koyuyor bu kuralları, adetleri? Ve en önemlisi, bu kurallar ve adetlere uymak için kendimizi zorlarken, aslında kendimizden giderek uzaklaşmamız ve bilincimizde hasarlar oluşarak birer otomat haline gelmemiz ve bunun doğal sonucu olarak özgürlüğümüzü yitirmemizdir. Nasıl “İnsan sırf kendini öldürmemek için uydurmuştur Tanrı’yı. İşte bugüne kadar gelen evrensel tarihin özeti," (Sisifos Söyleni) buysa, aynı insan, daha güvenli yaşamak için ve yalnızlıktan korktuğu için toplumun adetlerine, kurallarına, geleneklerine o miktarda teslimiyet göstermiştir. Bu teslimiyetle, içindeki karanlık uçurumdan uzaklaşmaya çalışır aynı zamanda ama Meursault'un dediği üzere, "Kafaca, vücutça sağlam bütün insanlar sevdiklerinin ölümünü az çok arzu etmişlerdir," ve benzeri şeylerle doludur bu uçurum. Buna eminim pek çok kişi şiddetle karşı çıkacaktır ancak, bence o kadar da kesin konuşmamak veya kesin tepkiler vermemek gerekir. En basitinden ve iyimserinden, annenizin veya babanızın acılar çeken bir hastalıktan muzdarip olmasındansa ölmesini istemez misiniz? En azından kısa bir anlığına? "İstemem" diyorsanız, neden? Onun/onlar için mi yoksa kendiniz için mi? Peki, çok acılı bir hastalık durumunu da geçelim, yani işi biraz daha "acımasız" hale getirelim. Annenizin kulağı ağır duymaya başlamış ve alışamadığı için işitme cihazını da takmamakta ve sizden uzakta yaşamaktadır ya da birlikte yaşıyor olmanıza karşın, ilişkiniz sıcak değildir. Sıcak değilken illa kavga etmenizi kastetmiyorum, bilakis kavga ilişkiyi canlı tutar, bu nedenle sadece birbirinizle iletişiminizin, abartılmayacak, sıradan nedenlerden dolayı koptuğunu hayal edin, bununla birlikte, kısa süreliğine bir araya geldiğinizdeyse zaten o sizi duymadığı için bir sohbet de edemiyorsunuz. Herkes de bilir ki, insanı diğer insanlara bağlayan iletişimidir ve bu iletişimin canlılığıdır. Bu canlılık yitirildiği vakit, en yakınınız olan anneniz bile söz konusu olsa, ona yabancılaşmaya başlarsınız. En iyi ihtimalle, onunla olan geçmiş anılarınızı canlı tutarak, bu ilişkiye canlılık katmaya çalışırsınız. Ama öte yandan, bir an için ölümünü ve peşinden olacakları da hayal edebilir, isteyebilirsiniz. Ya da babasının bir an için ölmesini istemeyen veya bunu aklından geçirmeyen insan sayısı bence hayli fazladır, bilhassa erkekler için diyorum bunu. Zira, baba, ergin olana dek koruyucu ve özenilesi bir modeldir ancak ergin olunca aşılması gereken bir tümsek haline gelebilir. Onun gölgesinden ne kadar erken ve olanca uzağa giderse bir erkek, o derece kendi özgürlük alanında bir dünya kurabilir ama aksi takdirde, giderek gerilimli bir denize yelken açar. Aklıma Dostoyevski'nin, babasının işçileri tarafından öldürülmesinden dolayı hayatı boyunca vicdan azabı duyması geliyor. Dostoyevski'nin doğrudan hatta dolaylı hiçbir katkısı yoktur bu olaya ama bir an için onun ölmesini dilemiştir ve bundan dolayı suçluluk duyar ömrü boyunca. Meursault da birkaç kere annesinin ölümü nedeniyle özür diler, sanki kendi payı varmış gibi. Halbuki, bu söz konusu değildir, en fazla, maddi şartlardan dolayı annesini devletin yaşlılar yurduna koymasından suçluluk duyabilir ama bu yönde de bir işaret vermez. Ama belki de içten içe onun ölümünü dilemiş olabilir bir an için belki de. Hiçbir şey olmamış olsa da nihayetinde Meursault'un dediği üzere, "İnsan ne de olsa daima biraz kabahatlidir." Toplum, birey üzerinde o kadar baskın olmak ister ki, onu son anlarında bile rahat bırakmaz. Bu anlarınızı bile, onların belirlediği şekilde geçirmeniz gerekir. Bu durumu, hücresinde idamını bekleyen Meursault'u rahat bırakmayan ve defalarca reddedilmesine rağmen hücreye girip onu imana getirmeye çalışan Papaz'ın davranışlarında görürüz. Suskun, sakin ve kayıtsız Meursault, geçirdiği süreç neticesinde bilinci yükselir ve özgür olduğunu hissedip, farkına varır. Bunu şu cümlelerinde görürüz: "Yaşadığına bile emin değildi, bir ölü gibi yaşıyordu çünkü. Bense ellerim boş gibi duruyordum, ama kendimden de, her şeyden de emindim, ondan daha emindim, hayatımdan da, gelmek üzere olan şu ölümden de emindim. Evet, bundan başka şeyim yoktu. Ama hiç değilse, bu gerçek beni nasıl kavramışsa ben de onu öylece kavramış bulunuyordum. Haklıydım, şimdi de haklı bulunuyordum, hep haklı olacaktım. Şimdiye kadar şu şekilde yaşamıştım. Şimdiden sonra da bu şekilde yaşayabilirdim. Şunu yapmış, bunu yapmıştım. Filân şeyi yapmamıştım, ama falan şeyi de yapmıştım. Daha ne olmak ihtimali vardı?" Burada, ölüme mahkum edilmiş ve ona doğru giden Meursault'un, toplumun cisimleşmiş hali olan Papaz karşısındaki üstünlüğü vurgulanır. Papaz, yaşadığını sanmaktadır, "tarihin özeti" içinde ama bir anlığına bile olsa Meursault'un o andaki özgürlüğünün tadına erememiştir ve eremeyecektir. Peki bu durumda mahkum olan gerçekte kim? Meursault mı yoksa Papaz mı? Ve Meursault, son anlarında annesiyle yani hayatla bağını yeniden kurar: "Çok uzun zamandan beri ilk defa olarak annemi düşündüm. Bir ömrün sonunda niçin yeni baştan nişanlandığını, niçin yeniden başlamaca oyunu oynadığını anlar gibi oldum. Orada, ömürlerin sönmekte olduğu o yurdun etrafında da akşam, hüzünlü bir sükûn anı gibiydi. Ölüme o kadar yakınken de annem orada kendini kayıtlardan, bağlardan kurtulmuş ve her şeyi yeniden yaşamaya hazır bir halde hissediyordu, herhalde? Hiç kimsenin onun arkasından ağlamaya hakkı yoktur. Ve ben de, kendimi her şeyi yeniden yaşamaya hazır hissettim. Sanki bu büyük öfke içindeki kötülükleri söküp atmış, umutları boşaltmış gibi bir takım işaretler ve yıldızlarla dolu bu gecenin karşısında, içimi ilk defa olarak dünyanın tatlı kayıtsızlığına açıyordum. Onun bana bu kadar benzediğini, âdeta bir kardeş gibi olduğunu hissedince, eskiden mutlu olduğumu, hatta şimdi de mutlu olmaya devam ettiğimi anladım. Her şeyin tamam olması ve kendimi daha az yalnız hissedebilmem için, idam günümde çok izleyici bulunmasından ve bunların beni hınç dolu haykırışlarla karşılamalarından başka isteyecek bir şeyim kalmıyordu." Öyle ki, Meursault bir "uyumsuz" olduğunu ve özgürlüğün "uyumsuz" olmakta olduğunu, hayatın anlamının ölümden geçtiğinin farkına varmıştır. Daha doğru ifadeyle, korktuğumuz ve sürekli kaçındığımız ölüme yakın olmanın, nasıl yaşamamız veya hayatla nasıl mücadele etmemiz gerektiğinin yolunu bize gösterdiğinin farkına varmıştır. Bu yol, Tanrılar tarafından bir tepeye sırtında bir kayayı taşımaya ve tepeye çıktığı vakit tekrar aşağı düşerek yeniden aynı şeyi yapmaya mahkum olmuş Sisifos'un yoludur. Bir mahkumsun ama özgür bir mahkum ol ve öyle yaşa! Keyifli okumalar
Yabancı
YabancıAlbert Camus · Varlık Yayınları · 1994111,3bin okunma
··
1 artı 1'leme
·
13bin görüntüleme
Semih Doğan okurunun profil resmi
Sisifos Söyleni ve Yabancı’yı harmanlayıp harika bir yazı kaleme almışsın. Buna bir kitap incelemesi demektense, Camus’nün tabiriyle “uyumsuz”un incelenmesi demek daha doğru olacaktır. Camus okumak isteyenlere genellikle önce Sisifos Söyleni’ni sonra Yabancı’yı tavsiye ediyorum. Sırf senin burada yazdıklarını bir arada özümseyebilsinler diye. Bence birbirinden bağımsız düşünülmemesi gereken eserler. Bununla birlikte Camus denildiğinde aklıma gelen iki büyük eseri ve bence en önemli eserleri de bunlar. Keyifle okudum Kaan, emeğine sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Katılıyorum, zira bu benim ikinci okuyuşum Yabancı'yı, ve geçen sene de Sisifos'u okumuştum. Teşekkür ederim Semih :)
Sibel okurunun profil resmi
Sisifos söylenini okuyup, bu eseri tekrar okuyacağım. Bu kitap için okuduğum en iyi inceleme, emeğine sağlık Kaan. Çok beğendim.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Sibel, beğenmene sevindim.☺
Mustafa korkmaz okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş. İlk olarak bende Yabancı romanını okumuştum kısa süre öncede Sisifos Söyleni okumuştum. İncelemeni okurken tekrar Yabancı kitabını okumam gerektiğine karar verdim. Kalemine sağlık, teşekkürler.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim.☺
Hilal Taşcı okurunun profil resmi
Harika bir yorum olmuş. Kaleminize sağlık.
Bu yorum görüntülenemiyor
Emine okurunun profil resmi
Ahh favori kitabım olur kendileri.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.