Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

262 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Sessiz kalabalığın ardından etkili bir ağıt...
Toni Morrison’un Pulitzer ödüllü, 1987 tarihli romanı “Sevgili” -orjinal adı ve bence daha doğru bir çeviri ile "Sevilen"-, kölelik hakkında yazılmış en çarpıcı romanlardan biri. 1850li yılların Amerikasında, iç savaş ve takip eden zenci haklarının tanınması dönemi öncesinde geçen roman, köleliğin zenci toplumu üzerindeki travmatik etkisini son derece etkileyici, vurucu, rahatsız edici bir dille aktarıyor. Hikayenin kimi zaman yazarın, kimi zaman ise kahramanların ağzından anlatıldığı, zamanda ileri-geri gidişlerle beslenen, çok katmanlı bu roman edebi anlamda çok, çok başarılı. Ancak uyarmalıyım; okuması, dilinden dolayı değil, içten hissettirdiği acılar nedeniyle zor bir eser. Morrison bu romanını gerçek bir hikaye üzerine kurgulamış. 1856 yılında Kentucky’de köle olarak tutulduğu çiftlikten kaçan Margaret Garner, eşi ve çocukları ile sığındığı kulübede askerler tarafından kıstırılınca, 2 yaşındaki bebeğini “onun da köle olmasını engellemek için” kendi elleriyle öldürür. Morrison, artık şöhreti yakaladığı yıllar olan 1987de bu gerçek hikayeyeden esinlenerek “Sevgili”yi yazar. Yazarın yakın arkadaşı ve kendisi de önemli zenci hakları savunucularından olan Oprah Winfrey’in tanıtımı ve sinema filmi ile roman dünya çapında bir üne kavuşur. Toni Morrison'un Nobel Edebiyat Ödülü’nü 1993 yılında aldığını da bir not olarak belirtelim. İyi bir beyaz ailenin yanında, köle olmalarına rağmen köleliklerini hissetmeden yaşayan; yani dövülmeyen, aç bırakılmayan, tecavüz edilmeyen, zorla çiftleştirilmeyen, damızlık olarak kullanılmayan, bazen fikirleri bile dinlenen bir köle ailesinin çevresinde geçer olay. O zenciler bu hayatın içine doğmuşlardır, eğitimleri yoktur, sadece kendilerine öğretilen işleri bilirler, çiftlik dışında bir yer tanımazlar. Dışarıdan kulaklarına gelen zencilere eziyet edildiği haberlerine şüphe ile yaklaşırlar; onların beyazları iyidir ve hayatın hep böyle süreceğine inançları tamdır. Bilge anneleri Bebe Suggs’un uyarılarını dinlemeden, hayatlarına “sevgi”nin girmesine izin verirler; aşık olurlar, ailelerini el üstünde tutarlar ve çocuklarını severler. Halbuki beyaz adamın elinde silahı ile hükmettiği bu dönemde sevgi, zenciler için en büyük zayıflık, en büyük tehlikedir. Nitekim çiftlik sahibinin ölümü, karısının da hastalanması sonrası gelen mirasçılar; öğretmen ve iki oğlu; çiftlikteki zencilere köle olduklarını hatırlatacak ve tüm dramın başlangıcını oluşturacaklardır. Kahramanımız Sethe, gerçek hayattaki Margaret Garner’dır. Kayınvalidesinin uyarılarını göz ardı ederek hem kocasını, hem de peşi sıra doğurduğu 3 çocuğunu sever Sethe. İçlerinde en cesurudur, işlerin kötüye gittiğini anladıklarında, hamile olmasına rağmen, kaçma planına o uyar ve çocuklarını o dehşetten kaçırmayı başarır. Ama ırkçılığın devlet eliyle desteklendiği o günlerde beyaz adamın zulmünden kaçmak; hele sağlıklı, çalışabilir, hala doğurabilir zenciler için; imkansızdır. Sethe bu imkansızı başarırken hem sevgili evladından, hem de aklından vazgeçmek zorunda kalacaktır. Kölelik yıllarında zenci toplumunun yaşadığı eziyeti, özellikle ruhlarında açılan yaraları ile ortaya sermeyi hedefliyor Morrison. Dövülen, kırbaçlanan, zincire vurulan, ağızlarına metal gem geçirilen insanların… Doğurganlıkları ile iyi para getirdiklerinden evlenmeleri istenmeyen, sürekli farklı zencilerle çiftleştirilen kadınların… Beyaz adam tarafından tecavüze uğrayan kadınların… Biraz iş yapabilir hale geldiğinde (6-7 yaşlarında) annelerinden ayrılıp satılan çocukların… Annesi tarlada çalışabilsin diye anne sütünden mahrum bırakılan bebelerin… Hayvan yerine koyularak damgalananların… Kafaları ve bacakları kesilerek asıldıklarından kim oldukları ancak vücutlarındaki doğum lekeleri ile tespit edilebilen cesetlerin… Bir insan hayatta ne kadar travma yaşayabilir, bunları nasıl göğüsleyebilir, ne kadarını kaldırabilir? Soruyor Morrison. “Tehlikeli, çok tehlikeli diye düşündü. Eskiden köle olan bir kadının bir şeyi bu kadar çok sevmesi, hele çocuklarına bu derece düşkün olması çok tehlikeliydi. En iyisi her şeyi azıcık sevmekti. Öyle olunca, çocuğun boynunu kırıp çuvala tıktıklarında ondan sonra doğacak çocuk için bir parça sevgin kalabilirdi.” Sethe’nin hapisten çıktıktan sonra bile kendine bir düzen kurabilmesi, “Sevgili” ortaya çıkana kadar olanları kabullenip yaşamaya devam edebilmesi, bize insanın acılara karşı ne kadar da güçlü olduğunu gösteriyor. Sethe’nin “Sevgili”nin, ona göre öldürdüğü yavrusunun, ortaya çıkışı ve sevgilisi tarafından terk edilmesi sonrası yaşadığı psikolojik çöküntü ve ağır depresyonu da çok güzel aktarmış Morrison. Sethe’nin nezdinde, köleliği birinci elden yaşamış bu toplumun her bireyinin içindeki o büyük psikolojik travmayı, aşılması çok zor olan çöküntüyü en ince ayrıntısı ile hissetmemizi sağlamış. Eser kimi çevrelerce “duygu sömürüsü yaptığı” gerekçesi ile çokça eleştirilmiş. Bu eleştiriyi hak ediyor mu derseniz… Morrison’un romanını popülaritesini arttırmak amacıyla, Oprah Winfrey’in desteği ile, uygun bir zamanda piyasaya sürdüğünü söylemek mümkün belki. Ama bu ne kadar önemli? Büyük yazarların kaderi, reklamdan kaçarak, parasızlıktan aç bilaç, sürünerek yaşamak olmamalı. Morrison Amerika Birleşik Devletleri’nin bugünkü büyük zenginliğinde büyük payı olan bu sessiz kalabalığın ardından etkili bir ağıt yakıyor. Ve bu ağıt, aldığı ödülleri, çok okunmasını ve takdir edilmeyi sonuna kadar hak ediyor.
Sevgili
SevgiliToni Morrison · Yeni Zamanlar Sahaf · 20191,437 okunma
··
3.106 görüntüleme
Lina okurunun profil resmi
Iki seçim arasinda kalan o annenin hikayesi beni çok etkilemişti. Emeginize sağlık, inceleme kitaba yakışan bir inceleme olmuş
jasmine Kemal okurunun profil resmi
Merhaba kitap üzerine okuduğum en güzel inceleme için teşekkürler ☺️
AkilliBidik okurunun profil resmi
Beğenmenize sevindim. Teşekkür ederim :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.