Gönderi

Kâinattaki her şeyin döndüğü, feleklerin dönerken sesler, nağmeler çıkardığı bilgisi Pythagoras'a hatta onun yetiştiği ve Hermetik sırriyeti öğrendiği Mısır'daki Memphis Tapınağı'na kadar gider. Hermes (İslâm düşünürlerine göre İdris Peygamber) Pythagoras'tan çok daha önce kâinatın, Allah’ın muhteşem bir bestesi olduğu fikrini ileri sürmüştür. Hermetizm’e göre kainatta (kosmosta) boşluk dahi yoktur. Boşluğun olmadığı ve hareketin olduğu her yerde cisimlerin titreşmeleri vardır ve bu titreşmeler sesi meydana getirir. Eğer kâinatta farklı boyutlarda cisimler, felekler (veya gezegenler) varsa, bunların hepsi kendi büyüklük veya küçüklükleriyle orantılı ve cüsselerine uygun olarak tiz veya pest sesler çıkaracaklardır. O halde kâinatta bu değişik boyutlardaki gezegenlerin çıkardıkları sesler vardır. (Bir de “Kâinattaki her şey kendi lisanlarınca Allah'ı zikretmektedirler" âyetini hatırlayacak olursak, gerçekten kâinatta muhteşem bir ilâhi ahenkli melodi seslendiriliyor demektir) Hermes'in kâinattaki ahenkli melodiyi duyup bunu "Allah'ın bir kompozisyonu (bestesi)" olarak nitelendirmesi de belki buradan gelmektedir. … İslâm filozoflarından El-Kindî çalgı tellerini kâinatın hava, su, toprak ve ateş gibi dört unsuruna benzetmiş ve Mutlâkul-Bamm, Sebbâbatu'l-Bamm, Vustâ el-Bamm (Bınsır), Hınsır el-Bamm (Mutlak el Müselles gibi), Sebbâbatu'l-Müselles, Vustâ el-Müselles (Bınsır), Hınsır el-Müselles (Mutlak el Müselles gibi) olmak üzere sesleri yediye ayırmıştır. Bu yedi ses, yedi nağme El-Kindî’ye göre gökyüzündeki yedi gezegene karşılık gelmektedir. … Hz. Mevlânâ Mesnevi’de mûsikîden ve mûsikî nağmelerinden bahsederken şunları söyler: "Hikmet sahibi kimseler Bu mûsikî nağmelerini (makamları) / gökyüzünün dönüşünden aldık' derler. / Halkın Tambur'la çaldığı, sesle söylediği ezgiler, / Gökyüzünün dönüşünün sesidir." Sûfilerdeki yaygın inanca göre de, mûsikîyi icad eden kimse, Hz. Süleyman'ın talebesi olan Pythagoras'tır. Feleklerin dönerken çıkardıkları sesleri işittikten sonra mûsikî ilminin öncülüğünü yapan Pythagoras rasavyuf literatüründe de sıkça anılmaktadır. Bu teori, zaman zaman mûsikî ile astroloji arasında ilişkiler kurulmasına da sebep olmuştur. Risâle-i Mimâriyye'de mûsikî-astroloji ilişkisine ışık tutacak nitelikte, şu bilgiler mevcuttur: "(...) makamlar da onikidir. Sekizinci göğün oniki burcu olduğundan, makamları oniki kısım üzere koymuşlardı. Oniki burç dedikleri; kuzu, boğa, ikizler, yengeç, arslan, başak, terazi, akrep, yay, oğlak, kova, balık. Oniki makam dedikleri; Rast, Isfahan, Irak, Zirefkend, Büzürk, Zengüle, Rühavî, Hüseynî, Hicâz, Bûselik, Nevâ ve Uşşak'tır. Bundan başka dört unsur vardır ki anâsır" dedikleri ateş, hava, su, toprak. Şû be de dörttür. Şu'beyi dört unsura göre koymuşlardır. Yegâh, Dügâh, Segâh, Çargâh. En aşağı mertebe Yegâh'tır, yukarı mertebe ise Çargâh. Dügâh ve Segâh, bu ikisinin arasındadır. Ve gezegenler de yedidir. Zuhâl, Müşteri, Merih, Şems, Zühre, Utarit, Kamer. Avâze de yedidir. Zira âvâzeyi yedi gezegene göre koymuşlardır. Yedi âvâze dedikleri ise; nevruz, selmek, şehnaz, mâye, gerdaniye, hicaz ve geveşttir. Bundan başka, gece ve gündüz yirmidört saattir. Terkîbât da yirmidörttür. Zira terkibâtı yirmidört saate göre koymuşlardır. Bir makamı ağaz edüp, yani başlayup başkasında karar edince, onda bir terkib elde edilir ve bu ilme de "Edvâr İlmi" ve "Mûsikî İlmi" derler. Bu ilmi yazıp düzenleyen, Hz. Süleyman'ın talebelerinden, hakîm Pythagoras'tır. Söz birliği ile yedi hakîmin en seçkinidir. Deniz dalgalarının vuruşundan, yani sığ yerlerde denizin talazından, birbirinin ardından gelüp taşra kıyıya vurmasından usûller bulup, yazup dizmiştir.. … Göklerin ve feleklerin dönüşünden hâsıl olan lâtif ve ruhnuvâz nağmeleri, lâhûtî mûsikîyi herkes işitemez. Bu nağmeleri, uzun bir çalışmadan ve gayretten sonra filozof Pythagoras işitmiş ve onun sayesinde mûsikî kaidelerini koymuştur." Türk mûsikîsi ile ilgili yazılan kitaplar "Edvâr" olarak adlandırılır. Edvâr, "devirler, daireler" anlamına gelmektedir ve aslında mûsikînin dairevi hareketini de anlatmaktadır. Makâmın durağı ve duraktan başlanması, güçlüde muvakkat yani geçici karar yapılması, tiz durağa kadar seyretmesi, sonra tekrar inercesine aşağıya doğru yönelmesi, güçlüde tekrar muvakkat karar yapılması ve genellikle yeden perdesini kullanarak karar vermesi, genişlemeleriyle, iniş çıkışlarıyla tam bir dairevî harekettir ve kozmik bir harekettir. … Bütün felekler döner. Aslında insan da döner ve insanın hayatı da bir dönüştür. Hayatına başladığı bir durak vardır, tıpkı bir makamın başlaması gibi insan da hayatına bir duraktan başlar, makamın seyri gibi gezinir, 40 yaş civarı, orta yaş olarak kabul edilir ve tıpkı makamın güçlüsüne karşılık olacak gibi önemli bir zaman dilimidir. Sonra yavaş yavaş yaşlanma sürecine girilir, tiz durağa doğru yönelinir ve artık iniş başlar. “Yaşlılık ikinci çocukluktur" sözüne uygun biçimde, adeta çocukken yaşadığı, makamın o başlangıç dönemlerini yaşar ve makâmın karar perdesinde "karar" kılar. Bunu şu ayetle açıklamayı uygun buluyor ve İslâm mûsikîsini de insanın ve bütün varlığın mutlak kaderinin mûsikîye yansıması olarak kabul ediyorum: “Innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn". İnsan hayatının özeti ve anlamı budur, sanat da hayatı yansıtıyorsa eğer, islâm mûsikî sanatı da bu ayetin ifade ettiği mânâyı muhtevi olsa gerektir. İslâm musikîsinin dâirevî hareketinin, "Innâ Lillâhi ve İnnâ İleyhi Râciûn" ayetinin mûsikîdeki ifadesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü insan “mikro kâinattır" ve kâinattaki diğer varlıklar gibi aslında döner ve bir gün bu dönüşü bitirip aslına rücû eder. Mûsikideki dairevî hareket, insanın ve "makro insan" olarak kabul edilen kâinâtın dairevî hareketini, başladığı yere, geldiği yere dönüşünü sembolize etmektedir. Yani "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn" ayetini ifade etmektedir.
Sayfa 162Kitabı okudu
·
286 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.