Bir hocamız var. Sohbetlerden sonra gözü hep çay arar, gelince de şöyle derdi: "Çocuklar çayın dilini, halini seyredin ve anlayın. Üç yudumda içip bardağı bir kenara atmayın. Sanmayın ki o yalnız yaprak, su ve şeker. Kavrulur, kurur ve kapkara olur. Yetmez başına kaynar su dökülür. Yine olmaz, olmak için bekler ve öyle demlenir. Demlemek ve kıvama kavuşmak için kavrulmak şart. Yanmadan olmuyor. Beklemeden olmuyor. Demini almak için 'dem'in geçmesi lazım. Yoksa görüntüsü güzel olsa da tadı lezzet vermez. Tadı güzel olmayınca görüntüsü güzel olmuş, ne fayda! İsterse en güzel fincanda sunulsun. İşte insan da böyledir. Demlenmesi için yanması kavrulması gerekir. Gayenin çilesini çekmeyen demlenmez. Çile, hali bilmektir, yaşamaktır. 'Dem'in geçmesini sabretmesini bilmeyen, demlenmez. Böyle olunca da isterse kaftanlar giysin, ne kelamı tat verir ne de ahvalı. Kulağınıza küpe olarak takın: Yanmayan, yanar."