Gönderi

108 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Oyunlarla Yaşayanlar, İnceleme
İTÜ, Doçent İnşaat Mühendisi Oğuz Atay. Türk edebiyatının ilk postmodern eseri olan Tutunamayanlar’ın yanısıra Tehlikeli Oyunlar, Oyunlarla Yaşayanlar, Korkuyu Beklerken, Günlük, Bir Bilim Adamının Romanı, Eylembilim ve bir de Topoğrafya adında meslek kitabı vermiştir edebiyatımıza. Türkiye’nin Ruhu adlı kitabını yazmaya maalesef ömrü yetmedi. Henüz 43 yaşındayken, Gün Apartmanında “Sevinmeyin, daha ölmedim.” sözlerini söyledikten dakikalar sonra gözlerini yummuştur hayata. Hayattaki en büyük gayesi anlaşılmak, tutunabilmek ve bunları yaparken de kendini ele vermemekti. Bireyin iç dünyasını ve bu iç dünyadaki çelişiklikleri, kargaşayı, anlamları en güzel şekilde dile getirmiştir eserleriyle. Aslında hepsinde kendini anlatmış, kendisinin anlaşılmasını istemiştir. 1974 yılında Pakize Kutlu (ikinci eşi/o zamanlar henüz evli değillerdi) ile yaptığı bir röportajında şöyle söylüyor yazar: “Edebiyatın mutfağına girmeden, direkt salonuna dalan adamım ben.” Fakat buna rağmen tıpkı Van Gogh’un tabloları gibi, O’nun da eserleri, O hayattayken yeteri kadar değer görmedi. Hatta günümüzde de yeterince değer görmüyorlar. Şu an bile ülkemizde “en çok yarım bırakılan kitap” ünvanı istatistiklere göre, üzülerek söylüyorum ki, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar (edebiyatımızdaki ilk postmodern) eserine aittir. Gene de, her şeye rağmen onu okumak, anlamak isteyen, anlamak için çabalayan insanlar görmek, biz Atay okurlarını içten içe ne de sevindiriyor… *Oyunlarla Yaşayanlar, İnceleme* Alıntılar: “Ben de büyük meseleler yüzünden harcamış olmak isterdim hayatımı. Küçük dertler yüzünden yıpranıp gitmek istemezdim.” “Hepinizin beni seyrederek, acı ve mutlu duygularımı paylaşacağınızdan şüphem yoktur. Yalnız şunu iyi biliniz ki kahramanlar oyunlarını ve kaderlerini yalnız yaşarlar.” “Ne-var-ne-yok-iyilik-sağlık oynuyorum her gün. Hayır, hoş gelmediniz; hayır ne iyilik, ne sağlık.” “Mizah” adı altında hayatı ve insanları “acıklı güldürü”yle eleştirmek. Tipik bir Oğuz Atay eseri, Oyunlarla Yaşayanlar. Hani ‘ağlanacak halimize gülmek’ sözünün bir tiyatro eserine dönüşmüş hali gibi aslında bu kitap. 104 sayfalık, incecik bir kitap nasıl olur da bu kadar derin etkiler bırakabilir bir insanda? İkinci kez okuyuşumda bile, sanki ilk kez okumuş gibi her bir cümlede o acıklı güldürünün etkisine kapıldım. Hayat bir oyun ve Oğuz Atay, bunu bu eserinde çok güzel şekillerle ifade etmiş. 45 yaşlarında emekli tarih öğretmeni olan Çoşkun’un hayata bir şekilde tutunma çabasını anlatıyor aslında bu tiyatro eseri. Ne müzikle uğraşı yeterince bağlıyor onu hayata, ne de kitapları. Hâla bir şeyler eksik hayatında. Saffet (Çoşkun’un arkadaşı, aktör) ile oyunlar yazmaya başlayan Çoşkun’un, aslında yazdığı her oyunun hayatından parçalar olduğunu okudukça daha iyi görüyoruz. Tıpkı Oyunlarla Yaşayanlar kitabında Çoşku karakterinin eşi Cemile’nin terzi olması gibi, Oğuz Atay’ın ilk eşi olan Fikriye Atay’ın da terzi olması; aslında sadece Çoşkun’un değil, Atay’ın hayatını oyuna çevriyor kitapta. Emel (25 yaşlarında, aktör) ile tanıştıktan sonra ona giderek aşık olması da, sanki, Sevin Seydi’ye aşık olmasını anlatıyor kitapta. Ya da eşine Emel’i düşünerek sarıldığı için kendine olan öfkesi, Sevin’e olan özleminin ve aşkının öfkesini yansıtıyordu belki. Atatürk döneminde yaşamış olan; bir ölmeyi, bir yaşamayı, bir evden kaçmayı isteyen, belki de yaşından ötürü böyle davranışlara sahip olan Cemile’nin annesine yapılan oyunların yanısıra, keman hocasının sürekli başka rollere girerek karşısına çıkması ve Çoşkun’un en kötü anlarda o kişiyle karşılaştığını söylemesi gibi; aslında, sadece bir tiyatro metni, demek bu esere büyük haksızlık ve bir o kadar da saygısızlık olur. Çünkü bu sadece bir tiyatro eseri değil. Bu oyun, Oğuz Atay’ın “hayat” dediği şeydi aslında. Hayatı bir oyundan ibaret sayarak, kendi hayatını da bir oyunla ifade etmek istemiş sevgili Oğuz Atay. Ve bizlere “Beni bari bu şekilde anlayın!” demek istemiştir yazar. Tıpkı Tutunamayanlar’da da söylediği gibi: “Anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur.” Ve o hep anlaşılmak için uğraştı yaşamında, eserlerinde, kahramanlarında… Kitapta evden kaçışını bile intihar süsüne çevirmeye çalışan Çoşkun, aslında merak edilmek, ilgilenilmek istiyordu; bu çok barizdi. En azından hasta olsam da ölsem, diye düşünüyordu, Çoşkun. “Varlığım değer görmediyse eğer, yokluğum değer görsün en azından.” düşüncesini hissettiriyordu bu ölüm isteği. Ve beynindeki tümör yüzünden hayatını kaybetmiştir Atay… Oğuz Atay’a ait bir esere nasıl bir inceleme yapmalıyım, yeteri kadar sözcük kullanmış mıyım, incelemede anlam sağlanmış mıyım ; bunları düşünüyorum yazdıklarıma baktıkça. Çünkü bu eserler, konulardan ziyade bir yazarın hayatını anlatıyor bizlere, O’nun hayata tutunma çabasını gösteriyor. Hemde hepsi. Oğuz Atay, tüm eserlerinde kurtuluş arıyor “anlaşılmak” için. Mustafa İnan için yazmış olduğu Bir Bilim Adamının Romanı’nda dahi yazarın kendinden kattığı o ‘beni anlayın’ çabasını görmek eminin mümkündür. Bugün bile “Oğuz Atay okumaya hangi kitapla başlamalıyım?” sorusunun cevabı bir kitap olmamalı bence. Çünkü, önce Oğuz Atay’ı tanımak, onun niçin eserler yazdığını araştırmak ve elden geldiğince onu anlamaya çalışmalıyız. Aksi takdirde Oğuz Atay’ın sadece adını duyup da Tutunamayanlar’ı okumak tabi ki zor gelecektir. Ya da herhangi başka bir eserini okumak. Çünkü en başından beri dediğim gibi, Oğuz Atay aslında başka isimlere bürünerek (Kimi zaman Çoşkun, kimi zaman Turgut, kimi zaman Hikmet ve hatta bazen Olric, Selim ya da Albay gibi) hep kendini anlatmak istemiştir. Anlaşılmak istemiştir. Velhasıl sözün özüne dönmek gerekirse, tıpkı diğer kitapları gibi, Oğuz Atay’ın bu kitabını da okurken hep “Yazar burada kendinden ne katmış?” diyerek okumalıyız bence. Umarım faydalı bir inceleme olmuştur. Sağlıcakla kalın.
Oyunlarla Yaşayanlar
Oyunlarla YaşayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 20209,3bin okunma
·
280 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.