Gönderi

Sartre'in romanı sıradan bir adamın varoluşun sandığı gibi olmadığını keşfedişine dair bir günlüktür. Bulantı'da ana karakter Roquentin gönülsüz de olsa gerçekliğin asıl doğasına dair bir farkındalık geliştirir. (...) Sartre Roquentin'in ortalama oluşunu vurgulamak için elinden geleni yapar. Roquentin hiçbir iddiası olmayan bir tarihçidir. Kitaplar yazar ve kafelerde takılır. 1930'lar Fransa'sında oldukça sıradan bir şehirde yaşar. Orta hâlli biridir. Küçük ve alelade bir apartman dairesi vardır. Aslında Roquentin'le ilgili sıra dışı olan tek şey şaşırtıcı derecede kırmızı saçıdır. Benzer şekilde bu sıradan adamın aydınlanması, jelatinimsi bir hapis yerinden nefes kesici bir hava taşıtı kurtarışıyla değil de kumsalda elindeki bir çakıl taşının varlığının tiksinme ve dindirilemeyen bir korku yarattığı bir deneyimden sonra başlar. Bu deneyimin yarattığı rahatsızlık verici hisleri üstünden atamayan Roquentin şöyle der: "Bana bir şeyler oldu." Her ne kadar taşa verdiği tepkiyi "gelip geçici bir delilik anı" olarak (Bulantı, s. 2) önemsememeye çalışsa da ardından gelen deneyimler Roquen tin'in -ve okurların kendisinin delirip delirmeyeceğini merak etmesine neden olur. Sonradan Roquentin'in taşla olan deneyiminin sadece başlangıç olduğunu öğreniriz. Roquentin'in durumu iyileşmekten ziyade kötüleşir. Aslında, sıradan varoluşu halüsinojenik bir nitelik alırken Roquentin için, tuhaf olan sıradanlaşmıştır. Neo'nun kırmızı hapı yutması üzerine yaşadığı deneyimlere benzer şekilde Roquentin'in algıları da giderek bozulur. Örneğin, bir arkadaşıyla selamlaşmak için elini sıkarken dehşet içinde geri bırakır çünkü eli "şişman beyaz bir solucan" gibi hisseder. (s. 4) Benzer şekilde bir kapı kolunu tuttuğunda kol da kendisini tutup dikkatini "bir tür kişiymiş gibi" çekerken korkudan felç geçirir. (s. 4) Bu deneyimler Roquentin'in gerçekliğe olan güveninin zayıflamasına sebep olur ve "hiçbir şeyin kanıtlanamayacağını” düşünmeye başlar. (s. 13) Roquentin kendini toplamak için aynaya baktığında bir teselli bulamaz. Rahatlayamaz çünkü baktığında "suratından hiçbir şey anlamaz." (s. 16) Bunun yerine sadece "bitki dünyasının eşiğinde, denizanası seviyesinde... coşkuyla gelişen ve hızla atan sönük bir et parçası" görür. (s. 17) Benzer şekilde, Roquentin eline bakıp bir kabuklu deniz canlısı görünce izlenimi o kadar dayanılmaz gelir ki kendi elini bıçaklar. (s. 100) Deneyimlerinin bir sonucu olarak Roquentin'in hayatı tuhaf şekilde rahatsızlık verici hâle gelir. Düzenini ve devamlılığını kaybeder. Roquentin hayatını "inişli çıkışlı ve tutarsız" olarak tanımlar. (s. 5) Endişeyle şöyle söyler: "Hiçbir şey gerçek görünmüyordu. Etrafim kolayca yok edilebilecek yapay bir manzarayla çevrili gibi hissettim." (s. 77) Algıları sürekli bir şekilde geleneksel anlayışına karşı geldiği için Roquentin'in dünyası dağılır. Örneğin, Roquentin tramvayda giderken basit bir koltuğun ölü bir hayvanın şiş karnının görüntü süne bürünmesiyle sakin kalmak için mücadele eder, kıvranır. "Şeyler isimlerinden ayrılmışlar. Oradalar. Kaba, inatçı ve onlar hakkında bir şeyler söylemek gülünç geliyor. Şeylerin, isimsiz şeylerin ortasındayım... savunmasız." (s.125) Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Roquentin'in deneyimleri giderek tecrit edilmiş, kafası karışmış ve "keder dolu" hissetmesine neden olur. (s. 55) Roquentin gerçeklikle temasını kaybediyor gibi görünse de Bulantı'nın sonunda aslında gerçek doğasının farkına varmaya başladığı ortaya çıkar. Sartre'ın açıkladığı gibi Roquentin'in de neyimlerinin ortaya çıkardığı şey "şeylerin çeşitliliğinin, bireyselliğinin sadece bir görünüş, bir maske olduğudur." (s. 127) Roquentin'in deneyimleri ona "açıklamalar ve mantık dünyasının varoluş dünyası" olmadığını bildirir. (s. 129) Deneyimleri ona dünya ve içindeki şeylerin özünde olduğuna inandığımız düzen ve değerlerin aslında "onların yüzeylerinde izini sürdüğümüz zayıf referans noktaları" olduğunu gösterirler. (s. 127) Bulantida Roquentin insanların temel düzen ve anlamdan yoksun bir dünyada var olduğu -ve buraya hapsedildiğimiz- gibi istenmeyen ve bunaltıcı bir gerçekle yüzleşir. Sartre'ın Varlık ve Hiçlik'te açıkladığı gibi, insan bilinci her ne kadar bunu yaratmasa da dünyaya bir düzen ve amaç verir. Bilincin yapılandırıcı eylemi olmadan dünya meçhul bir toplam, ayırt edici özellikleri olmayan korkunç bir bütün olarak var olur. Kestane ağacının köklerinde, "Bu dünya, çıplak dünya aniden kendini (Roquen tin'e) belli eder." (s. 134) Onu buna doğru iten önceki deneyimleriyle Roquentin, en sonunda varoluşun gerçek doğasının farkına resmen varır. Gerçeklik olarak gördüğü düzenin ve amacın aslında bunun üzerindeki yapma bir bilinç olduğunu fark eder. Açıklanan gerçeğin tadını çıkarmaktansa Roquentin şöyle der: "Bu rezil karmaşadan nefret ettim. Gökyüzü kadar yükseğe, yükseğe tırmanan varoluş, her şeyi jelatini andıran kayganlığıyla dolduruyor... Bu iğrenç, saçma varlığa karşı öfkemden nefesim kesildi." (s. 134) Varoluşun gerçek doğasını görünce midesi bulanan Roquentin varoluşu hem midesini bulandıran hem de "korkutan" "pis bir eziyet" (s. 174) olarak tasvir eder.
·
118 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.