“İtalya’da tarlakuşlarını hiç durmamacasına öttürmek için ateşle kıpkızıl kızartılmış toplu iğne uçlarıyla cızz diye bir gözünü,
cızz diye öteki gözünü yakarlar.
İki gözü kör olan tarlakuşunu bir
kafese koyarlar. Mavi, açık, duru göklere özgür uçmaya alışkın kuş, ilkönce
gözlerini örttüğünü sandığı kapkara
paçavrayı tırnaklarıyla paralamaya çabalar
ve zavallı kendini bir kat daha yaralar. Karanlığın gözüne yapışanın bir paçavra,
bir is ya da kurum değil, bir zindan gece olduğunu anlayınca, kanat hızıyla geceyi aşmaya, güneşe ulaşmaya çabalar.
Çırpınır, çırpınır, her kanat vuruşu katı
kafese çarpar, acır, acır!
Kara gece aşılmaz bir kara duvardır.
Uçucu kanatlardan kat kat güçlü,
iç hızıyla ötmeye koyulur, öter, öter.
Gecenin öte tarafında gönlünün gününü güneşini, nur âlemini yaratır.
Yine o mavi göklerine çıkar,
ta altında ufuklara kadar ıssızlaşan yeryüzüne pırıl pırıl pullar gibi
renk renk cıvıltısını döker, döker.
Öter, öter, yaradılışa bütün canını,
gönül cömertliğiyle harıl harıl
döktükten sonra boynu bükük,
şu darı dünyaya kör gözleri açık,
aramızdan şükranla ayrılır.”