Gönderi

Hıristiyan Teolojisine Bir Eleştiri
Hristiyan mitolojistler ise bize Şeytanın Kadir-i Mutlakla savaşa giriştiğini, Allah'ın onu yenerek sonunda -bu sefer bir dağın altında değil- bir çukura hapsettiğini anlatmaktadırlar. Bu durumda ilk efsanenin ikincisini esinlediğini görmek işten bile değil; çünkü Jüpiter efsanesi Şeytan hakkında anlatılan efsaneden yüzlerce yıl önce doğmuştur. Demek ki Hristiyan mitolojisiyle kadim mitolojiler, aşağı yukarı çakışmaktadırlar, şu farkla ki Hristiyani mitoloji yahudi geleneklerinden çıkan zındık bir mitolojisiyle de bağlantı halindedir. Hristiyan mitolojistler Şeytan'ı çukura attıktan bir süre sonra onu, Havva’yı elmayı yemek konusunda ayartmak üzere yeniden oradan çıkarmak zorunda kalmışlar; elmanın yenmesi, bütün insanlığın karalanmasına yolaçmış; ve buradan da çarmıha gerilme (Crucifixion), kefaret (Redemption) ve benzeri öğretiler doğmuştur. Hristiyan teologlar, şeytanın bütün yaratılmışlar üzerindeki zaferini böylece doğruladıktan sonra Havva'nın elmayı yemesi yüzünden bütün insanlığı mahkûm ederek, efsanelerinin iki ucunu bir araya getirirler. İsa Mesih'i, bu erdemli, salih peygamberi, insanlığın, Havva'nın tutkuyla elmayı dişlemesinden doğan töhmetten kurtarmak için çarmıha gerilmek üzere yeryüzüne gelmiş bir tanrı oğlu kimliğinde, bir yarı insan, yarı tanrı olarak taktim ederler. Tanrısal özü böylece üç ana tanrıya böldükten sonra, Şeytan’ı, Kadir-i Mutlak'a yakıştırdıkları güçten daha büyük değilse de bütün bu üç tanrının toplam gücüne denk bir güçle donattılar. Sonra da bu gücü sonsuza kadar büyüttüler. Düşüşünden önce Şeytanı diğer melekler gibi sadece sınırlı bir varlık olarak görürler; ama düşüşünden sonra Şeytan onların gözünde her yerde ve her zaman hazır ve nazır bir tanrı halini almıştır. Şeytanın böylece tanrılaştırılmasıyla da yetinmiyerek onu, oyun ve hileyle, Kadir-i Mutlak'ın bütün kudret ve hikmetini yenilgiye uğratırken tasvir ederler. Onu, Kadir-i Mutlak'ı, evrenin yönetim ve egemenliğini bütünüyle kendisine bırakmak veya evrenin kefareti için yeryüzüne inerek kendini haç üzerinde insan biçiminde sergilemek zorunda bırakmış bir varlık olarak gösterirler. Bu efsaneyi uyduranlar, olayı ters yönden koyarak, Tanrının, Şeytanı, işlediği taşkınlığa bir kefaret olarak haç üzerinde bir yılan biçiminde kendini sergilemeye zorladığını söyleselerdi, herhalde efsane daha az anlamsız, daha az çelişkili olurdu. Ne var ki, onlar bunun yerine, haddi aşanı muzaffer, Tanrıyı yenilgi içinde göstermişlerdir. Hristiyan mitolojistler, bize İsa'nın bütün insanlığın günahları için öldüğünü; onun çarmıha çekilmek ve ölmek için geldiğini söylemektedirler. Ölüm sözcüğü çevresindeki sorunlara, bu sözcük üzerinde yapılan tevil ve sözcük oyunlarına girmek istemiyoruz; çünkü söylediklerine göre Adem'in elmayı yemesi olayında geçen buyurucu söz «Muhakkak sen çarmıha çekileceksin» değil, «Muhakkak sen öleceksin» biçimindedir. Ne var ki, St. Paul bu konuda kendi ismini taşıyan kitaplar yazmışsa da 'Adem' sözcüğü üzerinde türettiği bir diğer teville bu çapraşık durumun devamını sağlamıştır. Ona göre iki Adem vardır: ilki bizzat günah işleyip vekâleten acı çeken; ikincisi ise vekâleten günah işleyip bizzat acı çeken. Otantik (sahici) belgeler gösteriyor ki, İsa hiçbir zaman kendisinin bir beşerden başka bir şey olduğunu ileri sürmemiştir; ne var ki, Hristiyanlar onun öğretisini paganizmle (putperestlik) karıştırarak onu tanrının oğluna dönüştürdüler. Bununla da kalmıyarak onun için özel bir görev tanımladılar: Kefaret (Redemption). Baba Tanrı öç alıcı bir tanrı, Oğul ise Kurtarıcı bir tanrıdır. Üçleme öğretisinin benzer biçimde Hristiyanlığın diğer ilkeleri ve inançları üzerinde derin bir etkisi olmuştur. Hristiyanlığın insan ve Evren konusundaki inancını ele alalım; bu konudaki öğreti şudur: Tanrının bir tek oğlu olduğuna göre, bir tek evren vardır: o da bizim yaşadığımız evrendir. Kilisenin, Galileo ve Copernicus gibi insanlara karşı yürütmüş olduğu amansız kavganın nedeni de, büyük bir olasılıkla burada yatmaktaydı. Çünkü bu adamlar bu dünyadan başka âlemlerin de bulunduğunu, dünyanın yuvarlak olduğunu ve onun evrenin merkezi olmadığını ileri sürüyorlardı. Oysa Tanrı-Mesih öğretisinin benimsenmesi Ptolemy kuramının doğrulanmasını zorunlu kılıyordu. Tanrının biricik oğlunu, Mesih kılığında gönderdiği bir dünyanın, evrenin merkezi olduğu yolundaki Hristiyan görüşü, ancak Ptolemy kuramında doğrulamasını buluyordu. Hristiyanlık Kadir-i Mutlak Tanrıyı, Havva'nın elmayı yemesi yüzünden, oğlunu çarmıha çekilmek üzere göndererek öç almayı düşünen zayıf ve güçsüz bir tanrıya indirgemektedir. Diğer yandan Hristiyanlık, yaratıklar alemini insanın yaşadığı âleme (Dünyaya) indirgemeyi gerekli görmekte ve bütün genişliği, büyüklüğü ve derinliğiyle alemlerin çokluğunu yadsımaktadır. Bunun nedeni, Tanrının, diğer bütün alemleri ve onlar üzerindeki gözetimini bırakarak, ilk günahın onarılması doğrultusunda, kendini sadece insanların dünyasına adamış olmasıdır. Hristiyanlık bu inanca sarılmakla, kendini kaçınılmaz biçimde, dünyanın yuvarlaklığı ve âlemlerin çokluğu görüşünü yadsımak zorunda bırakmıştır. Diğer yandan sınırsız yaratılış içinde her alem için ayrı bir Havva'nın, bir yılanın ve bir kurtarıcının varlığını düşünebilir miyiz? Bu durumda, anlamsız bir biçimde Allah'ın oğlu diye anılan ve çoğu zaman da bizzat Tanrı yerine konan kişinin, sonu gelmez bir biçimde birbirini izleyen ölümleri tadarak âlemden âleme koşup durmaktan başka bir işi olmazdı. Ya da milyonlarca Tanrı oğlunun varolması gerekirdi, aynı Tanrı tarafından yaratılmış milyonlarca âlem olduğuna göre. Sonuç olarak, İslâm'la Hristiyanlık arasında yapılacak bir karşılaştırma, İslâm Akide'sinin açıklığa kavuşmasında yararlı olacaktır.
Sayfa 94-97
·
123 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.