Bu kitap yorumunu Instagram'daki "alintilarlayasiyorum" profilimde de okuyabilirsiniz: instagram.com/p/Ca7g8HSt9kx
Son zamanlarda okuduklarınızın aynılığından sıkıldınız mı? Şöyle kafa açıcı, karlı havalarda yoğunlaşıp okumaya uygun, yaşadığımız gerçeklik hakkında sizi sorgulatacak bir kitap mı arıyorsunuz? O zaman
Simülakrlar ve Simülasyon kitabı sizin için doğru bir seçim olabilir...
Dünyada yüzbinlerce okunma sayısına sahip bu kitabın ülkemizde bu kadar az ilgi görmesi üzücü olsa da pek şaşırtıcı değil. Bizi yoran kitaplara yanaşmıyoruz. Her okuduğumuzun akıcı ve sürükleyici olmasını talep ediyoruz. Kendi gerçekliğimizle kitapların anlattığı gerçekliğin eşleşmesini bekliyoruz. İşte
Jean Baudrillard tam da bu noktada gerçekliğin yargıcı olarak devreye giriyor.
Bazı kitapların yazım tarihlerine baktığımda yazarlarına karşı "Abi dünyada ne kadar zeki ve öngörülü yazarlar varmış!!!1!1" diyorum, sizde de arada böyle bir duygu oluşuyor mu? Mesela Baudrillard bu kitabı 1981 yılında yayımlatmış ve bana göre bu inanılmaz bir durum. İçinde bulunduğumuz teknolojik köleliği, sanal gerçekliğimizin esas gerçeklik ile olan heterojen karışımını, bu gerçeklikler arasında kısılı kalmış zavallı varoluşumuzun kimlik mücadelesini bir insan henüz bunların hiçbiri gerçekleşmeden 40 yıl öncesinden nasıl bu kadar öngörülü anlatabilir? İşte düşünürlük sıfatını hak etmek tam da böyle bir şey olsa gerek...
Bu kitap konusunda işimi kolaylaştıran şeylerden biri, sosyoloji hakkında biraz da olsa altyapımın olması,
Çarpışma romanını önceden okumuş olmam, Paris'teki Pompidou Kültür Merkezi'ni yerinde görmüş olmam ve bunu bizzat derslerde işlemiş olmamız gibi şeyler sayılabilir. Şöyle ki eğer Çarpışma kitabını okumamışsanız direkt olarak bir bölümden hiçbir şey anlamazsınız. Aynı şekilde Paris'teki Pompidou Merkezi hakkında hiçbir fikriniz yoksa yine doğrudan bir bölüm sizin için çok anlamsız gelebilir. Ama yeni ilgi alanları keşfedebilmek için bile bu kitap harikanın da ötesinde bir kitap.
Dile kolay, 200 küsür sayfalık bir kitabın içine sosyolojiden sinemaya, edebiyattan mimariye, felsefeden medyaya kadar pek çok düşünceyi bir RAR dosyası gibi sığdırmayı başarabilen bir düşünürle tanıştığım için çok mutluyum bugün. Peki Baudrillard bu kitapta çok mutlu olabileceğimiz ponçik şeyler mi anlatıyor? Hayır, öyle olduğunu hiç sanmıyorum.
Yaşadığımız gerçekliğin başka gerçeklikler tarafından işgal edildiğini hiç düşündünüz mü? Şu an size çeşitli sanal şekilciklerle birlikte ulaştırdığım bu kitap yorumunu bile farklı bir gerçeklik biçiminden okuyabiliyorsunuz. Bu gerçeklik sizin hayatınıza bir ajan gibi giriyor ve sizin doğumunuzdan beri devam eden varoluşsal gerçekliğinizin üzerinde söz sahibi olmak istiyor. Onun hegemonyasını reddedemiyor, kırılmasın diye hayatınıza katıyorsunuz. Sonra ne oluyor, biliyor musunuz? Bu reddedemediğiniz gerçeklik, esas gerçekliğinizden daha gerçek hale geliyor.
Her zaman dediğim bir şey vardır: İnsanın evcilleştirdiği ilk hayvan köpektir fakat teknolojinin evcilleştirdiği ilk hayvan ise insandır. Doğadan gelen insan doğayı köleleştiriyor, insandan gelen teknoloji ise insanı. Ne kadar tuhaftır ki, kendi yarattığımız bir şeyin kölesi oluyoruz, gerçekliklerimiz birbirine karışıyor, yuvarlanıp gidiyoruz bu sanal girdap içinde. Çoğu zaman birileri bizim yazdıklarımızı onaylasın diye yazıyoruz, kendi gerçekliğimizin çevresine çeşit çeşit Çin Seddi örüyoruz. Sonra da "Ah! Neden böyle oldu?"larımız arasında kavruluyoruz. Hmm, acaba neden öyle oldu dersin?
Hiç kayıp gerçekliğinizin izinde olmayı istediniz mi? Hatta daha önce şunu sormalıyım belki: Gerçekliğinizi kaybettiğinizi hiç fark ettiniz mi? Her gün geçinip gitmek için sabah akşam çalıştığınız işiniz, girip çıktığınız dersleriniz, kendi benliğinizi bir kenara koyup hayatınız boyunca başkalarının istekleri için ayırdığınız yoğunluğunuz, zaman bunca dehşet bir hızla akıp giderken sizin bu zaman nehrinde akıntıya karşı koymayı aklınıza bile getirmeyişiniz... Gerçekliğinizin yerine artık bambaşka yapay gerçekliklerin geçtiğinin farkında değil misiniz?
Kendi benliğimizin araştırma görevlisi kim olacak? Gerçekliğimiz başka gerçekliklerle her tehdit edildiğinde onu savunan avukat kim olacak? Unutup gittiğimiz gerçekliğimizi bize tekrar hatırlatan öğretmen kim olacak? Toplumun bize dayattığı ihtiyaçlardan her kaçışımızda bizi onunla tekrar barıştıracak arabulucu kim olacak? Gerçekliğimizin üstünde açılan yaralara merhemi sürecek doktor kim olacak? Kim?
Bazen kendi gerçekliğimin üstünde bir ceset yığını varmış gibi hissediyorum. Toprağın altında bir gün keşfedilmeyi bekleyen ve henüz adı bile belli olmamış bir maden gibi gerçekliğim de başkaları tarafından onaylansın istiyorum. Yeter ki "Evet, işte bu... En çok sen yaşıyorsun! Şuralara gidiyorsun, şunları okuyorsun, tebrikler!" diyebilsinler diye...
Kendi gerçekliğim şu an nerede, ne yapıyor bilmiyorum ama etrafımı sarıp beni köşeye sıkıştıran o yabancı gerçeklikler bana hep şunları söylüyor:
Doğ. Yürü. İki ayağının üstünde yürü. Uza. Kadın ya da erkek beğen. Vatan sev. Okul kazan. Bizle aynı partiye oy ver. Para kazan. Evlen. Önemli ol. Çocuk yap. Hayatını gözden geçir. Spor yap. Ağla. Bedenini onaylat. Kabul gör. Bu incelemeyi beğen.