Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Allahu Teâlâ Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'ine: واسجد واقترب "Secde et, yaklaş!" (Alâk sûresi, 96/19) âyet-i celilesi ile yakınlık istemeyi emrettiği vakit, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) secdesinde: أعوذ بعفوك من عقابك وأعوذ برضاك من سخطك وأعوذ بك منك لا أحصي ثناء عليك أنت كما أثنيت على نفسك "Allahım, ikabından affına, gadabından rızâna ve senden yine sana sığınırım. Sana lâyık bir senâ ile ben seni senâ etmekten âcizim. Sen kendini nasıl senâ ettinse, öylesin yâ Rab! buyurdu.
Sayfa 277Kitabı okudu
··
311 görüntüleme
registan okurunun profil resmi
Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in: "İkabından affına sığınırım." buyur ması yalnız ef'âl-i ilâhiyeyi müşâhede etmesinden meydana gelen bir sözdür. O, sanki Allahu Teâlâ'yi ve O'nun ef'âlini gördü de, fiilinden fiiline sığındı. Sonra daha yaklaştı ve ef'âli değil, fiille rini çıkış yeri olan ilâhi sifatları gördü ve "Gadabından rızâna sığınırım." dedi. Sonra daha terakki etti. Tevhidde bunun da noksan olduğunu anladı; sıfatı müşahede makamından zatı müşahede makamına yükselerek: "Senden yine sana sığınırım" dedi. Artık fiil ve vasıfları geride bırakarak doğrudan doğruya kendi sinden yine kendisine ilticâ etmiştir. Fakat bu arada kendisini de görmüş ve kendisi için Allah'a sığınmıştır. Bunun da bir noksanlık olduğunu daha fazla yaklaşmakla anladı da: "Ben seni hakkıyla senådan acizim. Sen, kendini senâ ettiğin gibisin." demekle ken disini yok kabul etmiştir. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in LA UHSİ sözü, kendi yokluğundan ve artık kendini görmez olduğundan haber vermektir. "Sen seni senå ettiğin gibisin." buyurması da, senâ eden ve sená olunanın Allahu Teâlâ olduğunu, her şeyin O'ndan gelip O'na gideceğini, O'nun zâtından başka her şeyin helâkte olduğu nu beyândır. Demek ki Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in ilk makamı, mu vahhidlerin son makamıdır. O, ilk önce ancak Allahu Teâlâ'nın ef'âlini görmüş ve ef'âlinden yine ef'âline sığınmıştır. Nihâyet her şeyden sıyrılmış ve en yüksek makam olan Hakk'ın zatını müşahedeye erişmiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bir rütbeden diğer bir rütbeye yükseldiği vakit, ikinciye nispetle birinci rütbeyi bir uzaklık kabul eder ve ondan istiğfâr eder ve, sîrette bunu bir noksanlık sayardı. Buna işáret olmak üzere Resûl-i Ekrem (s.a.v.): إنه ليغان على قلبي حتى أستغفر الله في اليوم والليلة سبعين مرة "Kalbime öyle şeyler gelir ki, günde yetmiş defa Allah'a istiğfar ederim." 35 buyurmuştur. Bu, günde yetmiş derece daha bir üste yükseldiğine işârettir. Bunların ilk derecesi, her ne kadar diğer yaratıkların son makamı ise de, kendisinin ihráz ettiği son derece karşısında bir eksiklik olduğundan, geride bıraktığı her dere ce için istiğfår ederdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in kendini helâk edercesine ibadet ettiğini gören Hz. Âişe: -"Geçmiş ve gelecek günâhların bağışlanmış değil mi? Nedir bu cehd ü gayretin? Nedir bu secdedeki ağlaman?" deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v.): -"Şükreden kullardan olmayayım mi?" diye cevap vermiştir. Yâni yüksek makamlar istemeyeyim mi, demek istemiştir. Çünkü şükür, ziyâdeyi gerektirir. Nitekim Allahu Teâlâ: نين شكرتم لأزيدنكم "And olsun şükrederseniz, elbette sizin nîmetinizi artırırım." (İbrâhim süresi, 14/7) buyurmuştur.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.