Cihanda hangi fidan vardır ki yetişip saye salsın da akıbet hazana ermesin; felekte hangi saadet yıldızıdır ki kemalin zirvesine erdikten sonra zevalin deryasında batmasın?
Konstantinopolis'in İstanbul'a dönüştüğü yıllarda geçiyor hikayemiz. Kötülüğün saf temsilcisi Ornio Yavuz Sultan Selim'e 16 gün boyunca büyük bir alim olan Molla Lütfi'nin söz ve eylemlerini nasıl çarpıttığını, herkesi Molla Lütfi’ye nasıl düşman ettiğini anlatır. Aşere-i muhammese’nin nasıl aşere-i muhabbese olduğunu, Molla Lütfi’yi darağacına götüren yolun taşlarını nasıl döşediğini anlatır.
Kitabın her sayfasını büyük bir heyecan ve merakla okudum ve tarihte bir yolculuğa çıkmış gibi hissettim. Olayların gerçek olması insanı ayrıca etkiliyor. Satırlar arasında duygudan duyguya girdim ama genel olarak içimi bir öfke kapladı. Kötülüğün bu kadar çabuk yayılabilmesi ve insanların bu kadar kolay karalanabilmesi ve tekfir edilebilmesi her çağda ne kadar da kolay imiş. Tarihimiz içinde maalesef ki bilmediğimiz, gizli kalmış olan ve en kötüsü merak da etmediğimiz böyle nice serüven var.
Eyüp Sultan'a gittiğimde Molla Lütfi'ye uğrayıp bir Fatiha okuyacağım mutlaka, siz de giderseniz uğramayı ihmal etmeyin. :)