Gönderi

160 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
Anlamsızlığın Anlamlılığı.
1940’lı yılların hemen başında Almanya’nın Fransa’yı işgal etmesiyle başlayan süreçte hayatın anlamını ve intihar eylemini sorgulayan Camus, intihara neden olan şeylerin anlamsızlığını anlamlandırmaya çalışmış ve bu anlamlandırma arayışının sonuçlarını orijinal adı “Le Mythe de Sisyphe” olan ama dilimize “Sisifos Söyleni” olarak çevrilen eseriyle bizlere aktarmıştır. Sisifos Söyleninde Albert Camus, kitabına şöyle başlar: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar.” ve kitabın devamında, hayatın içerisindeki sorunlar arasında en önemlisi olarak gördüğü intihar sorununa çözümler üretmeye çalışır. Ona göre hayatın içerisinde çözülmesi gereken birçok sorun vardır ama bu sorunların öncelik sıralaması sorunun bıraktığı etkiyle paralel olmalıdır. Örneğin, evrenin işleyişi insanoğlu tarafından öğrenilmek istenen ve araştırılan bir konudur. Fakat bu konunun sonuçları bırakmış olduğu etki itibariyle değersizdir çünkü hiçbir konu intiharın bıraktığı etkiyi bırakmamaktadır. Sisifos Söyleninde intihar sorununa getirilebilecek en önemli çözüm, yaşadığımız hayatın anlamsızlığından bir anlam çıkartılmasıdır. Anlam arayışı ve intihar arasındaki ilişki ise Camus tarafından şöyle açıklanmaktadır: “Yaşamın yaşanmaya değmediği düşüncesine vardıkları için ölen nice insanlar görüyorum, çelişkin bir biçimde, kendileri için bir yaşama nedeni olan düşünceler ya da düşler uğrunda ölüme giden başka insanlar görüyorum. Böylece de ivedilikle yanıtlanması gereken sorunun yaşamın anlamı olduğu yargısına varıyorum.” Hayatın anlamsızlığının aslında yaşamak için bir anlam olduğunun altını çizen Camus, Antik Yunan mitolojisinde anlatılagelen Sisifos’un mücadelesinin anlamsızlığının içerisindeki anlamlılıktan yola çıkarak bizlerin hayata farklı bir pencereden bakmamızı istemektedir. Sisifos’un hikayesini incelediğimizde verilmek istenen mesaj okuyucular tarafından daha iyi anlaşılmaktadır. Buna göre Korint Kralı Sisifos, Homeros’un ifadesiyle ölümlülerin en bilgesi ve en uyağını idi. Tanrıları ve onların cezalarını hafife alan Sisifos, Tanrıların Tanrısı olarak adlandırılan Zeus’a bile kafa tutacak ve onların sırlarını açıklayabilecek kadar cesur bir figürdür. Sisifos’un Zeus’a karşı ilk itaatsizliği ise şöyle başlar: Günün birinde Zeus, Irmak kralı Asopos’un kızı Aigina’yı kaçırır. Bunun üzerine Asopos, kızının kaçırılma olayıyla ilgili olarak Sisifostan bilgi almak ister. Kaçırılma olayını bilen Sisifos, Korinthos Kalesine su verilmesi şartıyla kendisine bilgi verebileceğini Asopos’a açıklar. Kaçırılma olayını Asopos’a anlattıktan sonra Zeus’un cezasına maruz kalan Sisifos, kendisi için gönderilen Ölüm’ü zincire vurur ve Tanrıların şiddetli öfkesini iyice üzerine çeker. Daha sonrasında ise ölmek üzereyken eşinden bir ricada bulunur ve bedeninin gömülmek yerine meydanda sergilenmesini ister. Fakat eşi, bunu dinlemez ve ona ihanet eder. Bunun üzerine eşine ceza verebilmek için Hades’ten izin alarak dünyaya dönen Sisifos, dünyanın güzelliklerini görünce yer altı dünyasına dönmekten vazgeçer ve yeniden Tanrılar tarafından cezalandırılır. Bu yeni cezaya göre Sisifostan yuvarlak bir kayayı dağın zirvesine ulaştırması beklenir. Fakat Sisifosun cezası da burda devreye girer çünkü o kaya asla zirveye ulaşamayacaktır. Kaya zirveye yaklaştığı zaman sürekli olarak aşağı yuvarlanmakta ve Sisifos, yeniden başlangıç noktasına dönerek o kayayı zirveye ulaştırmaya çalışmaktadır. İçinde bulunduğu anlamsız duruma karşı isyankar bir tavırla mücadele veren ve cezaya karşı gelen Sisifos’un acınası durumu ünlü tarihçi Homeros tarafından şöyle tarif edilir: “Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, kan ter içinde…” Albert Camus, Sisifos’un hikayesini bizlerle paylaşarak aslında bir nevi hayatın anlamsızlığını ortaya koymaya çalışmıştır. Bu hikayede bir var oluş kaygısı yer almakta ve bu kaygı Kierkegaard’a göre “kendi olma ya da olamama kaygısı.” olarak açıklanmaktadır. Sisifos, her ne kadar acı çekse de yaşamaya, var oluş kaygısına ve engellerle dolu mücadelesine devam etmiştir. Camus’un anlayışı da buna benzerdir. Çünkü ona göre “Önemli olan iyileşmek değil, dertlerle yaşayabilmektir.” Sisifosun mücadelesiyle kendi hayatımızda verdiğimiz mücadeleyi değerlendirdiğimizde verilen mücadelelerin birbirine benzer olduğu görülebilecektir. Her sabah kalkıp işe, okula veya bir uğraşı sahibi olduğumuz herhangi bir yere gidiyoruz. Daha sonrasında eve geliyor, yemek yiyor ve uyuyoruz. Ertesi gün ise yeni bir hayat mücadelesinde kendimizi buluyoruz. Tıpkı Sisifosun kayayı hiçbir zaman zirveye ulaştıramayıp da her zaman aynı başlangıç noktasından yeni bir mücadeleye başlaması gibi sürekli bir devinim içerisinde hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda Camus, her ne kadar acı verici, rutin veya sıradan da olsa hayata karşı mücadele vermekten vazgeçmememiz gerektiğini bize anlatmaya çalışmaktadır. Çünkü intihar etmek bir başkaldırı değil ona boyun eğmektir. Bununla birlikte, hayatımızda her zaman her şeyin iyisi olsun istiyoruz fakat iyinin de iyisi olduğunu unutuyoruz. Hayata karşı hep umut dolu oluyoruz ama hayatın acıları da içerisinde barındırdığını göz ardı ediyoruz. Hayat bize güzel şeyler vaat etmedi peki neden vaat edilmeyen umutlar için kendimizi sürekli yıpratıyoruz? Neden hayatın anlamsızlığı üzerinde bu kadar kendimizi yoruyoruz? Neden yaşamın hep bizi mutlu etmesini bekliyoruz? Tüm bu sorulara cevap bulabileceğiniz bu kitabı hayatında anlam aramaya çalışan tüm okuyuculara tavsiye ederim İyi okumalar...
Sisifos Söyleni
Sisifos SöyleniAlbert Camus · Can Yayınları · 20158,5bin okunma
··
674 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.