Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

376 syf.
10/10 puan verdi
·
5 günde okudu
Sadece tiksiniyordum: insandan, tabiattan, eşyadan! (Okumadan ölmeyin)
"Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir ânın Parçalanmaz akışında." Gururla söyleyebilirim: "Bu dünyadan bir
Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi Tanpınar
geçti ve ben onu okuma şerefine nail oldum." Bazı yazarlar vardır, geç tanırsın. Bazıları da vardır ki, geç tanımanın daha kötüsü: yanlış tanımak... Geçtiğimiz yıllarda çok sevdiğim, bana çok şey katan bir profesör ile konuşuyoruz. Söz Ahmet Hamdi'den açıldı. Dedim ki, bir kitabı ile başladım ve bir süre ara verme kararı aldım. Bana "Sen en olmayacak kitapla, Huzur ile başlamışsındır." dedi. Gerçekten de öyle yapmıştım. O muhabbetten sonra bir şans daha verdim kendisine -Ben kimim ki öylesi bir yazara şans tanıyorum, bir kere daha okuma kararı aldım diyelim.- Ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okudum. Üslubu o kadar başkaydı ki yavaştan bir hayran olma duygusu uyandırdı bende. Ve şimdi Sahnenin Dışındakiler... Dili bu kadar güzel kullanan -tek kelimeyle muazzam buldum- olaylar arasında böylesi geçişler yapabilen çok az yazar tanımışımdır. Sonradan öğrendim ki
Yahya Kemal Beyatlı
Yahya Kemal Beyatlı
'nın öğrencisiymiş. Kelimelere olan titizliğini ondan almış olsa gerek. "Hiç kendini denemeyecek misin? Ne olduğunu, kim olduğunu öğrenmeden mi öleceksin?" (s. 11)
Sahnenin Dışındakiler
Sahnenin Dışındakiler
... 1920'li yılların İstanbul'u. Düşman askerleri şehirde. Asıl mücadele Anadolu'da yaşanıyor, İstanbul bir nevi sahnenin dışı. Hani diyordu ya Ahmet Hamdi: "Ne içindeyim ne de büsbütün dışında" diye, tam olarak öyle bir hali var aslında. "Orada mücadele var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek! Asıl sahne orası. Biz burada maalesef sadece seyirciyiz. Sahnenin dışındayız." (s. 142) Bir tarafta İstiklal Harbi yaşanıyor diğer tarafta iç karışıklıklar, iç savaş... Çıkar ilişkileri, ayaklanmalar, ne dost belli ne de düşman. O dönemin İstanbul'unu o kadar başarılı sunmuş ki okura yazar. Toplumun düşünce biçimini, kadının toplumdaki ve sanatın o dönemdeki yerini, aydınların çabalarını ve bu çabalara engel olmak isteyenlerin çalışmalarını... "Gayet gariptir ki erkeklere ait her haddin ayrı ayrı dualarla, düğünlerle tespit edildiği eski örfümüzde, genç kızların çarşafa girme hadisesi çok sessiz sedasız geçerdi." (s. 40) Durun durun! Böyle devam edersem bunu yalnızca tarihi bir roman gibi aksettireceğim size! Oldukça derin, çok boyutlu bir eser. Başkahraman Cemal merkezinde gelişiyor olaylar, çocukluktan beri tanıdığı ve sevdiği Sabiha ve arkadaşı, hocası İhsan... Karakter tanıtımları oldukça başarılı. Bir adamın hayatının iki karakter ile nasıl şekil aldığını (Sabiha ve Alaiyeli Ahmet'in etkisi) ve bir kadının göz göre göre nasıl bir uçuruma sürüklendiğini anbean görüyorsunuz. Kahramanların birbirleri üzerindeki etkileri derinlemesine ele alınmış. Öyle ki ben bile saatlerce Cemal ve bilhassa Sabiha'yı düşünmekten kendimi alamadım. Ve bir adım daha ileri giderek, sayfa sayfa Cemal'le birlikte Sabiha'yı aradım diyebilirim. Amiyane tabiriyle yaşanan her şey vıcık vıcık olmadan, dozunda yaşanıyor. İlk andan itibaren Sabiha'ya bağlı Cemal, onu en yakın arkadaşı İhsan'dan bile kıskanıyor. Ama kadın hissi derler ya, her ikisine de yâr olmayacağını hissediyor Sabiha... Bu aşka dair söylenecek çok şey var aslında ama daha fazla spoiler vermemek adına siz kıymetli okurlara bırakıyorum. Aklıma okuduğum andan itibaren takılan şu cümleyi düşünmekten de kendimi alamıyorum: "Niçin kadere bu kadar bağlı olan insanlar, bir türlü ona razı olmaz?" (s. 36) Yazarın döneme dair tespitleri o kadar yerinde ki... Neden mutlu, sağlıklı, varlıklı değiliz -ya da değildik- hepsinin cevabı bir paragrafta saklı aslında. Kitabı bir paragrafla özetleyecek olsaydım yazarın şu paragrafını seçerdim. Okuyunca eminim hak vereceksiniz: "Dünyada başka mesut milletler de vardı. Onların bizim yaşlardaki gençleri hiç de bizim bu anda olduğumuz gibi bir “olmak ve olmamak” meselesiyle meşgul değildiler. Onlar aşkı, sporu düşünüyorlar, yaşlarının tabii iştiyakları ve meseleleriyle meşgul oluyorlar, kurulmuş bir hayatın imkânlarından istifade ederek çalışıyorlardı. Biz ise el parçası kadar bırakılmış, çok harap bir vatanda yaşamak imkânlarını düşünüyorduk." Atatürk'e dair bir anı var, pek çoğunuz bilirsiniz. Bu görüşleri doğrular nitelikte: "Atatürk, Mersin'e yaptığı gezilerden birinde, kentte gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş: “Bu köşk kimin?” “Kirkor'un.” “Ya şu koca bina kimin? “Yorgo'nun.” “Ya şu apartman kimin?” “O da Salomon'un.” Atatürk biraz sinirlenerek sormuş: “Onlar bunları yaparken ya siz neredeydiniz?” Toplananların arkalarından yaşlı bir köylünün sesi duyulmuş: “Biz Yemen'de, Tuna boylarında, Balkanlar'da, Arnavutluk dağlarında, Kafkasya'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paşam!” Atatürk bu hatırasını naklederken: “Hayatta cevap veremeyeceğim yegâne insan bu ak saçlı ihtiyar olmuştur.” der. Şu soruyu sormanızı istiyorum kendinize: Hayat telaşı ile uğraşmaktan aşka, spora, edebiyata vakit bulabiliyor musunuz? Cevabınız evetse, ziyadesiyle şanslı ya da bunu kazanmak için ziyadesiyle emek vermiş olduğunuzu söyleyebilirim. Varlık yokluk mücadelesi veren bir milletin sanatı da ihmal etmeme çabası... Sabiha bir tiyatro aşığı. Hatta eserin sonunda sahneye çıkan ilk Türk kadını olduğunu görüyoruz. Verdiği zorlu hayat mücadelesinin sonunda en baştan beri tutkun olduğu belki de elinde kalan yegane şey: tiyatro. "Sabiha'nın tiyatroya merakı o devirde hayret edilecek bir şey değildi. Balkan Harbi'nin sıkıntısından yeni çıkmış olan İstanbul, belki de eğlenmek istediği için hemen hemen sadece tiyatroya sarılmıştı." (s. 131) Eserin sonunda kıymetli hocamız -kendisini geçen yıl Kastamonu'da tanıma ve dinleme şerefine eriştim- İnci Enginün'ün esere dair açıklamaları yer alıyor ve ardından kitapla tefrika arasındaki farklara sayfa sayfa yer verilmiş. Oldukça titizlikle hazırlanan bir çalışma diyebilirim. Yalnızca bunun için birkaç kez okunmayı hak ediyor olabilir! Biraz uzun oldu ama kısa yazsam da uzun yazsam da çok okunmuyor nasıl olsa. Ne diyordu Ahmet Hamdi eserinde: "Az okuyoruz hatta hiç okumuyoruz ve galiba hiç de düşünmüyoruz." (s. 45) Huzuru okurken huzursuz -sanırım hazır değildim.- olmuştum. Şimdi bu kitabın kapağını huzurla kapatıyorum. "Bu dünyadan bir Ahmet Hamdi Tanpınar geçti ve ben onu okuma şerefine nail oldum." Bunun ötesi olabilir mi? Dili biraz ağır, cümleler uzun ama edebi değeri tartışılamayacak nitelikte. Biraz hazırbulunuşluk gerektirse de o lezzet alınınca doyulamayacak bir yazar. Bu kitap için de vesile olan
Eyüpsultan Belediyesi
Eyüpsultan Belediyesi
'ne teşekkür ediyorum. Ama en büyük teşekkürü buraya kadar sabırla okuyan kıymetli okurlara etmek istiyorum. Paylaşarak daha çok kişiye ulaşmasına vesile olabilir, yorum yaparak görüşlerinizi belirtebilirsiniz. Söz yarışmayı kazanırsam kitaplarımı sizlerle paylaşacağım.
Sahnenin Dışındakiler
Sahnenin DışındakilerAhmet Hamdi Tanpınar · Dergah Yayınları · 20192,747 okunma
··
1 artı 1'leme
·
46,8bin görüntüleme
Mikail Balcı okurunun profil resmi
Ahmet Hamdi okumak okuma düzeyinin belli bir boyuta ulaştığının en somut göstergesi.
Mikail Balcı okurunun profil resmi
Bu kadar güzel insanın olduğu sitede her şeyi eleştiren itici bir grup da var elbet. Onlarla tartışmaya dahi gerek duymuyorum. Tartışarak değiştiremeyeceğim çünkü. Sizlerin varlığı yetiyor.
Doç. Dr. Seyit Ahmet SOLMAZ okurunun profil resmi
Tek kelime ile “Mükemmel” bir inceleme yazmışsınız. Bu romanı alalı bir kaç ay olmasına rağmen henüz okumamıştım. Derhal okumaya başlıyorum. Kaleminize sağlık… 🙏🏻
Mikail Balcı okurunun profil resmi
Şimdiden keyifle... Var olun.
Nurettin Polat okurunun profil resmi
Teşekkürler, saatleri ayarlama enstitüsü nü okumuştum, bu kitabı da okuma listeme aldım.
Mikail Balcı okurunun profil resmi
Şimdiden keyifle okuyun. 🙏
Bilgen okurunun profil resmi
Çok güzel bir inceleme 👏🏻👏🏻👍🏼
Mikail Balcı okurunun profil resmi
Teşekkür ediyorum. 😊🙏
62 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.