Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Duyduğum en güzel aşk hikayesi
Bu zamana kadar duyduğum en güzel aşk hikâyesi Samsun'daki bir Çerkes köyünde geçiyor. Bana bunu anlatan arkadaşım o köydendi. Çerkeslerin, bir kısmı hayli katı olan gelenekleri varmış. Buna göre mesela Çerkeslerde akraba evliliği yasakmış. Hoş karşılanmazmış. Üstelik öyle çok yakın akraba olunması bile şart değilmiş. Arkadaşımın ‘geçen yıl vefat etti’ dediği İlyas Dedesinin öyküsü de bu geleneğin yansımasıymış. Altmışlı yıllardır; İlyas ile Aysel bu köyde yaşayan iki gençtir. Birbirlerini severler. İlyas, kumral, dalgalı saçlı, bir Kafkas yiğidi. Başlığının önünden perçemleri sarkar, ela gözleri şimşek gibi çakar. Tüfeğinin fişeklerini çapraz bağlayıp ava gider; taşı sıksa suyunu çıkarır. Yalan bilmez, sırtı yere gelmez bir dağ aslanıdır. Aysel, belik belik ördüğü saçlarını çemberinden aşağı salıverir. Yeni açmış bahar çiçekleri gibi güzel, zarif, ince, narin bir kızdır. Yeşil gözleri İlyas’ın yüreğinin yağlı kurşunudur. Öyle mahcup öyle derinden severler ki, bugünün aşklarında bu sevdanın bir emsali yoktur. Suskunluğun sarmaladığı, suskunluğun konuştuğu bir sevdadır bu. Bir kaçamak bakışın, bir utangaç tebessümün binlerce karşılığı vardır yüreklerinde. Seni seviyorum diyemeden onu sevmektir. İlyas askere giderken, ‘bekle beni, geleceğim’ der. Aylar boyunca hasret çekerler ve İlyas döner. Aysel bekler onu. Ancak önlerinde büyük bir engel vardır. Akrabadırlar. Dinen nikâh düşse bile Çerkes geleneklerinde bu evlilik mümkün değildir. Ayıptır, yasaktır, günahtır. İlyas, ailesine bir iki açılır olur ama olurlar olmaza dönüktür. Gelenekler çiğnenemez; genç yürekler çiğnense de… Ama gönle söz geçmez. Köyde herkes bilir onların birbirlerini sevdiklerini ama bir Allah’ın kulu çıkıp da seslendiremez. O yiğit İlyas inat eder –ki Çerkes erkeklerinin inadı meşhurdur, evlenmez. Daha ötesi o peri kızı Aysel de inat eder –ki Çerkes kadınlarının inadı da hiç aşağı değildir, evlenmez. Bir Çerkes ‘olmaz’ demişse yedi düvel bir araya gelse olmaz o iş. Madem gelenekler öyle demiştir, geleneği çiğnemeyiz ama sevmediğimiz biriyle de evlenmeyiz demişlerdir. Üstelik bu kararı konuşup almamışlardır bile. Yüreklerinin sesini dinlemişlerdir. Zaten köy yeridir, konuşmak, görüşmek pek mümkün değildir. Ancak bu işin tek istisnası vardır; köy düğünleri… İşte bir Çerkes düğünü olunca İlyas da Aysel de koşa koşa gidermiş. Onları ilgilendiren esas şey ne evlenen çiftlerin mutluluğu ne düğünün neşesiymiş. Sadece ve sadece halkanın içinde ikisinin çıkıp karşılıklı oynadıkları o muhteşem Kafkas dansıymış. Başka kimseyle oynamazlarmış, sadece ikisi… Herkes onların bu sevdalarını bildiği ama asla dillendirmediği için düğünü yöneten hatiyako da ikisinin dansına hep müsaade edermiş. Akordeon çalmaya başlarmış evvela. Kafkas Dağlarından kaynağını alan ve dünyanın dört bir yanına dağılan o melodiler yayılırmış ortalığa. Kalkarlarmış karşılıklı. Gözleri gözlerine kilitlenir; başka hiçbir şeyi görmez olurlarmış. Asalet dolu, dik bir yürüyüşle süzülerek birbirlerine yaklaşırlarmış. İlyas dağ gibi delikanlı; Aysel onun omuz hizasında, boylu poslu bir Kafkas prensesi. Karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini selamlarlarmış. İlyas elini kalbine götürürmüş; Aysel boynunu bükermiş. İlyas’ın üstünde siyah, Aysel’de ise kırmızı bir kıyafet olurmuş çoğunlukla. Ve sonra gözleri hep gözlerinde, karşılıklı süzülerek başlarlarmış oynamaya. Ellerini, kollarını, ayaklarını öyle ustaca kullanırlarmış ki; müzik adeta onların ruhlarına dönüşüverirmiş. Herkes susar, onları seyredermiş. Gelinle damat bile başrolü onlara verirmiş. İki bedende bir can olurlarmış. Her figürün her salınışın bir manası varmış, yalnızca onların bildiği… Çoğu hasret kokan, sitem dolu sevdalı figürlermiş bunlar. Akordeondan çıkan her nağme, yüreklerinin atışı olurmuş. Karşılıklı durduklarında birkaç adım geri atsalar yürekleri yanarmış; bir nefes mesafesi yaklaştıklarında ise bir kuş kalbi gibi çarparmış kalpleri… Zaman dururmuş… Dünya onları seyre dalarmış… Söylenmemiş her şey dile gelirmiş… Sonra akordeon içli içli inlerken İlyas bir dizini yere koyarmış. Çökermiş yere, sanki sevdasının ağırlığından. O yerde öylece durup havaya kaldırdığı kollarıyla alkış yaparken Aysel bir kuğu gibi süzülürmüş etrafında. Zarif figürler eşliğinde sevdasını tavaf edermiş tabiri caizse. Sonra kalkarmış İlyas ve karşılıklı danslarına son verirlermiş. Bu herkesin bildiği ritüel yıllarca devam etmiş. İlyas, İlyas’lıktan İlyas Dedeliğe kadar gelmiş; keza Aysel de Aysel Nine olmuş. Ama yan yana bir fotoğrafları bile olmamış. Bir gün bile seni seviyorum diyememişler; sadece bir defasında İlyas ana dillerinde ‘se ş'ü wuselheğu’ yazan bir notu, bir papatya demetine sarıp da tütün dizerken yanlarında bulunan sepetinin içine bırakıvermiş. Aysel ise ona o zamanlar küçük bir çocuk olan arkadaşım aracılığıyla ikisinin baş harfleri ile bir kalp işlenmiş olan bir mendil göndermiş. O kadar… Gençlik gidip, yaşlar kemale ermeye başlayınca her ikisi de ebeveynlerini kaybetmiş. Kardeşleri birer birer evlenip çoluk çocuğa karıştıkça baba evleri onlara kalmış. Evleri birbirine yakın sayılırmış. Gerçekten de inatlarını sürdürmüşler ve hiç evlenmemişler. İlyas yaşlanınca köy camiine sürekli gider olmuş. Ve her öğle namazına giderken Aysel’in camına tıklayıp, ‘bir isteğin, eksiğin var mı?’ diye sorarmış. Her öğle namazında, istisnasız. Sadece bu; ‘bir isteğin, eksiğin var mı?’ Cevap ekseriyetle ‘teşekkür ederim’ olurmuş. Olur da bir öğle namazı öncesinde İlyas gelmezse ya da Aysel camdan bakmazsa ikisinin de felaketi olurmuş. Yetmişli yaşlarında iki insan ve yarım kalan bir aşk hikâyesi… Onlar da bu hayatı yaşamışlar mı? Yaşamışlar işte. Evet, Kimine göre eksik yaşamışlar belki ama eksiksiz sevmişler… Önce Aysel vefat etmiş; İlyas günlerce ağlamış ardından. Çerkesçe ağıtlar yakmış. Köyün gençleri anlamamış neler dediğini ama tahmin etmişler elbette. Sonra, kısa bir süre sonra da İlyas vefat etmiş. Allah, onları cennette kavuşturacak bence. Çünkü kişi sevdiğiyle beraberdir. Arkadaşım bana bunları anlatınca çok etkilendim. Gencecik iki aşığın o muhteşem Kafkas düğünlerindeki dansları canlandı gözümün önünde ve sonra da başında Çerkes kalpağı olan bir ihtiyarın, bir köy evinin camının tıklatması. Sadece şunu sordum; ‘madem hiç evlenmediler neden İlyas Dedem diye bahsediyorsun ondan?’ Meğer aslında dedesinin kardeşiymiş ve Çerkesler büyük amcalara dahi dede derlermiş. Bir ömür sevmek bu olsa gerek… Mehmet Y. - Üstünde çalışılan bir roman denemesinden...
··
254 görüntüleme
Metin T. okurunun profil resmi
Duygulu bir hikaye. Çerkeslerde akraba evliliği o kadar ayıp karşılanan bir tabudur ki, buna rağmen iki akrabanın birbirinini sevmesini anlamam zor. Daha küçücük yaşta bu yasağı duya duya yaşaya yaşaya büyüdüklerinden bir akrabayı evlilik anlamında sevmek diye bir fikir yoktur akıllarında. Demek ki oluyormuş. Kolay gelsin. Kaleminiz rahat yazsın.
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Teşekkürler... Aşk, kural tanımazmış Metin Bey :) Beşiktaş'ın unutulmaz başkanı Süleyman Seba da bir Çerkesmiş. Adapazar'a yerleşmiş Sıba kabilesinden. O da teyzesinin kızına aşık olmuş, birbirlerini sevmişler ama gelenekler müsaade etmemiş. Süleyman Seba'nın hiç evlenmeme sebebi buymuş. Oluyor demek ki böyle şeyler...
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
“Elveda Issık Göl, bitmemiş türküm benim. Seni nasıl beraberimde götürmek isterdim bilemezsin. Mavi sularını, sarı topraklı sahillerini. Ama yapamam bunu. Nasıl sevdiğim kadını beraberimde götüremiyorsam, seni de götüremem.”(Al Yazmalım Selvi Boylum)
Bu yorum görüntülenemiyor
Yaren okurunun profil resmi
Mehmet hocam aklıma geldi yazınız yeniden okuyayım dedim her şey çok güzel, çok güzel anlatmışsınız yüreğinize sağlık fakat yazıda gördüğüm ufak bir şey var. Kuraldır, Çerkesler oynarken birbirlerine bakmazlar, ayıp sayılır, kız yere bakarak oynar, erkek ise genç kadının sağ veya sol tarafına bakar. Katı kurallardan bahsedilmiş diye yazma gereği duydum. Çalışmanızda başarılar diliyorum.
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Hep Özge Borak ile Engin Hepileri'nin suçu bunlar :))))) Madem dediğiniz gibi, 'gözleri hep gözlerinde' kısmını düzeltir, 'göz göze gelmenin bile yasak olduğu gelenekte, kaçamak bakışlar' gibi bir şey eklerim ileride...
1 sonraki yanıtı göster
Yaren okurunun profil resmi
Çok güzel... Çok duygulandım, dans kısmında durakladım birkaç dakika. Kulaklarımda akordeon sesi, iki gencin muhteşem danslarını sergiliyorlar... Ağladım ağlayacağım. :) Elinize sağlık.
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, O duyguyu verebildiysem ne mutlu bana...
Li-3 okurunun profil resmi
Zaten sevgi konusunda biraz çekiniğiz. Mesela bir baba, babasının yanında oğlunu sevemez. Saygısızlık olarak görülür. Kaldı ki bir insana sevdiğini söylemek çok cesaret gerektiren bir konu olsa gerek o zamanlar.
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Haklısınız. Çerkeslerden mi söz ediyorsunuz? Gerçi, toplumun geneli öyleydi eskiden...
10 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Nilüfer okurunun profil resmi
"se ş'ü wuselheğu" bu cümlenin anlamı nedir? Okurken kaç sigara yaktım ard arda sayamadım, kaç kere burnumu çekip gözlerimi sildim bilmiyorum. güzel ve derin seven insanlar vardır belki hâlâ. umut işte... ellerinize sağlık, yüreğiniz gam görmesin.
1 önceki yanıtı göster
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Seni seviyorum demekmiş... Hikayeyi okurken bir de ağlatan kafe adlı Çerkes ezgisini dinlerseniz daha fena ağlarsınız. Bu arada hadise gerçektir...
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Nilüfer okurunun profil resmi
"Kimine göre eksik yaşamışlar belki ama eksiksiz sevmişler." Çok beğendim Mehmet Bey, gözlerim doldu okurken. Elinize sağlık...
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, daha önce okuyamayanlar için ara ara tekrar paylaşıyorum.
21 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.