“Kâbiliyeti olan bir insan, yüksek sanatkâr olabilir. Fakat her yüksek sanatkâr büyük insan olamaz.
Sanat ve hünerle iftihar etmek çocukça bir duygudan ileri gelir. İnsan, iki türlü varlığın sâhibidir. Maddî, mânevî. Nasıl ki bu maddî varlık bir gün olup sönmeye, mahvolmaya mahkûmsa, onun vücûda getirdiği eserler de aynen böyle, solmaya, bozulup yok olmaya mahkûmdur. Zeval bulacak şeyler için gururlanmak, -binlerce Viyana sefirleri alkışlasalar da- aklı başında bir insana yakışır mı?
Eğer insan mânevî varlığı ile bir eser, yâni mânâsını bir eser olarak ortaya çıkarabilirse, iftihar edilecek şâheser budur işte!”