Gönderi

360 syf.
7/10 puan verdi
·
3 günde okudu
-"Seni az seviyorum" -"Ben daha az"
"Travmatik olan hayattı. Hepsi. Bütün hayat. Her şey. Özellikle de, travmatik gibi durmayan ne varsa. Doğmak gibi. Dolayısıyla, doğum sonrası depresyon, yeni annelerin yakalandığı psikolojik bir hastalığın değil, hayatın tanımıydı. Hayatta kalma isteğinin. Hayata rağmen." Hakan Günday okurken kendime pek çok kez aynı sözü veririm. "Bak bu son olacak, bu kalem, bu adam sana iyi gelmiyor." diye. İlk kez Kinyas ve Kayra'da verdim bu sözü, sonra Zargana okurken, ardından Piç ve son olarak son okumam, Az... Muhtemelen bir sonraki sözüm, tüm kitaplarını okuduktan sonra herhangi bir kitabını tekrar okumama sözü olacak. Ve ben yine tutmayacağım. Okulundan alınıp evlendirilen bir kız düşünün. Henüz 11 yaşında. Bir gün, bir hafta sonra geri dönmek üzere kitaplarını topluyor ancak kitapları yakılmak üzere sobaya, kendisi okulu yerine, henüz köyünden çıkamamışken Londra'ya, tanımadığı bir adamın kollarına atılıyor. Tarikatçı Şeyhin oğlu, evlendirildiği adam. Bu muameleyi gören yalnızca Derdâ mı derseniz, maalesef: "Köyün bütün kızları gibi, Fehime de bir çift gözden ibaretti. Doğunca açılan, ölünce kapanan bir çift göz. Ne ağzı bir işe yarayacaktı, ne de ses telleri." Bunlar bilmediğimiz şeyler değil ancak görmezden gelmeyi seçen yine bizleriz. Hakan Günday ise olabildiğine yalın, açık ve kaba üslubuyla en gerçekçi biçimde görmezden gelinenleri anlatıyor bize. O denli gerçekçi anlatıyor ki okurken kimi zaman nefesinizi tutuyor, kimi zaman uzansam, o sayfalardan çekip kurtarsam onu diyorsunuz; ruhunuz parçalanıyor. Elinizi uzatmak istediğiniz tek Derdâ o da değil üstelik. Romanın ikinci kısmında yeniden Derda'yla tanışıyoruz, ancak bu sefer şapkasız "a"lı Derda. Şapkasız "a"lı olduğu gibi, sevgisiz ailede büyüyen Derda. Hatta ailesiz büyüyen Derda: babasını hatırlamayan; yurda dönmemek için annesinin cesedini parçalayıp gömen Derda. Neyi vardı peki Derda'nın? Oğuz Atay'ı vardı. Oğuz Atay'a o denli bağlı ki Derda, onun derdini derdi bilip uğruna adam bile öldürdü. "Derda, Oğuz Atay'a karıştığını hissediyor ve okumuş olduğu mutsuzluğu, hissedebileceği her yerinde hissediyordu." Hatta ilk kez Tutunamayanları okuduğunda da şunları hissetmişti Derda: "Hayatı boyunca okuduğu ilk romandı. Anladığıysa bir toz kadar. Zihninde tek bir toz tanesi, hızla inip kalkan göğsündeyse Tutunamayanlar'ın geriye kalanı vardı. Bu yüzden nefes almakta zorlanıyordu. Cümleleri anlayamamış olsa da, bir araya geldiklerinde hissettiklerinden. Derda, Oğuz Atay'ı anlayamamış, ancak daha da ileriye gidip hissetmişti. Belki de oraya giden yol, anlamamaktan geçiyordu. Anlamayı sağlayacak anahtarlara sahip olmamaktan. Romandaki adlar, olaylar, karşılaşmalar, söylenenler, her şey başının etrafında dönüyor, evin dört duvarını renkten renge sokuyorlardı. Derda, tavanı bir gökkuşağı gibi izliyor, yağmurun altındaki bir sarhoş gibi yatıyordu." "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" "Buradayım" diye bağırdı Derda. Oğuz Atay'la ilgili bir başka sevdiğim bölüm ise, Derda'nın babasını eve gelip uygunsuz yakadığındaki tepkisi oldu. "Masanın yanındaki sandalyeye oturdu ve çaldığı kitabı eline aldı. Kapağında, Oğuz Atay'ın bir karikatürü vardı. Dudaklarına yaklaştırıp fısıldadı: 'Onları affet.' Mutlaka ama mutlaka bahsetmek istediğim bir karakter de Yasin. Mezar bekçisi. Yaşamaktan korktuğu için ölümü bekleyenlerden. Belki fazla ölü gördüğünden diyor Günday, şunları da diyor ayrıca: "Yasin, hiçbir şey yapmayacak ve durmaya devam edecekti. Ölene kadar. Sonra biraz da orada duracaktı. Toprağın altın- da. Sonra da yok olup gidecekti. Hiç gelmemiş gibi. Dünya üzerindeki bütün insanlardan farklı olarak. Çünkü bütün insanlar bir şeyler yapmış, yapıyor ve yapacaktı. Hatta öldükten sonra bile. Bazıları cennete gidecek, bazıları doğaya karışacak, bazıları da yeniden doğacaktı. Kimse Yasin kadar yok olup gitmeyi göze alamıyordu. Kimse, bir iz bırakmadan kaybolmaya cesaret edemiyordu. Dünyadan gelip geçtiklerine birilerinin tanıklık etmesi şarttı. Varlıklarını süslemek için. Yasin hariç, herkesin, içine gömüldüğü bir piramidi vardı. Öyle ya da böyle, herkesin bir ölümsüzlük planı vardı. Ama Yasin fazla ölü görmüştü. Hayatı boyunca bir savaş alanında yaşamış gibi. Dünya üzerinde hayatta kalan son insan kadar ölü görmüştü. Belki de bu yüzden yok olup gitmekten korkmuyordu. Var olmaktan yeterince korktuğu için..." Derdâ ve Derda var olmaktan korktular mı bilemeyiz, ancak var olmanın onlara fazlasıyla acı verdiğinden her birimiz emin olabiliriz. Onlar birbirleri için yaratılmışlar; birbirlerini az tanıyor ve az seviyorlar. A ve Z arasındaki tüm harfleri aşıp birbirlerini kavuştukları için. "Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi... Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir..." "follia adındaki sonsuz melodinin eşliğinde birbirlerine son kez bakıp uyudular ölümüne. seksen yaşındaydı. ikisi de. birlikte olmak için kırk yıl, birlikte ölebilmek için de bir kırk yıl daha yaşamışlardı." Keyifli okumalar dilemiyorum. Ustaca yazılmış bir kitap, kimselere önermiyorum. Hatta mümkünse Hakan Günday'ın önünüze çıkabileceği tüm dergi, kitap ve plartformandan uzak durun. Ben de tekrar okumayacağıma söz veriyorum. Daha ve Ziyan kitaplarının bana ulaşmasını beklerken...
Az
AzHakan Günday · Doğan Kitap · 201921,5bin okunma
··
351 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.