Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

272 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Eserin ilk bölümünde bizlere seri üretimde, üretilen insan fabrikasından bahsedilmektedir. Bu fabrikada kusurları en aza indirilmiş ve güçlendirilmiş insanlar üretilmektedir. Üreme ise tamamen bir fabrikasyon işlemidir. Tıpkı şu alıntıda geçtiği gibi: ''Embriyolara ne veriyorsunuz? diye sordu. Her zamanki tifo ve uyku hastalığı aşılarım'' Kapitalizm insan tarafından seri üretilen materyallerken, kitabın bu bölümünde, kapitalizm materyalden bizzat çıkarak insanı ele geçirerek son evrimini tamamlamasını görmekteyiz. Bahsedilen bu fabrika,
Yuval Noah Harari
Yuval Noah Harari
’nin ''Homo Deus'' eserinde ‘ki Tanrı insan kavramının hayat bulmuş halidir. Fabrika‘da seri üretim olarak yapay bir şekilde meslek dallarına göre ve kusursuz bir şekilde üretilen insanlardan bahsedilmektedir. ‘’10. rafta gelecek neslin kimya işçileri; kurşun, yanmış kireç, katran ve klora dayanıklılık konusunda eğitiliyordu.’’ Bu fabrika sistemi Yuval Harari’nin ileride ön gördüğü Tanrı İnsan yani ilerleyen teknoloji ve değişen yaşam koşulları çerçevesinde kusursuzlaşan insan teorisinin bir örneği niteliğindedir. Bu bahsettiğim konuyu Homo Deus eserinden destekleyecek 2 alıntı vermenin yerinde olacağını düşünmekteyim. ''İnsanları tanrı mertebesine yükseltmek muhtemelen üç şekilde ilerleyebilir: Biyoloji mühendisliği, siborg mühendisliği ve organik olmayan varlıkların mühendisliği.'' ''İnsanlar sağlık, mutluluk ve gücün peşinde bir özelliklerini değiştirecekler, ta ki artık insan olmadıkları güne dek.'' Eserin İkinci bölümünde ise, fabrikasyon sürecinin sonunda tamamlanan bebek oluşumlarının zihinsel eğitim süreci gelmektedir. Buradaki amaç bebekleri, fabrikanın kendi istedikleri yönelim ve tercihlere göre şartlandırmaktır. Bu işi yapabilmek için ise, Pavlov'un ‘’Klasik Koşullanma’’ tekniği kullanılmıştır. Bunu da kitaptan bir alıntıyla destekleyecek olursak: “Güller ve elektrik şokları” ''Kitaplara ve çiçeklere, eskiden psikologların ''içgüdüsel'' dediği bir nefret besleyerek büyüyecekler. Refleksleri değişmez biçimde şartlandırılır. Hayatları boyunca kitaplardan ve botanikten uzakta, güvende olacaklar'' Hipnopedya yöntemi kullanılarak büyütülen bebekler, ileri yaşamlarında asla hiçbir şeyi sorgulamıyorlar. Sorgulamayan insan ne kendisini keşfedebilir ne de yaşadığı dünyayı anlamlandırabilir. İnsanı insan yapan sosyal bir varlık olması ve bunun yanında belli çıkarımlar doğrultusunda koşulları değerlendirip analiz edebilmesidir. Fakat bu fabrikada böyle bir şey söz konusu değildir. Sanırım şu söz tam yerinde olacaktır: René Descartes ''Düşünüyorum, öyleyse varım'' Descart’ın söylediği gibi, düşünme ve sorgulama yetisini kaybetmiş bir varlığın var olduğundan söz etmek mümkün değildir. Gelelim din konusuna, Genel olarak insanı biat etmek, inanmak, tevekkül etmek, ibadet etmek gibi eylemlere iten din, egemen sınıfın elinde (Genelde Totaliter Rejimlerde) halkı ikna etme ve yönlendirme mekanizması halini alır. Sadece bununla yetinmez aynı zamanda egemen sınıfın aldığı kararları meşrulaştıracak bir çıkış noktasıdır. Kitapta da bahsedildiği üzere, Ford markası kurucusu olan Henry Ford eserde dini sembol olarak ''Tanrı'' yerini almıştır. Bunun nedenine gelecek olursak; günlerden bir gün, kitabımızın yazarı olan
Aldous Huxley
Aldous Huxley
, Amerika'ya seyahat yolculuğu sırasında Henry Ford'un bir kitabına denk gelir. Kitabı okuduktan sonra Amerika'ya varır ve oradaki toplum düzeninin ve sosyal yapılanmanın tam da Ford'un kitabında bahsettiği gibi şekillendiğini görür. Ve bu duruma çok şaşırıp Ford'un geleceği bu kadar iyi tahmin etmesini içselleştirerek Ford'u tanrısallaştırır. Dini Simge olarak T şekli kullanılır. Yazarın düşüncesine göre, Ford öylesine değerli bir figürdür ki Ford’un doğumundan önceki her şey silinmiş, tamamen yeni bir toplumsal hafıza yaratılmıştır. Eserde sınıf ayrımından da bahsedilmektedir. En tepede Alfa (Yönetici Sınıfı) Beta (Günümüz Memurları) Orta Sınıf Gama (İşçi Sınıfı) Delta (İşçi Sınıfı) En Alt Tabaka Epilsonlar (Hizmetçi) Yönetici, Bürokrat ve İşçi sınıfı olmak üzere 3 Sınıf görülmektedir. Sınıflar arası geçiş mümkün değildir. (Hindistan Kast Sistemi) Sınıfsal ayrımın olduğu yerde sınıf çatışması kaçınılmaz olsa da bu eserde bu çatışma nispeten engellenmiştir. İnsanlara sınıf bilinci daha embriyo hâlindeyken şartlandırılmaya başlandığından, üst sınıfa geçişi arzulamak bir kenara dursun düşünmek bile olanaksızıdır. Her embriyo kendi sınıfı sevecek ve asla sorgulamayacak şekilde şartlandırılıp diğer sınıfları reddeder. Böylelikle sınıf çatışması meselesinde hipnopedya yöntemi (uykuda öğrenme) ile çözüme kavuşur. Hindistan da Kast Sistemindeki sınıfsal çatışma sorununu dinsel dayanaklar ile çözmüştü. Toplumsal yapıyı ele alırsak; Toplum olarak tamamen bir kümülatif bir yapı görmekteyiz Thomas More Ütopyasını bize andıran bir manzara. ''Cesur Yeni Dünya’da en büyük erdem topluma fayda sağlamaktır. Bu öyle bir noktadadır ki öldükten sonra bile bedenler başka amaçlar için kullanılır. Bireyle toplum için vardır.'' Bu düşünce yapısında yaşayan bireyler liberal düşünce yapısına uzak bir yaşam sürmektedir. Sosyalizm düşüncesine yakın bir yaklaşım olarak görülse de Yeni Cesur Dünya’da sınıfsal ayrım sebebi ile tam olarak bir sosyalist bir yapı görmek mümkün değildir. Yazar dünya konjektörüne yeni bir ekol ortaya koyarak yeni bir toplum yapısı örneğini bize sunmaktadır. Bu ekolü şöyle sıralayabiliriz; İnsanı dahi ele geçirmiş Kapitalist Sistem, Otoriter Rejim, Kümülatif Toplum Yapısı, İleri teknoloji sayesinde insani duygu ve düşünceleri kaybetmiş insanlar, Mülkiyetsizlik. Fakat hepsi bu kadar da değil, Kitapta geçen Meksika serüveni ve vahşi adam kısmına değinmeden olmaz. Erich Scheuramann yazdığı ‘’Göğü Delen Adam’’ tamda eserde geçen Meksika ve Vahşi adamı anlatmaktadır. Göğü Delen Adam'da yapaylaşan toplum prensiplerinden, standartlarından ve ahlaki temel yapıdan kurtulup insanın öz oluşumuna dönmesi gerekliliği vurgulanmıştır. Bu eser de aynı ekolün devan niteliğinde olduğunu düşünüyorum. İki kitap arasında elle tutulur bir bağlantı kuracak olursak eğer; Papalagi = Yeni Cesur Dünya sakinleri Vahşi = Samoalı Kabile Şefi benzerliklerini örnek verebiliriz. Yeni Cesur Dünya eserinde ‘’Doğa Durumu’’ Ekolünün temelini görmekteyiz. JJ Rousseau, Doğa durumu insanların basit itki ve arzuları ile hareket ettiği bir dönemi ifade eder. Bu dönemde insanlar beslenme, barınma, çiftleşme gibi temel ihtiyaçlarına göre hareket ederler. Her insan doğada tektir. Peki gerçekten ‘’Yeni Cesur Dünya’’ olmalı mıdır? Tarihin tozlu sayfalarından bir filozof bunu şöyle açıklar; Thomas Hobbes‘a göre, Yapay bir organizasyon olan devlette savanda olduğu kadar şiddetli olmasa da insanlığın sonu gelene kadar yaşanacak durumdur, çünkü insan kötü, bencil, çıkarcı ve alt edilene kadar doğadaki mülkü elinde tutmaya direnecek olan pis, aciz bir yaratıktır. Genel olarak eser baktığımızda; Kapitalizm, Mülkiyet, Kümülatif Toplum, Tek Tip Düşünce, Otorite, Kast Sistemi, Kontrolsüz Teknoloji, kavramlarının düşük bir kurgu ile anlatıldığı eser diyebilirim. Mesaj güçlü de olsa kurgu oldukça zayıf kalmış. Keyifli okumalar diliyorum herkese.
Cesur Yeni Dünya
Cesur Yeni DünyaAldous Huxley · İthaki Yayınları · 202160,1bin okunma
··
2.554 görüntüleme
Semanur Çelik okurunun profil resmi
Tebrik ederim muhteşem bir yorum
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.