Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

688 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Ben Hem Suyu Hem Dalgayı İçiyorum
| Dünya Algısını Gizemle Kırmak Büyücü, çok katmanlı bir anlam dizgesi. Ayaklarım bu dizgeye dolandığı ân, her tanesini harflerin oluşturduğu kumlarda yürüdüm, metafor rüzgârlarını ben üfledim, suyu değil dalgayı içtim. Yıkıcı. Gerçeğin hızla aktığı, suyun bazen kırıldığı, kayganlaştığı bir sarmal gibi. Ve onun içinde tümüyle var olmak için onun dışına çıkılamadığı bir mekânın kendisi. Ki bütün o mekân sonsuza dek kilitli. Fotonlar, neonlar, tohumlar hepsi önümde uçuştu. Portreler, biblolar, şamdanlar bir semboller ritüeline soyundular. İpek kumaşlara büründüm, ağdalı dekorları, ağır vitrinleri reddedip dolunay manzaralı patikalardan yürüdüm. Sapakta durdum, bana yaşamımı kazandıracağını umduğum zarları attım, içinde satirler saklanan heykelleri okşadım. Gülümsedim. Parçacıklar ve nesneler ordusunun evrenin sayısızlığının devasa ve döngüsel duyusuyla salınımı. Bir gösteri. Yalnız, sahnede ışıkları kimin yaktığının, rollerin, konumları tâyin edilemediği. (Burada
Büyücü
Büyücü
’yle sayesinde tanıştığım ve kendisinin kitaplarla ilgili tespitlerini en az
Büyücü
Büyücü
’nün kurgusal mekânındaki simgeler ve öğretiler kadar büyüleyici bulduğum saygıdeğer https://1000kitap.com/absurdus’ya teşekkür etmeden ilerlemek istemiyorum. Kendisi, bence en iyi roman okuyucusu, hatta okumak değil, içmek, dalgayı içmek gibi. Çok teşekkür ederim! Eşsiz bir deney / deneyimdi.) (Ayrıca okumalarımda bana eşlik eden hayaletime, birlikte bazen tuzlu suyu bazen dalgayı bazen de kanı içtiğim paralel izdüşümüme çok katmanlı sevgiler..) (: - | Gerçekleri Yeniden Düşlemek İstiyorum "Oyunlar bizim için itiraf edebildiğimizden çok daha derin ve önemlidir" [
Aristos
Aristos
, (1970:158)] #150056661 #150025503 Oyun bir dünya ve özne erkeğin kendisi.
John Fowles
John Fowles
’in
Büyücü
Büyücü
romanı bir oyunu somutlaştırırken tüm soyutları yıkan bir senaryo. Fowles, burada kurgudan başlayarak, eğilimleri, konseptleri, izlekleri, fikirleri, ideolojileri, hisleri, tarihi, zamanı, mekânı ve inançları yabancılaştırıyor. Bu eğretileme ise algıyı parçalayan bir debi. Kinetik bir iletim. Bir yoz başkahraman etrafında dönen bir sarmal, kahraman ise salt sıradanlığın temsilcisi. Ana figür Nicholas Urfe, sıradanlıktan daha sıradanlığa edilgen bir kaçışın ardından kendini mitolojik figürler, tiyatro, dans, müzik ve cinsellikle örülü büyülü dekorlarla bezenmiş bir oyunun içinde buluyor. Onun yaşamından çok kişiliğini “ahlaklı bir röntgenci edâsıyla” izliyorum. Bir tanrıcılık oyununa tek kişilik bir bilet. Fakat seyirci müphem, okurun mu yoksa tiplemelerin mi seyirci olduğu belirsiz. Yarı aydınlık, amorf bir sahne, kendi içinde dönüyor. Fowles zamansal sıçramalarla okurun dikkatini farklı yönlere çekiyor. Bazen öyle başım dönüyor ki Conchis’i tanrı sanıyorum. Sonra karnım ağrıyor, başımın ağrısı dinsin diye ondan hidrojen siyanür istiyorum. Urfe, sıradan bir erkek görünümü, erkeklik kavramının peygamberi. #150271436 Burada ele alınan erkek, geçici maddi kazanımlara eğilimli, kadınlara oldukça düşkün ve toplumsal tanınırlık düşleyen, kurallı ve fiziksel ihtiyaçlarının denetimindeki bir özne. Kendini sözde değersizleştirerek yarattığı acınırlık alanından prim yapıyor, kadınları yanıltıyor, onların duyguları üzerinde tahakkümüyle öne çıkıyor. Kullandığı yöntem bedensel cazibeden çok daha acımasız olan duygusal bağ kurma yöntemi: “Çirkin değildim; daha da önemlisi yalnızdım ki bu da her namussuz adamın bildiği gibi kadınlara karşı ölümcül bir silahtı. Benim “tekniğim”, sağı solu belli olmayan, kinik ve kayıtsız adamı oynamaktı. Derken, beyaz tavşanını ortaya çıkaran bir sihirbaz gibi, öksüz yüreğimi sergilerdim” (B., 2012:17-18). Bir kahraman gibi kurgulanmış ve kendini o şekilde görecek şekilde betimlenmiş. Gittikçe çevresindeki herkesin katıldığı en hayati savaşına doğru gittiği yolda kimi zaman mânâsız gibi görünen; kimi zaman da kutsal olarak algılanan oyunlarla ilerliyor. Sanki o pek de masum olmayan bir çocuk, ve ben, Conchis ve Fowles’le birlikte onun salıncağını tutuyorum. Onu büyütecekmişim gibi hissediyorum. Sanki hiçbir şeyi o seçmiyor gibi göstermek istiyor. Oysa hikâyenin süregelimi içinde onun ilk olarak edilgen, sonra etken ve en sonunda ise yine edilgen bir rolü var. Mitolojik ilkel bir avcıdan, erkekliğin ulvîleştirilmesini simgeleyen tanrısal bir erkek figürüne, kadın düşkünü bir romantikten, duygusuzlukla cinselliği maddi boyutta arzulayan ruhsuzluğun sembolüne kadar birçok rol içinde görülüyor. Sanki etrafındaki bağlamlar ve olaylar değişiyor gibi görünse de asıl bağlayıcı olan durumlar onun içinde, onun benliğinde gerçekleşiyor. İnsanların yaşam tasavvurlarındaki farklılıklar yerine, yazar, kurgu içinde kurgunun çeşitliliğine yönelerek aynı kişinin gelişim çizgisindeki değişimini ortaya sermiş. Dolayısıyla postmodern romanın önemli bileşenlerinden birisi olarak oyun ögesinin burada kişiliğin oluşumunda büyük rolü var. Aynı adam, aynı kurgu. Birçok rengin peşinden koşmak yerine, olduğumuz yerde kalıp bir rengin tüm tonlarını görmek gibi. | Bekleme Salonunda Dikilirken Ay Işığının Gölgelerini Seyrediyorum Kitap birçok yerde ikiye ayrılıyor. Kontrastlar üzerinden yükseliyor. Aydınlık ve karanlık, erkek ve kadın, şehirde apartmanlar ve taşrada sahil kıyıları, beden ve ruh, Yunan heykelleri ve satirler, bakireler ve orospular. #150026133 Nicholas’ın duygudan yoksun adımları, kırılganlığının bir maskesi olabilir mi? Taş kafa bile gülümserken, acaba, kendisi hiç gerçekten tebessüm etti mi? Romanın başlangıcında onun şehirden kaçışı var, ona göre şehrin ve orospuluğun temsilcisi Alison’dan. Onun için her kadın baştan çıkarıcı olabilir, ancak ihtiyacını kimin giderdiği mühim değil, ihtiyacın giderilmesi önemli. Onun arzuları kendine içkin, arzu nesnesinden bağımsız ve bu yüzden tüm hareketleri boşalma ve rahatlama merkezli. Alison’la beden süjesinde birleşebiliyor ama ruhta asla.
Carl Gustav Jung
Carl Gustav Jung
’un arketip kavramına gönderme olarak da düşünülebilecek bir ilişkinin varlığından söz etmek olası; “Alison Nicholas’ın ‘anima’sı. Onlar tek bir kişiliğin iki ayrı boyutu. Nicholas sınırsız özgürlük içinde seven erkek ve Alison onun sevgi ve şefkat dolu kadın dengesi. Her ikisi de bütünlük için gerekli.” (Loveday, 1985:43). Urfe partnerini zihninde orospu sınıflandırmasına yerleştirirken, Alison’un onun için söyledikleri: “Yanında ben yokken her dışarı çıktığında, ölebileceğini düşünüyorum. Her gün ölümü düşünüyorum. Sana her sahip olduğumda, ölümü can evinden vurduğumu düşünüyorum. Bilirsin işte, bir dolu paran vardır ve mağazalar da bir saat içinde kapanacaktır. Delilik belki, ama harcamak zorundasındır. Bu sence mantıklı mı?” Seninle birlikte olduğum ân, varlığını onadığım ve ölüm korkusundan sıyrıldığım zamanken, senin yokluğunda ise zamanını ve ömrünü boşa harcayan kişinin elinden kayıp giden zamana karşı yaktığı ağıtın sesinin çınladığı ândır. | Taştan Olmayan Bir Tebessüme Doğru Sonuç olarak
Büyücü
Büyücü
, tanrısal bir oyunun çok bakışımlı bir görüngesi. Okuyucuyu bir perspektifin merceğine yerleştiriyor ve sahneyi seyircinin etrafında döndürüyor. Gerçeklikte bir gedik açıyor, modern insanın pek çok açıdan kabul ettiği hakikatleri sorgulamak için. Işık tutulan eylem, Nicholas'ın anadan üryan varoluşuna doğru ilerlemesi gibi, insanın kendi doğasına ulaşmak adına, etiketlerden, biçimlendirmelerden, normlardan ve öğretilerden sıyrılması. “Bilmek, istemek, bilge olmak, iyi olmak, eğitim, bilgi, sınıflandırma, her türlü bilgi, hassasiyet, cinsellik, tüm bunlar yapay görünüyordu. Bu etkileşimi ifade etmek, tanımlamak ya da analiz etmek için hiçbir istek yoktu içimde, yalnızca oluşturmak istiyordum bunu – hatta “istiyordum” bile denemez – oluşturuyordum. İradeden yoksundum. Anlam yoktu. Sadece varoluş” (B., 2012:244).” "Burada “insanın doğasının farkettirilme çabası, postmodern romancıların sıkıştırılmış modernist varoluşun kalıplarını oyun ögesi ile kırma çabasıdır. Özünden uzaklaşan, topluma ve kendisine yabancılaşan, tüketim kültürünün aracı haline gelen, sadece görsel imgeler yoluyla gerçeği kavrayan, doğadan kopan, yalnız, mutsuz bir böcek gibi yaşayan modern insanın varlığın anlamını bulması gerekir.” (Aşkaroğlu, 2021) - | Kaynaklar: 1. Loveday, S. (1985). The Romances of John Fowles. London: Macmillan 2. McDaniel, E. (1980). The Magus: Fowles's Tarot Quest. Journal of Modem Literature, Vol: 8, No: 2, 247-260. 3. Oppermann, S. (1999). Postmodern Tarih Kuramı: Tarihyazımı Yeni Tarihselcilik ve Roman. Ankara: Evin Yayıncılık. 4. Fowles, J. (1970). The Aristos. Boston: Little. 5. Fowles, J. (2012). Büyücü. Meram Arvas (Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 6. Comparison of Defamiliarisation in The Magus and Puslu Kıtalar Atlası Novels, Vedi Aşkaroğlu 7. John Fowles' The Magus: The Identity Discovered in Love, Vedi Aşkaroğlu 8. Sosyal Disiplinlere Multidisipliner Bakış: John Fowles'un Bireysel Özgürlük Anlayışı, Hasan Buğrul - Ayrıca filmini de izledim fakat incelemeye ekleyemedim, odamdaki büyücü çok uzattığımı söyledi. Sadece şunu söyleyebilirim: film kötü, ancak bazı fotoğraf kareleri göze hoş gelebilir.
Büyücü
BüyücüJohn Fowles · Ayrıntı Yayınları · 20242,173 okunma
··
2.081 görüntüleme
SELENYA okurunun profil resmi
Şerefsizim, efsane mahluksun valla. Metaforun üfürükçüsünün sözcülüğün pek bir nadide, usta. Bakışımlı yörünge etrafında tavafın mübarek ola. youtube.com/watch?v=U56H4qQ... Dip Not; her bulduğun suyu da içme En Dip Not; garnın ağrır guzum. En En Dip Not; Tuzlu su iyi gelir ama göze.
Beyzâ! okurunun profil resmi
Teşekkür ediyorum gakkoş. Yalnız, bağlam itibariyle buraya bir Yunan ezgisi yakışır. Annelerimizden kalan antika çeyizlik tabaklarla tuzlu sular etrafında sirtaki yapmalıyız. youtu.be/W8AzNAekDrk
1 sonraki yanıtı göster
D. A. R. K... okurunun profil resmi
👏👏👏👏👏👏👏👏 Büyülü...
Beyzâ! okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. 🌙🪄
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.