Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

265 syf.
·
Puan vermedi
·
31 günde okudu
“Merhaba” Maviye Boyanmış sürgünüm benim…
Peki, Halikarnas Balıkçısı neden seviyor bu kadar “Merhaba” sözcüğünü. Kendisinden dinleyelim de, toprağımıza “merhaba” tohumları eksin, birbirimizin yüzüne bakmaya dahi tenezzül etmediğimiz şu zamanlardan geçerken… “…‘Rahat edin. Benden size kötülük gelmez’ demektir. Sonra, aklımızı işimizden ayırmamalıyız. ‘Günaydın’ mı diyeceğiz, ‘İyi akşamlar’ mı diyeceğiz, ‘Allahaısmarladık’ mı diyeceğiz? Düşünmeye, aklımızı meşgul etmeye gerek yoktur. Bunların yerine söyleriz merhabayı, olur biter… Bir şey daha var. Merhaba sözcüğü, eski harflerle yazıldığı zaman yelkene benzer. Belki bunun da etkisi vardır merhabayı sevmemde…” Peşinden birde, bana, şiirlerini “en çok maviye boyayan” oymuş gibi hissettiren Edip Cansever’in, zaten satırlarında da “Mavi huydur bende” diye bize kendi dizeleriyle bunu anlattığı, o güzelim şiirinin bir kısmını da paylaşmak istiyorum. “Maviyi soruyordun, gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi Bir renk değildir mavi huydur bende Ve benim yetinmezliğimdir Ve herkesin yetinmezliğidir belki Denecektir ki bir süre Ve denecektir Bir akşamüstünü düşünmek bir akşamüstünü düşünmekten başka nedir ki. Gelecekten utanarak dönen bir sevinçliyim Ya sizler Ey sırasını beklemeden gelen akşamüstleri.” Ve işte, mavi böyle huy olur Halikarnas Balıkçısı’nda; bir vazgeçilmezlik, bir yetinmezlik, tutkularıyla, arzularıyla, onu hapisteyken özgür kılan, nereye baksa göreceği “mavi gök, mavi deniz” vedaları ve merhabalarıyla. Kitaptan bahsedeceğimi unutup böyle mavi mavi gideceğim ben sonsuza dek… İlk önce biraz yazarımızdan bahsedelim: Cevat Şakir Kabaağaçlı, herkesin eserlerinden tanıdığı takma adıyla, Halikarnas Balıkçısı. Bilinir ki; varlıklı ve soylu bir Osmanlı ailesinden gelir, babası Mehmet Şakir Paşa, Abdülhamit Döneminin bürokratlarındandır. Hep deniz kenarında yaşamıştır, o yüzden denize tutkunluğu çok küçük yaşlarda başlamıştır. “Şimdi düşünüyorum da, deniz ve balık tutkumun temelinde, Girit ve Atina günlerimin etkisi olduğunu seziyorum.“ der. İyi bir eğitim de alır, Büyükada Mahalle Mektebi’nde okuduğu sıralarda özel derslerde alıp, İngilizcesini hayli ilerlettiği için hazırlık sınıfı atlatılarak, Robert Koleji’nde birinci sınıftan okumaya başlar. Kolej bittikten sonra denizclik eğitimi almak isteyen balıkçı engellenir ve ailesinin isteğiyle tarih eğitimi almak için Oxford Üniversite’ne de gider, o zamanları şöyle anlatıyor: “Resmo'nun, Faleron'un, Büyükada'nın etkisiyle, denizcilikten başka bir meslek düşünmüyordum. Ama efendim, paşa çocuğu, sadrazam yeğeni denizci mi olurmuş?.. Ben de, babam gibi sefir-vezir, sadrazam amcam gibi tarihçi-devlet adamı olmalıymışım! Neredeyse ite-kaka İngiltere'ye, Oxford'a yollandım. Gönülsüz pişen aşın tadı mı olur? Kısa zamanda buldum bir çözüm yolu: O üniversite "sabit" adresim olacak, ben yalnız İngiltere'yi değil, tüm Avrupa'yı kolaçan edecektim. Öyle de yaptım: Başta İtalya, İspanya ve Fransa olmak üzere, Avrupa kentleri, öteki adresim oldu.” Balıkçı, Üniversite yıllarında, Oxford'un ünlü kitaplığından bayağı yararlanır, bizde onun engin bilgilerinden tabii. Bu dönemlerde yaptığı harcamalardan ve fikir ayrılıklarından ötürü babası Şakir Paşa ile arası iyice açılır. Oxford’da ayak uydurduğu pahalı hayatı sürdürebilmek için devamlı babasından para isteyen Balıkçı’yı en sonunda okuldan almakla tehdit eder Şakir Paşa. Ancak, takan kim? O, esip gürleye dursun, kendisi Avrupa’yı karış karış gezer. Roma’da, Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydolup orada eğitim de almıştır. 1908 yılında İstanbul’a ailesinin yanına dönen Balıkçı, İstanbul Güzel sanatlar Akademisi’nde minyatür çalışmalarına başlar. Para, hala babasıyla arasında bir sorundur. (Şakir Paşa, bir yetim olarak kendi kendini yetiştirmiştir, onun oğlunu sorumsuz biri olarak görmesi kendi hayatının zor geçmişliğindendir, bu yüzden oğlunun çok para harcaması onun için sorundur.) Tam bu dönemlerde Cevat Şakir, basınla tanıştır, haftalık aylık gazetelerde resimler yapar, karikatürler çizer, yazılar yazar. Hayatının dönüm noktalarından biri olan ve ilk hapis cezasını aldığı olay ailenin, Afyon Karahisar’da çiftliğinde yaşanır. Aile tarafından dışarıya yansıtılmayan olay, farklı yerlerde farklı şekilde anılmıştır. Cevat Şakir, bu konuda şöyle diyor; "O öldü! Ben de ölümden beter mahvoldum. Korkunç bir acı duydum. Ama vicdan azabı duymadım. Ondan daha korkunç bir şey oldu. Kendi kendime olan güvenimi mahvettim. Yani kendimi o gün bugün yalan sayıyorum. Beni methettikleri zaman kızarım." Azra Erhat'a 1957 yılında yazdığı bir mektupta ise duygularını şöyle dışa vuruyor: "İnsanlara saygım babamla başlar. O adam ortada yok. Hem de feci tarafı, ben istemeyerek, onun ortadan yok olmasına sebep olmuşum. Ortada yok ki kendisini bana karşı müdafaa etsin... Ben istemeyerek onun ortadan yokluğuna sebep olduktan başka, şimdi de onun daha fena bir yokluğa uğramasına mı sebep olayım?" 1914 yılında yazar, 14 yıl ile yargılanır, 7 yılını yattıktan sonra hastalık (tüberküloz) sebebiyle tahliye edilir. Hayatının asıl sürgünü bu olsa gerek. “Mavi Sürgün” Balıkçı'nın hatıra şeklinde ele aldığı ve Bodrum'a kalebentlik cezasıyla sürgün edilişini anlattığı otobiyografik eseri Mavi Sürgün, 1961 yılında ilk kez yayınlanmıştır. Kitabın daha başında bir sabırlık çiçeğine ve bir tarla kuşuna bürünür çıkar karşımıza yazar. Sonrası; İstanbul’un işgal altında zorlu yıllarını anlatır, çetin şartlar altında halkın uğradığı zulme tanık oluruz. “sokaklarda çeşitli bahanelerle —söz gelimi tramvaydan atladı diye— insanların dövüldükleri görülüyordu. Onlar asıl tramvaydan atladıkları için değil, Türk oldukları için dövülüyorlardı. Bu halleri görenler, müdahale edemiyorlardı. Ama çoğu, bir başkası değil, kendileri dövülüyormuş gibi öfkeleniyorlardı. Sanki bu işgal kuvvetleri, insanoğlunda zorbalık, kahpelik, küstahlık ve alçaklık namına ne varsa topu da meydana çıksın diye İstanbul'a gönderilmişlerdi.” (sayfa 19) Tekke’ye girip bir süre derviş olduğu zamanları, o günlerin şehirde yaşanan açlık ve sefaletini gösterir, gözlemlerinden birini şu alıntımda paylaşmıştım. #163699486 Mavi Sürgün kitabı anılarla doludur, çocukları ayrı bir sever Cevat Şakir, okurken içiniz ısınır. Lise yıllarım Üsküdar Semti’nde geçtiğinden, bir ayrı keyif verir bana okuması. Her ne kadar onun anlattığı Üsküdar ile benim yaşadığım dönem de çok farklılaşmış olsa da. Onun zamanında Üsküdar İskelesi’nin küfeci çocukları vardır, bizim zamanımızda boyacı çocukları vardı. Sohbet ederdik, mal varlıklarını duyduğumda şaşırırdım ne diyeceğimi. Onlarda çocuk akıllarıyla bize güvenip anlatıyorlardı herhalde, yoksa kim anlatır, üstüne başına bakınca boyacılık yapıyorsun, kim sana acır sonra da eline harçlık geçsin diye ayakkabısını boyatır, dimi? Çocukluk bu yüzden güzeldir, çocuk saflığı gerek biraz tüm insanlığa. Neyse… Sürgün cezasına nasıl çarptırıldığını anlatmayayım, kendinden dinleyin. "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Ölüme Nasıl Giderler" başlıklı yazısı, içinde yaşanılan siyasi koşullar gereği ele alınmış ve suç olarak işlem görmüştür. Gerekçesi: “Halkı askerlikten soğutmak ve seferberlik aleyhinde bulunmak” Gel zaman, git zaman, Ankara İstiklal Mahkemesi derken, cezası kesinleştikten sonra Bodrum yolu görünüyor. Ankara’dan Bodrum'a giderken geçirdiği serüvenler ile yolculuğa devam ediyoruz. Bitmiyor ki yol!.. Yıl 1925, o günün şartlarında yollar kötü, kimi zaman yürüyorlar, kimi zaman tren, at üstünde Milas’tan Bodrum’a gidişi ayrı bir serüven. Ve şu tabiatı bize resmettiği kısım çok güzel, kendisinden aktarıyorum: “Yolun her dönemecinde manzara değişiyordu burada, sazlık bataklık Varvil ovası. (…) Sonra birdenbire manzara görkemli oluverdi. Çamlık, Akarsu, Sarısu, sonra yine dağ, bir köy, köylü kadınlar karpuz, kavun kesmekte, kara ve ak üzüm, çövenotu (öyle bol ki, yeryüzünü helvaya çevirebilir), dünyada soyu tükenmiş, yalnız buralarda kalmış ademotu (mandragor), kösele gibi sert yapraklı kurtotu, ılgın, sandal ağacı, renk renk hayıtlar, ay ışığında yapraklan mavi mavi cakan, yabani sakız, karabaş, laden, adaçayı, yaban nanesi, kekik, çetinlik, kırlalesi, çobançantası, civanperçemi, kardelen, gelincik, papatya, gülhatmi, yabani hanımeli, çan çiceği, kandilli sümbül) çayır güzeli, kadın tuzluğu, haseki kupesi, mersin... daha sayayım mı? Bunlar yüzde biri bile değil yahu.” Tabiat karşısında hissettiği duyguları kitapla birlikte okuyucusuna da hissettiriyor. Bugünün mekanıyla o zamanların doğasını karşılaştırarak okumak vay be dedirtiyor insana. Hem yapıcı, hem yıkıcı olur haliyle. Ama, Halikasnas Balıkçısı’nın Bodrum’u çok güzeldir be, bugünde çok güzel. Gez gez bitmez güzellikleri. Hala bugün dahi onun ektiği ağaçlardan yaşayanları görmek mümkündür mesela. Halikarnas Balıkçısı’nın doğuşunu şöyle anlatıyor: “Dizüstü düşmek, bir çeşit fırlamak, havalanmaktır. Babıâli yokuşunun boyunduruğuna vurulmuş olan Cevat, boş bir kalıp olarak yerde yığıla dururken, onun ortasında —içinde sanki bir milyar kuş, sevinçle cıvıldaşarak— Halikarnas Balıkçısı irkilip, dikilmeye koyuluyordu. Yerde bir kalıp kalıyordu. Onun içinden başka bir insan kalkıyordu. (…) Üsküdar'dan altı ay önce ayrılmıştım. Oysaki yalan! Yerden kalkan, «Balıkçı», Üsküdar'dan binlerce yıl önce ayrılmıştı!.. (sayfa 182) Yani asıl kimliğini burada buluyor ve 1926 yılından itibaren hepimizin tanıdığı Halikarnas Balıkçısı oluyor. Kendisi bu ismi Bodrum’un, Antik Döneme ait olan “Halikarnassos”dan esinlenmiştir. Balıkçı, sürgünün 1,5 yılını yollarda ve Bodrum’da, diğer yarısını İstanbul’da geçirir. İstanbul’da yazı ve çevirilerden kazandığı paralarla tarıma ait kitaplar, balıkçılıkta kullanılacak malzemeler alır. 1928 yılında adeta koşa koşa döndüğü Bodrum, artık onun ve Bodrum’da yaşayan herkesin cenneti olacaktır. Bodrum’u güzelleştirme isteğini böyle anlatır: #165466458 Bundan sonrası da okunduğunda insana büyük keyif duydurur. Ben lafı çokça uzattım, ki; aklım yazamadıklarımda… Balıkçı, 1947 yılında çocukların eğitimi için İzmir’e yerleşmek zorunda kalıyor. 20 yılı aşkın yaşadığı Bodrum bugün Cevat dedesinin, Halikarnas Balıkçısı’nın mezarına ev sahipliği yapmakta ve onu her zaman anmakta. “Balıkçı’yı Halikarnas’a, Halikarnas’ı Balıkçı’ya sor” sözü onun kente kattıklarını özetler gibi. Mavi oldukça gökyüzümüz, Halikarnas Balıkçısı unutulur mu? Aganta Burina Burinata için yaptığım incelemeye buradan ulaşılabilir. Şey, o da uzun birazcık. #180799412 İyi kitaplar okumanız dileğiyle…
Mavi Sürgün
Mavi SürgünHalikarnas Balıkçısı · Bilgi Yayınevi · 20221,546 okunma
·
770 görüntüleme
Gamax okurunun profil resmi
Ne güzel yazmışsınız. Kaleminize sağlık... 👏🏻👏🏻
Deniz A. Şatır okurunun profil resmi
Çok teşekkürler Ercan Bey 😊👋
Hasan okurunun profil resmi
Beyaz Yollar Mavi Deniz
Beyaz Yollar Mavi Deniz
Balıkçı'nın da olduğu bu yol hikayesi belki ilginizi çeker.
Deniz A. Şatır okurunun profil resmi
Mavi Yolculuk ile alakalı okumayı düşünüyorum, katkınız için teşekkürler.
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.