Gönderi

Hayat, bir ezanla namaz arasındaki kısacık zamanda oynanan bir oyundur. Ezan, doğunca kulağımıza okunan ezan... Namaz, ölünce musallanın önünde kılınan namaz... Biri doğum, biri ölüm... Bir yanda doğanlar, diğer yanda ölenler... Hayatı dengeleyen şeydi bu. Dünyanın düzeniydi... Doğumuş olana sevinirken insanoğlu, gidene yas tutardı... Küçükken düşündüğüm bir şey vardı; İnsan neden doğardı? Neden gelirdi bu yeryüzüne? Amacı neydi ki insanın? Bir gün ölüp gideceksek madem, bunca dert, bunca tasa nedendi... Hayatım boyunca bu sorunun cevabını aradım. Aşkta bunu aradım, ayrılıkta bunu aradım. Hayallerimi yeşerteceğim o anları kuracakken bunu aradım. Üretirken, satarken, kaybederken... Yeniden başlarken... Vazgeçerken, kabullenirken... Ama anladım ki ben bunlardan besleniyorum. Hayatı besleyen şeyin kendisi bu. Bedeller... Her bedel bizi yepyeni maceralara yepyeni duygulara sürüklüyor. Bizlerse bir sergiyi gezer gibi geziyoruz, o anların içinde... Tıpkı trenler gibi... Sıra sıra geçen vagonların içinde akan ışığı seyreder gibi... Seyrediyoruz, şahit oluyoruz ve gidiyoruz. Nereye gittiğimizi bilmeden... Vesselam...
··
58 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.