Edmund Husserl, "fenomenoloji" diye adlandırdığı bir tasvirî ilim meydana getirdi. Onun metodu, muayyen bir tecrübeyi, buna benzer bütün tecrübelerin hatıralarını ve tecrübenin menşe' ve mânâsını zihinden tamamıyla çıkararak incelemek ve tasvir etmekti. Böylece, hükmü belirli bir şekilde durdurarak, zihnin zamanla incelenen şeyin cevherine varabileceğine inanıyordu. Alman filozofun bu son derece zor görüşü,
Jean-Paul Sartre gibi modern filozoflara tesir etmişti. "Varoluşçular" bütün varlıklar içinde yalnız insanı "karar verme" ve "saçma, esrarlı bir varoluş" içinde çeşitli imkânlardan birini seçme hakkına sahip görüyorlardı. İnsan olmak için bu seçme hürriyetini kabul etmek ve "yaşama şekli" üzerinde karara vararak ümitsizlik ve endişeden kurtulmak lâzımdı. Bu felsefe dinî bakımdan da faydalı olabilir; zirâ, yapılan seçme, ruhî bir gaye uğrunadır. Fakat aynı felsefenin dinsiz şeklinde, karar yalnız karar vermek içindir ve insanlar bu yüzden büsbütün ümitsizliğe sürüklenebilir; zirâ gayesini bulamaz.