Yusuf-i yegâne olmak! "Sehl-i mümteni" der eskiler, kolay gibi görünür ama zordur hakikatte. Sehl, yani kolay kısmı görünür olandır. Mümteni ise imtina edilendir, imkânsızın sınırındadır. Dağların emaneti yüklenmekten kaçınması gibi... Yusuf-i yegâneye emanet edilen yük başkasına bırakın emanet edilmeyi, teklif dahi edilemezdi.
Kerim oğlu, kerim oğlu, kerim oğlu kerimdir Yusuf. Allah bildirmemiş olsa kim bilebilirdi kuyuyu, kapalı kapıları, zindanı, emirin su kabını. Ahsen'ul Kasas olmakla herkese hisse düşüyor bu kıssadan. Bazen Yusuf, bazen Züleyha, bazen emir, bazen kapı, bazen ellerini doğrayan kadınlar, bazen kadınların elindeki bıçak olmak düşer insanın payına. O kadar hayattır ki bu kıssa, o kadar hayatın kendisidir ki. Haset, zulüm, yücelme, alçak gönüllülük... hepsinde insan olmanın zorluğu ile yüzyüze geliriz. Ama hep ya Yusuf, ya Züleyha'nın yerine koyarız kendimizi. Neden Kenan'ın kurtları olduğumuzu düşünmeyiz?
Kenan'ın kurtları toplanıp geldi
Biz yemedik diye içtiler andı
Yakub'un feyâdı arşa dayandı
Neden kadınların elindeki bıçak ile empati kurmak gelmez aklımıza? Keskin olup, hakikati kan gibi akıtmak... Neden emirin su kabının insana kendi yüküne bakmasını hatırlattığını düşünmeyiz? Neden kapalı kapıların nasıl titrediğini hayal etmeyiz? Neden zindanın da sarayın müştemilatından olduğunu, her sarayda bir zindan bulunduğunu akıl etmeyiz?
Hafız-ı Şirazî "Yusuf-i gomgeşte" yani kayıp Yusuf tabirini kullanır. Ya Yusuf'u biz kaybettiysek... Yusuf'u sadece kuyu, zindan, Züleyha ve kapalı kapılar ardında düşünürken ona zulmettiysek... Yusuf'u kaybetmenin, Yusuf'u aramaya bir durak olduğunu unuttuysak... Yusuf'u bulmanın değil de aramanın daha değerli olduğunu düşündük mü hiç? Gayret Yusuf'u aramak... bulduran ise ancak O. Aramak acziyet, bulmak nimet içinde nimet. Çünkü aramak dahi bir nimet.
İsmet Özel'in Bir Yusuf Masalı geliyor aklıma. Henüz öğrenciyken okuyup da aklıma işlenen şu mısralar ile bitirmeliyim sanki.
"Yusuf`a doğru giden her eğimde
Her hangi bir vakte denk düşüyor
Sevişme anı."