Gönderi

**Hem sonra, gerçekten mutsuz olabilir mi bir insan? Ah, mutlu olmaya gücüm varsa, hüzün ve felaketin ne anlamı olabilir? Biliyor musunuz, bir ağacın yanından geçeceksiniz, onu göreceksiniz ve mutlu olmayacaksınız ha, işte bunu aklım almaz! Sevdiğiniz bir insanla konuşacaksınız ve mutlu olmayacaksınız! Ah, anlatamıyorum... Kötü durumda bir insanın bile adım başı göreceği öylesine çok güzel şey varken mi mutlu olamayacaksınız? Bir çocuğa bakın, güneşin doğuşuna bakın, bir otun boy atışına bakın, sizi seven insanların gözlerinizin içine bakışına bakın. ** Kuvvetle tahmin ediyorum ki, benim basit varlığım, kâinatın uyumu için gerekli bir zerredir. Belki de artı veya eksi olarak bir işe yarıyor. Tıpkı günde bir milyon insanın ölümünün, dünyanın dengesi için bir ihtiyaç olduğu gibi; bu fedakÓArlık yapılmadıkça, dünya var olamaz, olsun! ** Kaldırımlarda sağımdan solumdan geçip duran, telaşla koşturan, her zaman aceleci, asık suratlı, endişeli insanlara katlanamıyordum. Neden hep üzgün, hep endişeli, telaşlıydılar? Her zamanki hüzünlü öfkeleri (çünkü öfkelidirler, öfkelidirler, öfkelidirler) nedendir? Mutsuzluklarının suçu kimindir? ** Kaybettiği bir şeyi bulmayı çok istediği zaman, insan bazen öyle yapar. Bakar bir göremez, bomboştur baktığı yer; öyleyken yine de on beş kez bakar aynı yere. ** Her şeye şaşmak elbette budalalıktır; oysa hiçbir şeye şaşmamak çok daha güzeldir, hem nedense incelik olarak kabul edilir. Ama sanmam ki gerçekte de öyle olsun. Bence, hiçbir şeye şaşmamak, her şeye şaşmaktan çok daha büyük bir budalalıktır. Hem sonra: Hiçbir şeye şaşmamak, hiçbir şeye saygı duymamakla aşağı yukarı aynı şeydir. Evet, budala bir insan saygı da duyamaz. **Biliyor musun, bir kadın bir erkeğe en acımasız, en akıl almaz zulümleri ve eziyetleri yapsa da hiçbir üzüntü ve pişmanlık duymaz yine. Çünkü, "onu şimdi çok üzüyorum ama sonra aşkımı verir, gönlünü alırım" diye düşünür her seferinde. ** İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor, kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor. ** Ne var ki hizmet eden insanlarımız pratik olmaktan son derece uzaktır; hatta öyle bir hale geldik ki, soyut düşünme yeteneğinin ve pratik zekânın eksikliği memurlar arasında son zamanlarda en üst düzeyde erdem ve üstün özellik olarak görülmeye başlamıştır. ** Ona acı veren bir gerginlik, bir huzursuzluk vardı içinde; aynı zamanda müthiş bir yalnız kalma isteği. Yalnız kalmak, kendini bu acı dolu gerginliğe en küçük bir çıkış yolu aramadan bütünüyle bırakmak istiyordu. Kalbine ve ruhuna üşüşen sorulara cevap aramaktan tiksintiyle kaçıyordu. ** Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen..?” Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar.
·
165 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.