Gönderi

İfade-i Meram Büyük İslâm mütefekkiri, âlimi ve mücahidi olan Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerinin, "Risale-i Nur" namı altındaki külliyatı ile îfa ettiği muazzam hizmet-i Kur'aniye ve imaniyesini, yanlış tefsir ederek, hakikatı tahrif eden, bilerek veya bilmiyerek, uydurma fikir ve isnadlarda bulunan bazı gazeteler, dünyayı velveleye verici feryadlar ve yanlış haberler ile efkâr-ı umumiyeyi bulandırmağa çalıştılar. Hakikatı, evham ve garaz bulutları ile örtmek istediler. Siyaset, tarîkat ve cem'iyet gibi hususlarda ittihama yeltendiler. Bunlara karşı; Üstad Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerinin risale ve mektublarında yazdığı bazı mes'eleleri ibraz ederek, onun lekeden âri ve şübheden uzak, evham ve hayalâttan müberra manevî çehresinin bir küçük âyinesini göstermek lüzumu hasıl oldu. Başka tarif ve tavsife hâcet bırakmadan bizzât aziz Üstad Bedîüzzaman Said Nursî'nin kendi ifadeleri, o müfterilerin uydurmalarını yüzlerine çarpıyor. Menfî gayretkeşler, iftiralarına hakikat süsü vererek neşre çalışırlarken; ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olan bir bedaheti beyan etmek, hele o iftiraları esası ile çürütmek için neşretmek zarureti ortaya çıktı. Malûmdur ki: Bir zâtı bilmek ve tanımak için evvelâ onun tarihçe-i hayatı gözden geçirilir. Hayatının muhtelif safha ve tabakalarında ve cem'iyetin ayrı ayrı inkılablara düçar olduğu zaman ve devirlerde, nasıl hareket ettiği tedkik edilir. Bu suretle inanışlarında, kanaat ve fikirlerinde ve davasındaki sadakatı, azmi, doğruluğu ve sebatı tebeyyün etmiş olur. Sonra o zâtı tarif eden bir cihet de onun eserleridir. Eserleri ile o zâtın; akıl, kalb, ruh gibi manevî ve hakikî şahsiyetinin derece-i vüs'at ve kıymeti tebarüz eder. Bilhâssa zâtının mir'atı olan eserleri, insan kitlelerinde müsbet tesir husule getirmiş ve yapıcı bir rol oynamış ise, bu daha güzel ve ekmel bir tarif edicidir. Sonra o zâtı bildiren ve tanıttıran başka bir cebhe de: Görüştüğü, tanıştığı ve beraber çalıştığı arkadaşları, dostları ve eserlerini okuyan ve hayatını tedkik ederek ilim ve hikmet mizanı ile konuşan, muasırları olan insanlardır. Mümtaz ve dâhî bir şahsiyetin, zâtının tereşşuhu ve âyinesi hükmünde olan bu üç cebheden, sıdk ve doğruluğun, fazilet ve hakkaniyetin nuru aksederse, şek ve şübhe kalmaz ki o zât; vazife, mazhariyet, ahlâk ve fazilet gibi insanî kemalâtın evc-i bâlâsına, en güzel noktasına doğru kanat açıp gidiyor demektir. Öyle ise sevgili kardeş! Yalnız -başka değil- insaf ve adaleti, iz'an ve mantığı, akıl ve hikmeti beraber alarak gel; şu asrı, şu zamanı ve bütün ukûlü kendisiyle meşgul eden bedî' efkârı, bedî' eserleri ve bedî' tavır ve hareketleriyle Bedîüzzaman olan Said Nursî'yi tedkik eyle. Merhum Sultan Abdülhamid Han zamanından beri devam edegelen mücahedesine, muhtelif hayat safhalarına "Risale-i Nur" adı altında milyonlar nüshası, dâhil ve hâriçte intişar eden eserlerine ve milyonları aşan talebelerine ve onu alkışlayan, davasını tasdik, hizmetini takdir eden ehl-i akıl ve ehl-i ilmin binler beyanatlarına geniş ve hakikatlı bir dürbün ile birden bak; göreceksin ki: Allah'a abd ve Hazret-i Peygambere ümmet olarak Kur'an ve iman hizmetinde bulunmanın, nur-u imanı âfak-ı cihana izn-i İlahî ile ilân etmenin eşsiz bir numunesini gösteren, a'zamî ihlas ve fedakârlığı ile, âlem kadar geniş, güneşler gibi parlak imanı ile ve şimşekler gibi çakan zekâ ve feraseti, ilim ve tefekkürü ile gönülleri cezbelendiren Kur'anın nuru ile akıllara istikamet ve nur, ruhlara inkişaf ve terakki, hayata hayat ve saadet veren bu zât-ı ekmel, Kur'anın hakaikına ma'kes Risale-i Nur'un manevî şahsiyeti haysiyeti ile asrımıza şeref veriyor, zamana değer verdiriyor diye kat'î olarak anlayacaksın. Bütün bunları teemmül ve tefekkür ettikten sonra, o zâtın doğruluğunda, davasının hakkaniyetinde bir şek ve şübhe ihtimali olabilir mi? Kaldı ki, onun dava ettiği hakikat; bin dört yüz sene evvel âlem-i beşeriyete arş-ı rahmetten nüzul eden mukaddes İslâmiyet güneşinin tâ kendisi olup, ona hizmet ve insanlığa dünyevî ve uhrevî saadetler bahşeden nurunu yaymaktan ibarettir. Evet âlem-i beşeriyet, tarihin hiçbir devrinde görülmemiş manevî sarsıntı ve tezelzüle, bu son asırdaki gibi düçar olmuş değildir. En büyük bir misali, insaniyetin yarısını idaresi altına alan komünizm rejiminin her memleketi ciddî surette düşündüren ve tahribatına karşı çareler aramağa sevk eden tehlikesidir. Dinsizliği bir şiar-ı medeniyet telâkki ederek harekete geçen bu şiddetli cereyan, maddî kuvveti ile değil, belki manevî tahribatı ile zihinleri idlâl, efkâr ve kulûbü ifsad etmekle, kısa bir zamanda beş yüz milyon Çin'i ve yarı Avrupa'yı istila etmiş ve her memlekette zehirini saçacak vasıtalar elde etmiştir. Bu tehlikeye karşı bütün beşeriyet mukabeleye çalışmaktadır. Âlem-i İslâmın ileri karakolu ve en kahraman ordusu olan Türk Milletinin bu azîm tehlikeden mahfuz kalması, doğrudan doğruya bir inayet-i İlahiye ve bir himayet-i Rabbaniye iledir. Yoksa yalnız kuvvet değildir. Risale-i Nur müellifi yemin ile defalarca beyan etmiştir ki: Komünizme karşı en büyük ve kat'î çare Kur'andır. Kur'an'ın bu zamanın fehmine uygun bir dersi ve hakikatlarının delil ve hüccetleri olan Risale-i Nur'dur. Evet, Risale-i Nur hak ve hakikata dayanan, delil ve hüccete istinad eden iman ve Kur'an hakikatlarını, zamanın fehmine uygun, cem'iyetin telâkki tarzına münasib çekici bir üslûb ve suhulet-i beyanla isbat ve izah eylemesi ile milyonlarca insanın iman ve itikadını tahkikî yaparak, ruhlarda İslâmî aşk ve muhabbeti uyandırmak suretiyle anarşizmin şiarı olan dinsizlik ve ahlâksızlığa karşı manevî bir sed te'sis eylemiştir. Evet ruhlarda, akıl ve kalblerde te'sis edilen mukaddes ideal ve gaye birliği, iman aşk ve muhabbeti, yıkılmaz bir kuvvet, aşılmaz bir sed hükmünde manevî bir tesir icra etmektedir.
Sayfa 5
·
62 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.