Kendi zamanını yakalamak mümkün mü?Bir seriyi okurken kitaplar üzerine ayrı ayrı yazmak ne kadar doğru bilmiyorum. Ama sanırım Kayıp Zamanın İzinde için bir istisna yapabilirim. Yolculuk uzun. Ve sanırım ilk adımlara dair birkaç not düşmek, sonra dönüp bakmak iyi bir fikir.
Uzun süredir okumayı istediğim ama cesaretimi toplayamadığım bir seri. Bu kitap için yapılan onca övgünün yakamadığı fitili başka bir kitabın satırlarında yakaladım. İdeal Defter’de geçiyordu: “Gerçekten gurur duyduğum şey. Kayıp Zamanın İzinde’nin yedi cildini de okumuş olmak.” diyordu.
Niye okumalı ki bu kitabı: Bilmem kaç yıl önce yazılmış, ayrıntılarla, bilsek de olur bilmesek de denecek olaylarla, ilgimizi belki de asla çekmeyecek karakterlerle dolu, bazen sıkılıp bize ne Swann efendiden dediğimiz satırlar. Ama başka bir şey daha var işte. Bakmakla görmek, hissetmekle ifade etmek, bilmek ve anlam kazandırmak arasında bir yerlerde dolaşıyor Proust. Derine iniyor, kazıp çıkarıyor. Dingin, huzurlu. Zihninizin esneyip genişlediğini duyarak okuma keyfi.
Çaya batırılan madlen kurabiyesi üzerine düşünüyorum. Benim madlen kurabiyem ne diye soruyorum. Sahi ne? Daha bunu sorarken bugüne kadar keşfetmemiş olmam büyük bir eksiklik gibi görünüyor gözüme. Sonra başlıyorum tüm kokulara, akıp giden tüm görüntülere daha dikkatli bakmaya.
Bu bana Annie Ernaux’un Seneler’de yazdığı şu satırları hatırlatıyor: “Bir daha göremeyeceğimiz yüzlere vuran ışığı yakalamak...Artık asla olmayacağımız bir zamandan bir şey kurtarmak” Bunu kendimizin bir daha göremeyeceğimiz yüzüne bir ışık tutmak, bir daha asla geri dönemeyeceğimiz kendi zamanımızdan bir şey kurtarmak olarak okuyorum. Hiçbir kitabın satırlarına yazılmayacak bile olsa, kendi hikayemize sahip çıkmak olarak biraz da.
Madlen kurabiyesini kilide takıp çevirdiğim için kendime, açılan kapının ardında bana bu ince şeyler üzerine düşünmeye fırsat verdiği için Proust’a sarılıyorum. İyi ki..
Bu seriyi okurken “A Concert at the time of Proust” albümünü dinlemenizi tavsiye ederim.
#rozahakmen çevirisi