Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Nihayet, sübjektif kanı, açıktan açığa hak ve vazifenin normu olarak alınır ve bir eylemin ahlâkî karakterini, bir şeyin hak olduğu inancının belirlediği ileri sürülür. Burada da yine istenen iyiliğin hiçbir muhtevası yoktur; yalnızca inanç prensibi, bir eylemin iyilik kategorisi kapsamına sokulmasının süjeye ait bir iş olduğunu ilâveten bildirmektedir. Bu durumda, ahlâkî objektiflik, görüntüsüne varıncaya kadar, tümüyle ortadan kalkar. Böylesi bir doktrin, doğrudan doğruya, daha önce de sıkça andığımız bir sözde felsefeye-hakikatin bilinmesini imkânsız gören bir felsefeye- bağlıdır (oysa, pratik esprinin hakikati, onun rasyonelliği- dir ki, kendisini gerçekleştirme süreci içinde, ahlâkın kanunlarını [emirlerini] oluşturur). Hakikatin bilgisini, sırf bir görünüşten ibaret saydığı bilgi sferini aşan boş bir iddia olarak gören bu çeşit bir felsefe, elbette ki eylem konusunda da görünüşü bir prensip haline getirecek ve, böylece, ahlâklılığı bireyin kendi hayat teorisine ve kişisel inancına indirgeyecektir. Felsefenin böylece içine düştüğü aşağılık durum, ilk bakışta şüphesiz aşırı bir ilgisizlik sonucu olarak, birtakım fuzulî akademik gevezelikler sınırını aşmayan bir olay olarak görünür; ama, zamanla bu görüş, kaçınılmaz bir biçimde, bir ahlâk anlayışına dönüşür, felsefenin esaslı bir bölümü halini alır; ve işte ancak o zamandır ki, bu gibi teorilerin hakikî anlamı ilk kez realitede kendini gösterir ve onun tarafından anlaşılır.
Sayfa 156 - SümerKitabı okudu
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.