Bizler, çağdaş düşüncemizde, akıl ile vicdanı birbirine karıştırdığımızdan, düşündüğümüzü sanırız, aslında yaptığımız nutuk atmaktan ibarettir, bir faaliyetin içinde olduğumuzu düşünürüz aslında içinde olduğumuz heyecandır. Çünkü kadim gelenekte ve ona dair öncekilerden devraldıklarımızda aklın misyonu -en azından kelam ve felsefede- dini aklamaktır. Değişmezlik, asılların donuklaştırılması ve bu asılların realiteye baskın kılınmasıyla sonuçlanan, sonuçta ise yalnızca taklidin varlığını sürdürdüğü fıkıh usûlü hariç, (gelenekte) akıl, ne mutlak biçimde bir bağımsızlık elde etmiş ne de yönünü temel unsuru olan realiteye çevirmiştir.