Tulumbacılar, tahtırevana binmiş bir paşa gibi taşıdıkları su tulumbalarıyla dar, yokuşlu sokaklarda koşmak zorundaydılar. "Yangın var!" haykırışları şehrin seslerine öyle karışmıştı ki ezan sesi ya da geceleyin kırnava gelmiş kedi sesi gibi tanıdık geliyordu. Serüvenci Aubrey Herbert şehre ilk gelişinde yarı çıplak bir deliler güruhu tarafından Grande Rue boyunca kovalanmıştı; kuşkusuz kafirin tekini boğazlamak niyetindeler, diye düşünmüştü Herbert. Nefes nefese oteline sığındığında, biri ona o güruhun aslında yangına koşan tulumbacılar olduğunu anlattı. Ancak, ev sahipleri için ilaç bazen hastalıktan daha beterdi. Tulumbacıların tulumbası küçük ev yangınlarını söndürmeye yarıyordu, ama iş büyük yangınlara geldiğinde, standart teknikleri yangının sirayet etmemesi için yanan evin yanındaki binaları çengeller ve zincirlerle çekip yerle bir etmekti. İstanbul'un ikide bir çıkan yangınlarında oluşan zararın epeyce bir bölümü tulumbacılar yüzündendi.