"Her bilgiden şüphe eden Rendekar, şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da kendisinin varolduğu sonucunu çıkarıyordu."
Bu düşünceyle başlar asıl kitap ondan sonraysa bu düşüncenin karakterimiz Uzun İhsan Efendi de evrimleşmesini ve hayatını almasını görürüz. Uzun İhsan Efendi dünyayı gezmek, onun haritasını çıkarmak isteyen ama bunu tek tek gezerek değil de rüyasında görerek, uyuduğunda ruhunun zaten dünya üzerinde gezdiğini düşürerek yapan birisidir. Hiç çalışmadığı halde daima oğluna verecek parası olan, evinde de hiç sandık bulunmayan bu karakterimiz her ne kadar yan karakter olarak görünse de kitabın sonunda anlayacağımız üzere başkarakterdir.
"Her bilgiden şüphe eden Rendekar, şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da kendisinin varolduğu sonucunu çıkarıyordu." dan başlayan düşünce "Rendekar yanılıyor: Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığınız dünya." düşüncesine kadar varır.
Uzun İhsan Efendi'yi bir kenara bırakıp diğer karakterlerimize gelecek olursak kitapta birçok karakter görmemiz mümkün. Hatta öyleki hepsi bir yerde birleşiyor ama bu birleşme ve ayrılık anları bana kalırsa çok zoraki olmuş. Bir an önce yapsın bitsin şeklinde olması kitap boyunca beklediğim karakter için beni oldukça hayal kırıklığına uğrattı ama onun dışında kitapta anlatılan olaylar, özellikle bilgi ve zaman felsefesi beni oldukça etkiledi. Kitabın sonu olmasa da sondan bir önceki bölümü oldukça şaşırtıcıydı. O ayrılışlar dışında benim oldukça beğendiğim bir kitap oldu. Okursanız çok şey kazanırsınız. Bilginlik üzerine kitapta geçen bir sohbeti sizlerle paylaşarak incelememi bitirmek istiyorum:
- "Melun kafir! Bilgelik dedin ha. Sen bilgin misin yoksa? Hangi bilginin peşindesin? " Casus:
- "Evet , çok şey bilirim. Limanlanıza girip çıkan gemilerin ne yük taşıdığını, yaptığınız gizli anlaşmaları, idareniz altında olan milletlerin isyana eğilimlerini, depolarınızdaki barutun miktarını, toplarınızın sayısını, her şeyi, her şeyi bilirim".
- "Bre melun, sen bana bilgin olduğunu söyledin. İnsan bu anlattıklarını bilmekle hiç bilgin olur mu?"
- " Sizin bilginleriniz ne bilirler?"
- "Müneccimlerimiz ilanı harp ve sünnet için uygun zamanları bilirler. Şeyhler gayb alemine mahsus sırları, medrese alimlerimiz ise neyin günah neyin sevap olduğunu bilirler".
- "Yüce padişah ! Eğer bu saydığın bilginler sadece anlattığın şeyleri biliyorlarsa, onların pek fazla bir şey bildikleri söylenemez" .
- "Neden?"
- "Çünkü bilgi tehlike ile ölçülür" .
- "Ne demek bu? "
- "Bilgi doğru olmak zorundadır ve bilgin , hata yapmaktan ölümden korkar gibi korkar. Sizin bilginleriniz hata yapmaktan korkarlar mı?"
-"Doğrusu bundan pek emin değilim. Ama önce ne demek istediğini iyice anlat bana".
- "Şunu kastediyorum: Müneccimleriniz ya da medrese hocalarınız bir hata yaptıklarında sözgelimi cezaya çarptırılırlar mı? Hata yapmaktan korkmuyorlarsa belki de hatanın cezasından korkuyorlardır".
- "Hayır. Onlar cezaya çarptırılmaz. Çünkü onlara bilgin diye saygı duyarız".
- "Öyleyse onların doğru düşünmeleri için yeterince şart yok demektir. Çünkü onlar doğru düşünseler de düşünmeseler de nasıl olsa saygı göreceklerini, tehlikeye düşmeyeceklerini bildiklerinden hatadan da korkmazlar. Ama, mesela tüccarlar öyle mi?. Bu mesleğin adamları doğru düşünmedikleri anda iflas ederler. Benim gibi casuslar da hata yapar yapmaz yakalanıp asılırlar. lşte bu yüzden, hata yaptığı anda servetini, hatta canını kaybedebilecek olmayan insanların fikrine güvenilmez. Çünkü malı, canı, sevdikleri tehlikede olmayan biri doğru düşünemez. Bilgi tehlike ile ölçülür dediğimde kastettiklerim bunlardı. Benim neden bilgin olduğuma gelince: Yaptığım işten büyük para aldığım için ülkemde aşağılanırım. Kralıma verdiğim bilgi yanlış çıkarsa hemen asılırım. Bu yüzden, yaşadığım tehlike en büyük tehlike olduğu için, bir casus olarak bilginlerin en büyüğü de benim. Peşinde koştuğum bilgi de kaçınılmaz olarak en doğru bilgi olacaktır. Çünkü doğru ya da yanlış olduğu er ya da geç anlaşıldığında, ben ya zengin ya da ölü olacağım".