Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

400 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
27 günde okudu
ŞÜPHENİN TARİHİ, Sadık Usta
Herkes felsefe öğrenebilir; sadece araştırmak sorgulamak ve insanın en ilkel dürtülerinden biri olan merak etme dürtüsünü canlı tutmak, derinlemesine ve çok yönlü düşünme yetisine sahip olabilmek, mevcut durumu eleştirebilmek ve düşünsel çıkarımlarla bir çözüm getirebilmek ve her şeyden önemlisi de her anlatılana inanmayıp kandırılmamak adına doğru düşünme sanatı olan, eskilerin deli işi dediği felsefeyi halkın tabanına yayma gayesiyle kaleme alınmış, titiz çalışıldığı çok belli olan tiril tiril bir kitap. Kronolojik dizin sıkı sıkıya işlenmiş bir bitirme tezi ciddiyetinde hazırlanmış. İlkel çağlardan günümüze kadar insanlık tarihi ile paralel giderek bir felsefe tarihi/felsefenin varoluşu, gelişimi ve günümüzdeki süreci anlatmış yazar. Kimi zaman kendimi
Yuval Noah Harari
Yuval Noah Harari
nin
Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens
Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens
kitabını okur gibi hissettim, çok başarılı buldum kitabı ve yazarını; İlkçağlardan bu yana kabuğunu kıran insanoğlunun geçirdiği gelişim/değişim süreçleri, kronolojik sırayla okurken felsefe nasıl doğmuş, düşünce tarihine yön veren büyük filozoflar bilim insanları, hangi çetin koşullarda sorgulayarak dogmaları yıkmaya çalışmışlar nasıl mücadele etmiş nelere maruz kalmışlar okurken bir yandan da felsefe ne işe yarar, felsefe nasıl yapılır, sorularını izah ederken Sümerler’den girmiş Mısırlılar’dan çıkmış, Hindistan’dan girmiş, Antik Yunan’dan çıkmış, özellikle Arap filozoflara da çok sık değinmiş olan yazar ‘’Coğrafya kader midir?’’ sorusunu da yanıtlamış bu eserinde yazar. Düşünmenin araçlarını etkin bir şekilde kullanmak isteyen ve yaş farkı gözetmeksizin insanlığın hizmetine sunulmuş bir kitap olarak yazıldığı için anlatım dili oldukça sade ve akıcı. Kitap tam bir derya deniz. İçinde neler yok ki… Düşüncenin insan yaşam zemini üzerindeki uygulaması ve etkisi, din-bilim-insan üçgeninde toplumsal hayat, yazı ve konuşma dilinin gelişimi, üretimin kökeni, gelişimi ve paylaşılması, insanın düşünsel alemini belirleyen, kimliğini kazandıran bir büyük merak sonrası akla düşen o zihin açıcı ilk sorular ve akabininde insanoğlunun hangi makul gerekçelerle avcı-toplayıcı konumundan yerleşik hayata geçtiği… Konuları biraz daha açalım; Çünkü konular detaylandırıldıkça okuyucunun ilgisi de artacaktır. Lakin bu sadece şüphenin tarihi kitabı değil bir insanlık tarihi kitabı olarak da gözükmektedir. - Bereketli Hilâl detaylı anlatılmış. Bizim coğrafyamızın tarihi önemi - Kentlerin kuruluşunun önemi - Kültürün yaratımı - Üretimde bolluğa yol açan bilim ve teknoloji - Toplumsal örgütlenme - Dinlerin kurumsallaşarak devlet ve siyasetle kaynaşmasına - Orduların inşasına - Sınıfların ve profesyonel düşünürlerin ortaya çıkışı - Siyasal baskının emek sömürüsünün kölelik koşullarının ve zulmün ayyuka çıktığı ilk imparatorlukların kuruluşuna - Düşünsel sıçrama ile felsefenin eşiğine nasıl gelindi. - Felsefe ve felsefî bilginin ne olduğu, felsefenin kültür ve sanat, bilgi ve varlık, siyaset ve din, bilim ve ahlâk üzerine nasıl bir etkisi var. - Tanrı fikrinin insanlık tarihinde oynadığı role, madde ve madde ötesi kavramları yaratan bilinç unsuruna - Felsefenin tanımı, alt disiplinleri, temel sorunları, kavramları, evrenselleşmiş ilkeleri - Felsefenin alt disiplinleri - Bilgi felsefesi - Düşünme eylemi nasıl olur - Zaman ve hareket kavramı - Varlık felsefesi - Din Felsefesi - Etik ve Ahlâk Felsefesi - Uygarlıklar neden çöker? (özellikle bu bölümü sanki milletleri uyarırcasına tane tane açıklamış hoca) - Bir dönem bilim ve felsefede çığır açan Hint, Çin, Sümer, Mısır, Yunan, Doğu-İslâm vb benzeri kavimlerin bir dönem sonra neden bilim ve felsefeden uzaklaşarak karanlık çağlara gömüldükleri incelenmiştir. - Göbeklitepe ve Bereketli Hilâl coğrafyası önemlidir. Çünkü Neolitik Çağ kavramı 14 bin yıl önce dünyanın birkaç noktasında ve birbirinden bağımsız olarak başlayan tarım ve hayvancılık sürecini ifade eden bir coğrafya, Bereketli Hilâl. Tarihte tarımın ve kent devriminin ilk başladığı bölgedir. Yazı, dinler, bürokrasi, ilk teknolojik aletler, bilim, sanat ve kültür, ilk devletler, ilk büyük imparatorluklar, ilk büyük ordular bu coğrafyada kurulmuştur. Yani, bir medeniyet oluşturabilmek için ‘’İlk’’ler hep burada boy vermiş, insanların temel kaynakları olan bitki ilk kez burada ıslah edilmiş, etinden sütünden yararlanılan hayvanların çoğu da ilk kez burada evcilleşmiştir. Dinsel kurumlar ilk kez burada doğmuş hatta bizlerde çok iyi biliriz ki Urfa’ya peygamberler kenti denilir. Dünyadaki 56 yaban otunun 36 sı bu bölgede yetişmektedir. Dünyanın 8 temel besin hayvanının dördü inek koyun domuz, keçi ilk kez bu bölgede evcilleştirilmiştir. İnsanlık tarihinin 8 temel bitkisi (bakliyat grubu mercimek, nohut..vs) yine burda boy vermiş. Kitapta açıklanmış bu kısımlar detaylı bir şekilde. - Mısır egemenliği altında olan *Fenikeliler’den Antik Yunan’a bilgi hazinelerinin aktarımından bahsedilmiş. *Fenike Yunanca mor renk. Murex balığından elde ettikleri mor renkli kumaşlar sayesinde mor rengi vatanı olarak anılmaya başlamışlardır. - Mısır’dan yani Doğu’dan Batı’ya geçen ve Yunan - Roma uygarlığının temelleri bu bölgenin birikimi sayesinde mümkün olmuştur. Yazar, bu kısımlara yoğunlaşıp önemini vurguluyor eserde ve en sonlarda da o kritik sorulardan birini soruyor. Coğrafya Kader midir? Tabii ki değil diyor açıklamalarıyla. - Kültürel Çölleşmenin Nedenleri nelerdir? Uygarlıklar neden çöker? Çöküşe geçen uygarlıklar, içinden çıktıkları coğrafyada neden gözle görülür bir birikim bırakmazlar hatta arkalarında neden çölleşmiş ve çoraklaşmış bir coğrafya bırakırlar? Ayrıca kitabın en sonunda da felsefe kavramları sözlükçesi, zaman ve filozoflar dizini, kaynakça ve dizin ile sonlandırmış. Şu ana kadar okuduğum en titiz, nakış gibi tane tane işlenmiş kitaplardan biriydi. Dönemin şartları ağırlaştıkça, zihinsel kargaşa yayıldıkça, bilimsel çalışmalara sekte vuran gericilik, bağnazlık baskın çıktıkça toplumların milletlerin üzerine kara bir bulut çöker böylesi buhran dönemlerinde insanlar eskisinden daha büyük bir şevkle sorgulamaya nedeni ve nasılı… Fırtınalı dalgaların arasında bulduğu tutanacağı bir can simidi veya bir tahta parçası gibi felsefeye tutunur insan, anlamak ister olup biteni. İnsanı diğer bütün canlılardan ayıran temel özellikler, onun her koşulda çareler düşünmesi ve zorluklara karşı mücadele etmesidir. (darda kaldığında çareler üretmesi). İşte bu konuda güzelce işlenmiş eserde. SON SÖZ: Bir yerden felsefeye başlamak için biraz alt yapınız olması da gerekli ama bu kitabı okuduğunuzda her şeyi tane tane ve sade bir dille Sadık Usta anlattığı için özellikle yeni felsefeyle tanışanlar için tam kurtarıcı bir kitap diyebilirim. Herkesin anlayabileceği şekilde kalemini konuşturmuş, Sadık Usta. Siz felsefeyi sevin yeter ben sizin için en anlaşılır en kolay şekliyle her şeyi yazarım demiş. Akıcılığı bozmamak adına dipnotlarda ve uzun açıklamalardan kaçınılmış ki bence çok yerinde. Ben de çok fazla dipnot ve uzun açıklama olan kitapların okuma hızını ve konsantrasyonu düşürdüğü kanaatindeyim. Eserin sonunda zaten tüm dip not ve kaynaklar mevcut. Felsefeye giriş kitabı misyonuyla yazılmış ancak uzun bir insanlık tarihi ve uygarlıklar tarihi ile başlatılmış ki aslında bu eserin ne kadar titiz bir şekilde nakış gibi işlendiğinin kanıtı. Makarayı en başa sararak sağlam bir temel üzerine binayı inşa etmiş, yazar Sadık Usta. Sonuçta insanlık tarihi milyonlarca yıl içerisinde çok uzun yıllar harcayarak vardığı evrimsel bir tablo. Eğer felsefe günlük yaşamda ne işe yaradığını bilmek, felsefi-düşünsel merakınızı gidermek, düşünme yönteminin yasalarını kavramak istiyor ya da felsefe yapmanın ne olduğunu merak ediyorsanız bu kitap size göredir. Lakin felsefe, soyut kavramlar üretir ancak o kavramlar, somut ve canlı hayatta sınansınlar diyedir. OKULLARDA ÖĞRETİLEN FELSEFE: Felsefeyi okullarda öğrenmek çok zordur. Müfredatı öğretmenin önüne dayayp konuları kağıttan okuyarak geçmek ile felsefe bilinci aşılanamaz. Şahsen geçmişe dönüp baktığımda; yabancı dil ağırlıklı ve İstanbul’da bilinen iyi bir lisede okumuş olmama rağmen ve iyi bir felsefe öğretmenine de sahip olmama rağmen felsefe dersinde öğrendiklerim çok ciddi bir heyecan yaratmamış ve devamı da gelmemişti. Çok sonraları ilerleyen zamanlarda kitap okuma alışkanlığımın artmasına paralel olarak felsefeye de kendi başıma ilgi duymaya başladım ve elbette yeterli olmasa da cüzî bir miktar yol alabildim. Çünkü okullar, felsefenin yaratıcı düşünme dinamiklerini yaratıcı pratiklerini sunmak yerine ezbere dayanan formüllerini, kalıplaşmış kavramları öğrenciye okuyup geçerler. Bu bir nevi müfredatta yazılı olan kağıttan oku-geç ders saatini bitir mantığıyla verilmektedir. (ben de eğitimci bir annenin evlâdı olarak; istinaî davranan idealist öğretmenlerimizi tenzî ediyorum.) Cansız ölü bilgileri ezbere dayalı halde sunan bir eğitim için filozof Bertrand Russell’ın ‘’Eğitimini almakla birlikte, kısa bir süre sonra hepsini unuttum.’’ s.21 demesi, bu konuyu yeterine açıklamaktadır. Evet, aynı filozof Bertrand Russell’ın böyle dediği gibi bilgi cansız/ölü doğmuştur ve ölü doğan bilginin oluşturduğu düşünce ise insanda hiçbir tesir ve hatıra bırakmaz. Olan, sadece gençlerimizin altın yıllarında kaybettikler zaman kaybı ve kalıcı körelmelerdir. ALINTILAR: ‘’Liderler çoğunlukla ya askeri komutanlar ya da ruhani liderler olarak sivrilen insanların arasından çıkardı. Belli bir bürokrasinin varlığından bahsetmek de mümkündü. Ruhban sınıf da adım adım şekillenmekteydi. Liderler varlıklı olmakla kalmaz, yanlarında birkaç yüz kişilik yanaşma da beslerlerdi. En görkemli konak, en verimli arazi, en çok av hayvanı barındıran orman ve tabii ki bölgenin en güzel kadınlarıyla kızları onlarındı. Onlardan izin almadan ne sulama ve avcılık yapılabilirdi ne de ormandan ağaç kesilebilirdi. Çoğunlukla yoksul köylüler şeften arazi kiralar, karşılığında da ürünün yarısını ona verirlerdi. Vergi yoktu, ancak angarya sistemi adım adım uygulanmaktaydı. Eski ortakçı toplumsal değerler yok olmuş, sömürü ve baskı dönemi başlamıştı. İnsanları birbirine bağlayan mertlik bozulmuştu. Savaşlarda elde edilen ganimetlerin en büyük payı şefe ait olurdu. Yenilgiye uğratılan kabilelerin erkeklerinin çoğu öldürülür, çocukları ve kadınları ise köleleştirilerek şefin haremine katılırdı. Düzenli ordular henüz yoktu ancak eli silah tutan her erkek, şefin emrinde savaşmak zorundaydı. Şeflik sisteminde din, topluluğu birleştiren ve toplumda rıza yaratan bir unsur olarak önemli bir işlev görürdü. Dinler sadece toplumların manevi dünyasını değil, aynı zamanda günlük hayatını düzenleyen bir rol de oynardı. Efsanevi figürler, peygamberler ve hatta yarı tanrı insan figürleri bu aşamada ortaya çıkmıştır. Dinler zamanla şeflerin iktidar gücüne meşruiyet sağlayan ideolojik payandalara dönüşmüşlerdi. Siyasal erk çoğunlukla dinsel-manevî görevle birleştirilirdi. Büyük tapınak ve kutsal mabetler bu amaçla düşünülür ve inşa edilirdi. En az beş bin yıllık bir tarihe sahip olan kurumlaşmış dinler, mevcut baskı ve sömürü düzenini meşru göstermek için tanrısal fetvalara başvururdu. Bunun karşılığında da ruhban kesime mensup insanlar çeşitli imtiyaz ve mal varlığıyla ödüllendirilirdi. Şefli sistemi, bir ucunda kabile, diğer ucunda gelişmiş devler örgütlenmesinin yer aldığı ara bir aşamayı ifade ederdi.’’ (M.Ö.7000 Şeflik Sistemi) ‘’Cennette bilgelik meyvesini yiyen Adem ve Havva kovulurken, Adem’e ceza olarak ekmeğini kan ve ter içinde topraktan çıkarması uygun görülmüş,yani bir nevi el işçiliğine mahkum edilmiş; Havva ise çocuklarını sancılar içinde doğurmakla lanetlenmiştir. O günden bugüne dünyevî hayat bir çile, sabretme ve tanrısal sınav süreci olarak görülmüştür. Ölümlü insan ancak öbür dünyada huzura kavuşacak ve ebedi cennet hayatıyla mükafatlandırılacaktır… Mısır ruhban sınıfının vaaz ettiği öbür dünya imgesi ilk kez ‘’Harp Çalgıcısının İlahisi’’ adlı metinlerde… ‘’ – (Öbür dünya simgesi Mısır Ruhban sınıfı tarafından ilk kez M.Ö.4000 de kullanılmıştır. Sabır, biat etmek, kölelik,annelik kavramlarıyla imtihan ve sonucunda cennet vaadi ile mükafatlandırılma, ilk kez öteki dünya simgesine eleştiri… Mısır Döneminde ortaya çıkmıştır.) ‘’Mitolojiyle dinler her zaman iç içe olmuştur. Mitoloji insanlığın çoktanrılı inançlar döneminden kalan hikâyeler külliyatıdır.’’ s.89 ‘’Mısır bilimi, Yunan düşünce dünyasını ya doğrudan ya da Fenike üzerinden biçimlendirmiştir.’’ s.89 ‘’her alanda maddeyi ve doğa yasalarını belirleyici olarak görüp gelişmenin yönünü de sözkonusu maddenin veya koşulların belirlediğini ileri sürmüştür. Bu akıma genel anlamda ‘’materyalizm(maddecilik)’’ diyoruz.’’ s.95 ‘’… madde ve bedenden ayrı, bağımsız bir ruhun var olduğunu, dolayısıyla olguların varlığın, hareketin, her türlü değişimin geri planında tanrısal bir erkin, ideanın, ruhun, düşüncenin bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu akıma göre her şey tanrısal iradeyle gerçekleşmektedir ki onu da ‘’idealizm’’ olarak adlandırıyoruz.’’ s.95 ‘’Eğer bir insan açgözlülüğünü doyuramıyor, tiksindiği şeyi de ortadan kaldıramıyorsa vay onun haline…‘’ s.109,Epiktetos. ‘’Başkalarıyla tartışmak, inatlaşmak değil, bilgimizin doğruluğunu sınamaktır. Tartışılmamış ve aklın süzgecinden geçmemiş ham bilgiler her zaman şüphe içerirler.‘’ s.112 ‘’Yani insan beyni, dünyayı kavrayabilmek için pratik dünyayla düşünsel dünyayı, zihinle bedeni, duyumsanan nesnelerle yansıttıkları algıları bütünleyerek bir tabloda birleştirir.’’ s.222, kompozisyon ‘’Biz bir şey düşündüğümüzde, zihnimiz düşündüklerimizin bir an sonraki sonuçlarını çoktan hesaplamış ve yapmamız gereken tercihleri olasılıklar dizgesi olarak hazırlamıştır. Yani henüz mevcut olmayan gelecekteki bilgi (olasılık olarak düşünülmüş bilgi) düşüncemizde çoktan yer edinmiş ve gerçeklikle sınanmak üzere düşünce sistemimize girmiştir.’’ (düşüncenin ütopik unsuru) ‘’Varlık nedir? sorusunun yanıtı çocukken altında geçmeye çalıştığımız, ana biz koştukça bizden daha çok uzaklaşan gökkuşağındadır. Biz koştukça o da bizden uzaklaşır, fakat o, enerjimizi ateşleyen ve merak duygumuzu kışkırtan görkeminden hiçbir şey kaybetmezken, bizi de yaşlandırmış olur. ‘’ s.254. ‘’İnsan boşluğa doğar, kimliğini kendisi yaratır. Varlığımızı bir kişiye dönüştüren kendi eylemlerimizdir.’’ J.P.Sartre ‘’En başta sadece içgüdüler vardı. Sonra ölüm korkusu başladı ve bu bilinç halini aldı ve ardından zihinde basit ama heyecan verici bir bilme merakı ortaya çıktı.’’ s 272. ‘’M.Ö. 1350’li yılların başlarında tahta çıkan IV.Amenhotep (Akhenaton) Mısır’da siyasi ve ideolojik bir devrim başlatmıştı. O güne kadar din adamları toplumun uhrevi hayatını belirledikleri gibi, siyasi iktidarlar üzerinde de güçlü bir etkiye sahiplerdi. Din adamlarının en büyük destekçileri ise aristokrat kesimdi. Bu sayede onlar da yönetime katılmış olmaktaydılar. IV. Amenhotep hem adamlarının ve aristokratların etkisini kırmak hem de Mısır’ın egemenlik altında aldığı diğer kavimleri ortak bir kimlik altında birleşebilmek için tektanrıcı bir din(ideoloji) kurmaya karar vermişti. IV.Amenhotep , Güneş Tanrısı Re-Harakte’yi tanrıların tanrısı ilan etmişti. Bununla da kalmamış, kısa bir süre sonra mevcut tanrıların putlarının mabetlerden toplatılarak meydanlarda kırdırılmasını emretmişti.’’ s.294 ‘’nasıl ki insan hayatında bilimin yetersiz kaldığı ya da teknolojinin çözüm üretemediği yerde dinsel düşünüş ve inanç devreye giriyorsa, dinin ‘’kutsal soluğunun’’ tükendiği noktada bilim devreye girerek dinsel düşünüşü sınırlamakadır.‘’ s.297 ‘’Din, bilimin çaresiz kaldığı ortamlarda devreye girmekte ve ruhsal açıdan boşluğa düşen insanları teselli edip onlara umut vermektedir.’’ s.297 ‘’Ahlâki ilkeleri ve insan davranışlarını belirleyen amaçlar, kesinlikle akıl ve insan doğasıyla uyumlu olmalıdır.’’ Spinoza ‘’İnsan aklını kullanarak hem bilgiye ulaşmakta hem de bilgide derinleştikçe ahlâkın özünü daha çok kavramaktadır.’’ s.321 ‘’İyi beslenen ve daha güvenli ortamlarda yaşamaya başlayarak kültürü icat eden insanlar, daha bir güçlenmiş ve güzelleşmişlerdi. Doğal olarak bolluk ve bereket insanları çok daha fazla ‘’boş zaman’’ sahibi yapmıştı. İnsan, düşünsel etkinliğe çok daha fazla zamana ayırır hale gelmişti. İlk bilimsel ve düşünsel etkinliğin gündelik hayattaki süresi bedensel çalışma süresi kısaldıkça günden güne artmıştı.’’ sy 55 ‘’1100 lü yıllarda Kahire, Bağdat ve Endülüs’teki kütüphanelerde bulunan kitapların sayısı en az iki milyonken, aynı dönemde Avrupa’daki bütün manastırlarda, saray ve özel kütüphanelerde bulunan kitapların sayısı sadece yüzbindi.’’ s.345 ‘’İnsan bilgiye, Aydınlanma filozoflarının düşündüğü gibi dışsal bir aktarımla veya salt bir gözlemle değil, bizzat yaşadıkları deneyim ve etkinlikleriyle ulaşmaktadırlar.’’ ‘’Felsefe en çok toplumda krizin derinleştiği ve hatta fikir özgürlüğünün tehdit altında olduğu baskı ortamlarında yeşerir ve serpilir.’’ ‘’Maddenin hareket yasasına göre; her şey durmaksızın değişmek zorundadır. Hiçbir şey olduğu gibi ve denge ortamında kalamaz. Bunun önemli göstergesi termodinamiğin ikinci yasası olan entropidir. Madde, sürekli düzensizliğe doğru evrilir. Yine bir maddenin bir diğer yasası ise eşitsiz gelişim yasasıdır. Yani hiçbir yerde hiçbir şey düzenli ve uyumlu gelişmez. Doğada boşluk olamayacağı için her an enerji birbirine dönüşmekte, bir yerin enerjisi bir başka yere akmaktadır.’’ (Çöküşe geçen uygarlıklar , içinden çıktıkları coğrafyada neden gözle görülür bir birikim bırakmazlar hatta arkalarında neden çölleşmiş ve çoraklaşmış bir coğrafya bırakırlar? sorusunun cevabıdır. Nitekim Sümer-Babil uygarlığı bile uygarlığı çökerken ardında çorak bir coğrafya bırakmıştı) YAZAR HAKKINDA: Sadık Usta, Bana sürekli ‘’Felsefeye giriş kitabı önerir misiniz?’’ sorusunu yönelterek bu kitabı yazmama vesile olan felsefeseverlere diyerek hitap ediyor okurlarına. Hayatı mücadelelerle dolu ilginç bir biyografisi var: ‘’13 yaşıma kadar günde üç öğün yemek yediğimi hatırlamıyorum. İlkokulda kitap alacak paramız olmadığından birçok sınıfı “kitapsız” bitirdim. Derslerde hep en önde oturur ve dersi can kulağıyla dinlerdim…’’ biyografisinin başlarından sadece bir kesit bu sadece. İşte hayatı hep çabalamakla mücadeleyle geçen bir entelektüelin biyografisinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz ⇨ sadikusta.com.tr/ozgecmisim
Sadık Usta
Sadık Usta
Şüphenin Tarihi
Şüphenin Tarihi
Şüphenin Tarihi
Şüphenin TarihiSadık Usta · Kafka Kitap · 202170 okunma
··
800 görüntüleme
Engin Mavi okurunun profil resmi
İnsanlık tarihini, merakın şüphenin ilk doğduğu anlardan itibaren süregelen evrimini günümüze kadar olan kronolojik sırasıyla titizlikle ele almış bir felsefe 101 giriş kitabı. Şu ana kadar okuduğum en derli-toplu kitaplardan biriydi. Felsefeye giriş kitabı olmanın yanısıra kafadaki bilgileri derleyici toparlayıcı nitelikte. Entelektüel bir kalemden çıktığı çok net. Sadık Usta’nın diğer kitaplarını da okuyacağım.
Özgün Coşkun okurunun profil resmi
Yararlı bir inceleme olmuş. Kitap merakımı cezbetti. incelemenizde bahsettiğiniz konular, benim de merak ettiğim şeyler. Umarım tatmin edici cevaplar barındırıyodur kitap
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.