Gönderi

408 syf.
·
Puan vermedi
·
57 günde okudu
Epeycedir yoktum, yaklaşık 2 aydır hayatımda çok garip şeyler oluyor. Ben Kirke'yi bitirdiğim halde, buraya inceleme yazısı koymadım, hiç paylaşım yapmadım. Ama şimdi bu suskunluğa bir son verip size Kirke'den öğrendiklerimi anlatacağım. Spoiler çok var, uyarmadı demeyin :) Kirke, ailesinin ilk çocuğudur. Normalde, ilk çocuğun aile için yerinin ayrı olması gerekirken bahsettiğimiz aile tanrı ve tanrıçalardan oluştuğu için Kirke'nin ailesi için hiçbir önemi yoktu. Kirke hep dışlandı. Bir ölümsüz olduğu için yüzyıllarca değersizlik hissini benimsedi, sessizce yaşamaya gayret etti sadece. Yüzyıllarca gördüğü muamelenin hesabını sorması gerekirken hep sustu. Bu noktada, kendimi onun yerini koyduğumda hissettiğim ve düşündüğüm şeyler onunla paralel gitti. "Ne yapabilirdi ki? Gidecek başka yeri yoktu, çaresiz ve zayıftı." Ama kitabı okurken hem benim hem de Kirke'nin atladığı bir şey vardı. Kirke, kendisine sahipti. Yüzyıllarca hakarete ve türlü türlü kötülüklere maruz kalmış biri, buna sabretme gücüne sahipken, daha güçlü bir şeye sahip olabilir miydi? Ölümlülere hep ilgisi vardı Kirke'nin. Bunu Prometheus'la olan konuşmalarından ve ilk aşkının bir ölümlü olmasından rahatça anlayabiliriz. Kendisinin ve gücünün farkına varması onun için, bir ölümsüz olduğu halde, çok uzun ve çok sancılıydı. Anlayamıyordu çünkü, ilk aşkı bile Kirke'nin ona bahşettiklerinden sonra ona sırtını dönmüştü. Bir gün öfkesi, o güçlü sabır kapılarını zorladığında aşkından yaptığı büyüyü ve ona yapılan ihanetin intikamını aldığını herkese itiraf etti. İşin içinden süslü kelimeler ve özürlerle kolayca sıyrılabilecekken yapmadı. Ne pahasına olursa olsun, sabrının da bir sınırı vardı artık. Sonra sürgüne gönderildi, başta çok üzgündü. Zaten değersizdi, bir de üstüne bir adaya terk edilmişti. Sonsuza kadar yalnızdı. Kendini bulmaya çalıştı. Bu, yalnızlığını hafifletecek bir şeydi. Adasına gelen ölümlüler ve tanrılar oldu ama geçiciydiler. Sürgününe bir kereye mahsus ara verildi, Daidalos ile tanıştı. Doğru kişiydi o, ama yanlış bir zamanlamaydı. Ayrıca doğru kişi olsa bile, o bir ölümlüydü. Sonra Odysseus geldi adasına. Evinden içeri girdiği anda onun farklı olduğunu anlamıştı. Ona kapılması kaçınılmazdı. Kim kelimelerin ustası Odysseus'a kapılmadan duramazdı ki zaten? Kitabı her elime aldığımda onun cümlelerini okumayı beklemiştim. Adama bayılıyordum. Ancak Odysseus da geçiciydi ve ölümlüydü. O gittikten sonra yine yalnızlığına gömülmüştü. Giden olmak mı yoksa kalan olmak mı diye sorduklarında gidenin işi daha zor derdim hep. Ama kitabı okurken arkada kalan olmayı iliklerime kadar hissettiğimde anlamıştım. Eski düzeni sürdürmeye çalışmak ve gidenin yokluğuna uyum sağlamak, bana çok daha zor gelmişti o anlarda. Odysseus'tan olma oğlunu korumak için canı pahasına uğraştı Kirke. Artık gücünün farkındaydı. Bu yüzden Athena'ya kafa tuttu, kuyruğu zehirli kadim bir canavarın sonsuz ızdırabını çekmeyi göze aldı. Uzaklardan Odysseus'un ölüm haberi geldi sonra. Kendi oğlu Telegonos için, Odysseus'un eşi Penelope ve oğlu Telemakhos'u adasında ağırladı. Böyle bir ortamın gülünç garipliğini kitabı okurken çok net hissetmiştim. Kirke, Odysseus'a anlatamadığı hikayelerini anlattı Telemakhos'a. Ona hislerini anlattı. Ölümsüz Kirke, aşkın ne olduğunu Telemakhos'la anladı ve sevdiği adam için ölümsüz yaşamından vazgeçti. Kendini büyüleriyle bir ölümlü yaptı. Kitabı okurken ölümlülere olan ilgisini gördükten sonra bu artık şaşırtıcı gelmiyordu. Onca fedakarlık yapmıştı değmeyen tanrılar ve ölümlüler için. Bir kez daha yaptı ve bu sefer her şeye değmişti. Yüzyıllardır durduğu altın kafesten çıkardı kendini ve hayatın içine atladı. Çünkü her tanrının aynı olması şart değildi. Kitabı okurken çok şey hissedeceğinize eminim. Okuyun okutun dostlar. Hislerimiz olmadan neyiz ki zaten?
Ben, Kirke
Ben, KirkeMadeline Miller · İthaki Yayınları · 202134,3bin okunma
·
46 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.