Gönderi

Sevebildiğimiz için varoluruz
40 yaş yaşlılığın gençliği, 50 yaş orta yaşmış, 60, 70 vs. Bir şeyler yazıp çiziyor birileri. Ne derlerse desinler, en iyi ihtimalle 80/90 kış, yaz, bahar, sonbaharımız var. 80/90 kez görebilirsiniz karı, bahar dalını, çiçeğe durmuş erik ağacını, kirazı. Parmakla sayılacak kadar az. Yaz güneşi, denizde yüzdüğünüz süre, zirvedeki karın eriyişi... Neyin gençliği, neyin yaşlılığı? Bütün ömrümüz bundan ibaret. Her dem genc, her dem umut dolu hissetmektir aslolan. Yaşadığımız seneleri, yüzümüzdeki çizgileri, bedenin başına gelenleri saya saya geçirmek ömüre ne kazandırır? Bana göre 40 yaş, gençliğin en güzel zamanı, 50 müthiş, 60'a kimseye söz söyletmem. 70'de durur düşünürüm belki. Umuda yolculuğum bitmeyecek çünkü... 80? Yaşar mıyım? Yaşarsam eğer, unutmazsam, Şahane bir kitap yazarım büyük ihtimalle. Evet. Şahane... Elbette bana göre. İşte hayat bu denli kısa, ihtiyarlamayacak kadar değerli, yaş aldıkça gülümsetebilecek kadar öğretici. Kök, gövde, dallar, çiçek, tohum... Döngüye bakalım. Biteviye. Hangisi genç? Hangisi yaşlı? Sanki tohum. Ama gelin görün ki, en genç halindeyken yakalar onu ölüm. Köklenir ve bekler karanlıkta. Uzun uzadıya. Düş kurar; "güneşe uzanan dallarım olsa." Düş gerçekleşir. Dallar çiçekle titreşir. Bebek tohum koşarak gider toprağa, karanlıkta dinlenir. Hiç bir şeyin genci yaşlısı değiliz. Düşleri gerçekleştirir, umut biriktirir, varolmak için severiz. Ya da sevebildiğimiz için varoluruz.
·
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.