Gönderi

Oğuz Atay günlüğünde şunları yazmıştı; Bugünlerde umutsuzluk var. Bu adamlar çürüyen et, dökülen diş gibiler. Neden yazdıklarımı anlamıyorlar, neden çevrede kimse yok? Bu sokakta bir iki küçük mezarlık olsaydı da, her gün işe giderken ölülerle selamlaşsaydım. Sanıyorum burada ben kendimi dışarıda bırakılmış hissediyorum. Korkarım sonunda ben de teslim olacağım, bu daha acıklı olacak. Bütün bu kitapta ne yazıyor? Bu adamı öldürmüşler! Oğuz Atay’ın beyninde tümör çıkmış. Sonra da gencecik yaşta ölüp gitmiş. İşte, o tümör denilen bok her neyse, bu söylediği bütün herifler o tümör. Anlamıyor musun hâlâ? Bak, yazıyor burada. Öyle kalkıp küfür falan da etmemişler. Ne yapmışlar, biliyor musun? Hiç. Hiçbir şey yapmamışlar. Sokakta yürürken, dönüp de bakmamışlar bile adama. Onun için ölmüş bu adam. Kimse dönüp de bakmadı diye. Yarım kalmış kelimesi. Hayatı, kızgınlığı ve her şeyi yarım kalmış. Bazı insanlar böyledir işte, diğerlerine göre çok daha kırılgan olurlar. Ölümü sırtlarında bir çanta gibi taşıyıp yorulduklarında önce onu açarlar. İlk nefesini aldıktan sonra başını koltuğa yaslayıp düşündü. Oğuz Atay’ı anlayamamış, ancak daha da ileriye gidip hissetmişti. Bir adam geliyordu gözlerinin önüne. Yalnız bir adam. Romandaki bütün adlar tek bir adama aitmiş gibi geliyordu. Turgut’lar, Selim’ler, herkes tek bir adammış gibi. Cam kırıklarından inşa edilmiş bir adam. Belki de havadan. Sonra karanlık bir taşla çarpışıyordu. Binbir parçaya bölünüyordu adam. Her ne yaşadıysa, karanlık bir taş olmuş ve adamı kum gibi ezmişti. Ve şunu da eklemişti Oğuz Atay; Ben de büyük meseleler yüzünden harcamış olmak isterdim hayatımı. Küçük dertler yüzünden yıpranıp gitmek istemezdim. Kim yarattı bu hazin neticeyi?
·
21 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.