Buna hepimiz gülüyoruz; fakat genç bedevi daha fazlasını bilmek istiyor: "Peki, madem öyle; Allah neden onlara karşı o kadar cömert; neden mü'minlere vermediği zenginliklerini onlara veriyor?"
"Oh, bunun cevabı basit, oğlum. Onlar altına tapıyorlar ve bu yüzden de tanrılarını ceplerinde gezdiriyorlar. . . Fakat bakın işte dostum burada," diye devam ediyor; elini dizime koyarak, "O ben den daha iyi bilir faranjileri; çünkü onların arasından geliyor o. Hamd olsun Allah'a, onu karanlıktan çıkarıp İslam'ın aydınlığına ulaştırdı."
"Öyle mi, kardeşim?" diye heyecanla soruyor genç bedevi, "gerçekten bir faranci miydiniz?" Onu başımla olumlayınca, hayret ve sevinçle fısıldıyor: "Hamd olsun, Allah'a hamd olsun dilediğini doğru yola yöneltene!... Peki kardeşim; o zaman sen söyle bakalım! Bu faranciler Allah'a karşı neden bu kadar kayıtsız davranıyorlar?"
"Bu uzun bir hikaye," diye cevaplıyorum onu, ''birkaç kelimeyle anlatmak mümkün değil. Ama şu kadarını söylebilirim ki, faranjilerin yaşadığı dünya Deccal'ın, yani göz kamaştıran ve ayartan tağutun dünyası. Resulullah'ın (s.a.v.) ahir zamanda insanların çoğunu Deccal'ın tanrı olduğuna inanıp onun peşinden gideceğini haber veren sözünü bilirsin herhalde?"
Ve genç bedevi'nin meraklı, Şeyh İbn Bulayhid'in de olumlayan bakışları altında tek gözlü, fakat Allah tarafından gizemli güçlerle donatılmış olan Deccal'ın, bu apokaliptik varlığın zuhurunu anlatmaya başlıyorum. Dünyanın en uzak köşesinde konuşulan sözleri işitebilecek, tek gözüyle sınırsız uzaklıklarda olan şeyleri görebilecek, gökyüzünde uçacak, yer altından altın gümüş fışkırtacak, istediği zaman yağmur yağdırtıp ekinlerin yeşermesini sağlayacak, dilediğini öldürecek, dilediğini sağ bırakacak: öyle ki, imanı zayıf olanlar bu durumu görüp Deccal'ın bizzat tanrı olduğunu sanacak ve önünde secdeye kapanacaklar. Ama imanı sağlam olanlar, onun alnındaki "Münkir' yazısını okuyacak ve onun yeryüzü imtihanının bir parçasından başka bir şey olmadığını anlamakta gecikmeyecekler. . .