Yarın pazar. Gelip tüneyemeyeceğim bu odaya - dalıma.
Önceki pazar gibi olmasın da. Sabah erken yürüyüşe
çıkmıştım. Ortalık kavrulmaya başlamadan dolaşayım
biraz, belki açılırım, demiştim. Eskisi gibi dışarıda
kahvaltı edeyim, bir dolu gazete alıp okuyayım. Buralardan
kaçmayı kafaya koyduğum yıllarda defterimi, kalemimi
alıp her zaman gittiğim çay bahçesinde oturdum.
Gazetelerde başka bir hayat vardı. Elimdeki defterin boş
sayfalarına, kalemin ucundaki siyah lekeye bakıp tek kelime
yazmadan coştuğum, bir gün bütün sayfaları deli
gibi yazıp çizip dolduracağımı düşlediğim zamanlar geldi
aklıma. Gazetelerdeki hayat nasıl da albeniliydi. Sonraları
çok yakınında oldum o hayatın. Burnumun dibinde
yaşandı. İçine almadı beni ya da ben girmedim, ama
tuhaf bir huzur vardı yakınımda olmasında. O sabahsa
huzursuz oldum. Her şey kağıttaydı, kağıttandı. Bütün
dünya hatta. Döndükten sonra beni sakin tutan, iyi kötü
güzel zamanlarım da oldu hissiymiş. Bir daha dönemeyeceğimi
o saat anladım. Sayfa boştu, hep boş olmuştu,
boş kalacaktı.