İnsan ruhuna her şeyin dışarıdan verildiği, onun dünyaya tabula rasa (boş levha)
olarak geldiği yönündeki uğursuz düşünce, normal koşullar altında bireyin de normal
olacağı gibi yanlış bir inancı destekler. Bu durumda, insan esenliğini devletten bekler ve
kendi yetersizliğinden toplumu sorumlu tutar. İhtiyaçları evinin kapısına bedava
getirildiğinde ya da herkesin bir otomobili olduğunda, varoluşun anlamına ulaştığını sanır.
Böylesi ve benzer naiflikler bilinçdışı gölgenin yerini alarak onun bilinçsizliğini besler. Bu
önyargıların etkisiyle, birey kendisini tümüyle çevresine bağımlı hisseder ve kendi içine
bakma yetisini yitirir. Dolayısıyla, etik değerleri, neyin yasak ya da zorunlu olduğu
bilgisiyle bastırılır. Bu durumda, bir askerin üstünden aldığı bir emri ahlak süzgecinden
geçirmesi nasıl beklenebilir ki? Spontan etik itkilere sahip olduğunu, bunları en azından
kimse onu izlemiyorken uygulayabileceğini keşfetme olanağını bile bulamamıştır.