Duygusal benliğin patolojileri arasında temporal lob epilepsisi, Capg ras sendromu ve Klüver-Bucy sendromu sayılabilir. Birincisinde Paul Fedio ve D. Bear tarafından "aşın bağlantılılık" -temporal korteksin duyusal alanları ile amigdala arasındaki bağlantıların kuvvetlenmesi- olarak adlandırılan bir süreçten kısmen kaynaklanabilen benliğin abartılı duyumu olabilir. Bu tür bir aşırı bağlantılılık, bu patikalarda kalıcı artışa (alevlenme) neden olan tekrarlayan nöbetler sonucu ortaya çıkabilir ve hastanın etrafındaki her şeye (buna kendisi de dahildir) derin anlamlar yüklemesine yol açabilir. Oysa tam aksine, Capgras sendromu olan bireylerde belirli kategorilerdeki nesnelere (yüzler) verilen duygusal tepkide azalma vardır. Klüver-Bucy veya Cotard sendromu olan bireylerdeyse çok daha yaygın duygulanım sorunları mevcuttur (8. Bölüm). Bir Cotard sendromu hastası duygusal olarak dünyadan ve kendinden o kadar uzak düşmüş hisseder ki, aslında ölmüş olduğunu ya da çürüyen etinin kokusunu duyduğu gibi saçma bir şeyi iddiada bile bulunabilir. (sy 289-290)
Anterior singulat girusun hasar görmesi, "akinetik mutizm" denen tuhaf bir rahatsızlığa neden olur; hasta, çevresinin tamamen farkında görünse bile, herhangi bir şey yapmaya isteksiz veya yapamayacağı düşüncesi içinde yatakta öylece yatar. Eğer hür iradenin yokluğu diye bir şey varsa, işte o budur.
Bazen ön singulatta kısmi hasar olduğunda, tam tersi görülür: Hastanın eli bilinçli düşünceleri ve niyetlerinden kopmuştur ve hastanın izni dışında nesneleri yakalamaya, hatta nispeten karmaşık eylemler yapmaya çalışır. (sy 291-292)
Anımsatıcı benliğin belirgin şekilde bozulması çoklu kişilik bozukluğuna (MPD) yol açabilir. Bu rahatsızlık, 7. Bölüm'deki inkar bahsinde söz ettiğim tutarlılık yaratma ilkesinin işlev bozukluğu olarak görülebilir. Gördüğümüz gibi, kendiniz hakkında birbirleriyle tutarsız iki farklı inançlar ve anılar kümeniz varsa, anarşiyi ve sonu gelmez çatışmaları önlemenin tek yolu, bir bedende iki kişilik yaratmak olabilir -çoklu kişilik bozukluğu denen şey. Benliğin doğasını anlamak için ne kadar uygun olduğu düşünülünce, nöroloji camiasının konuya pek itibar etmemesi hayret vericidir. Hipergrafı denen gizemli özellik bile -temporal lob epilepsisi olan hastaların ayrıntılı günlük tutma eğilimi- aynı genel yatkınlığın abartılı şekli olabilir: tutarlı bir dünya görüşü ya da otobiyografi yaratıp sürdürme ihtiyacı. Belki de amigdalada gerçekleşen "tutuşma" her dış olayın ve iç inancın hasta için derin anlam kazanmasına neden olmaktadır; böylece hastanın beyninde benlikle ilgili düzmece inanç ve anıların aşırı çoğalması söz konusu olur. Buna bir de zaman zaman hepimizin yaptığı gibi nerede olduğumuzu görmek için hayatımızı enine boyuna düşünme gereksinimini ekleyin; yaşamımızın önemli anlarını dönem dönem gözden geçiririz: Ayrıca hipergrafiniz var, bu doğal yatkınlığın abartılı şekli. Hepimiz bazen derin düşüncelere dalar ve aklımızdan rastgele düşünceler geçiririz, fakat bunlara arada sırada -öfori oluşturan- küçük epilepsi nöbetleri eşlik ederse, o zaman bu derin düşünceler saplantı ve köklü inanışlara dönüşebilir, hasta konuşur veya yazarken bunlara sık sık değinebilir. (sy 292-293)
Anterior singulat ve diğer limbik yapılar intralaminar talamik çekirdeklerden (talamus içindeki hücrelerden) de bağlantılar alır, bunlar da (kolinerjik lateral tegmental hücreler ve pendunkulopontin hücreler de dahil) beyin sapındaki hücre demetleri tarafından uyarılır. Bu hücrelerin aşın etkinliği görsel sanrılara (pendunkuler halüsinozis) yol açabilir ve şizofrenlerin bu beyin sapı çekirdeklerinde hücre sayısının iki kat olduğunu biliyoruz; bu da sanrılanna katkıda bulunabilir.
Bunun aksine, intralaminar çekirdek veya anterior singulatın hasar görmesi, uyanık koma hali ya da akinetik mutizm ile sonuçlanır. Bu tuhaf bozukluğu olan hastalar hareketsizdir, konuşmaz ve ağrı uyaranına
mıymıntı şekilde tepki verirler. Yine de uyanık ve dikkatlidirler, gözlerini hareket ettirerek nesneleri izlerler. Hasta, bu durumdan kurtulduğunda şöyle söyleyebilir: "Aklıma hiçbir söz ya da düşünce gelmiyordu. Hiçbir şey yapmak, düşünmek veya söylemek istemiyordum."...(sy 294-295)