Gönderi

VAKIA SURESi
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla... 1. O kaçınılmaz ve önlenemez kıyâmet koptuğu zaman; 2. Artık onun kopmasını yalanlayabilecek hiçbir kimse kalmayacaktır. 3. O, kimini alçaltır, kimini yüceltir. 4. Yer şiddetli bir sarsılışla sarsıldığı, 5. Dağlar parçalanıp darmadağın edildiği, 6. Uçuşan toz zerreleri hâline geldiği zaman… 7. Sizler de üç zümreye ayrılırsınız: 8. O “ashâb-ı meymene” ki, ne uğurlu ne mutlu insanlardır o “as­hâb-ı meymene!” 9. O “ashâb-ı meş’eme” ki, ne uğursuz ne bedbaht kimselerdir o “as­hâb-ı meş’eme!” 10. Üçüncü zümre “sâbikûn”; dünyada hayırlı işlerde öne geçen­lerdir ki, onlar âhirette mükâfatda da öne geçeceklerdir. 11. İşte bunlar “mukarrabûn”; Allah’a en yakın kullardır. 12. Nimetlerle dopdolu cennetlerde olacaklardır. 13. Onların çoğu öncekilerden, 14. Birazı da sonrakilerden! 15. Mücevherlerle işlenip süslenmiş ve yan yana dizilmiş tahtlar üzerine kurulurlar. 16. Orada birbirlerine muhabbetle bakarak karşılıklı otururlar. 17. Etraflarında hiç yaşlanmayan gençler hizmet için âdeta per­vâne olur; 18. Durmadan çağıldayan pınarlardan doldurulmuş testiler, ibrik­ler ve kadehlerle… 19. Bu şaraptan ötürü ne başları ağrır, ne de sarhoş olurlar. 20. Beğendikleri türlü türlü meyvelerle… 21. Canlarının çektiği kuş etleriyle… 22. Bir de iri gözlü güzel yüzlü hûriler; 23. Sedeflerinde saklı inciler gibi! 24. Dünyada yaptıkları güzel amellere bir mükâfat olarak. 25. Orada ne bir boş, mânasız laf işitirler, ne de günaha sokacak bir söz. 26. Sadece, “Selâm size ey cennetlikler, selâm!” sözünü duyar­lar. 27. O “ashâb-ı yemîn” ki, ne uğurlu ne mutlu insanlardır o “ashâ­b-ı yemin!” 28. Onlar dikensiz, dalbastı kirazlar, 29. Dolgun salkımlı muzlar, 30. Uzayıp yayılmış gölgeler, 31. Çağlayarak akan sular, 32. Bol bol meyveler arasında yaşarlar. 33. Ki o nimetler ne eksilip tükenir, ne de onlardan esirgenir. 34. Kabartılmış yüksek döşekler üzerine eşleriyle birlikte yasla­nırlar. 35. Şüphesiz biz cennet kadınlarını yepyeni bir yaratılışla yarat­tık. 36. Onları dâimî bâkireler kıldık. 37. Eşlerine karşı sevgi dolu, âşık ve hep aynı yaşta. 38. Bütün bunlar, “ashâb-ı yemîn” içindir. 39. Onların birçoğu öncekilerdendir; 40. Birçoğu da sonrakilerden! 41. O “ashâb-ı şimal” ki, ne uğursuz ne bedbaht kimselerdir o “ashâb-ı şimâl!” 42. Onlar, iliklere işleyen zehirli, kavurucu bir ateş ve son derece kaynar sular içindedirler. 43. Kapkara bir dumanın gölgesindedirler. 44. Bir gölge ki, ne serinlik verir, ne bir hayrı dokunur. 45. Çünkü onlar, dünyadayken hiçbir ahlâkî kaygı taşımadan nimet ve sefahat içinde şımarıyorlardı. 46. En büyük günahı işlemekte ısrar edip duruyorlardı. 47. Ve şöyle diyorlardı: “Sahi biz, ölüp de toprak olduktan ve kemik yığınına dönüştükten sonra mı, yani biz o halde iken mi yeni bir yaratılışla tekrar diriltileceğiz? Bu, olacak şey değil!” 48. “Gelip geçmiş atalarımız da mı?” 49. De ki: “Hem şu ana kadar yaşayıp gitmiş olanlar, hem de siz ve sizden sonra gelecekler;” 50. “Hepiniz bilinen bir günün buluşma vaktinde mutlaka bir araya toplanacaksınız!” 51. Sonra siz ey doğru yoldan sapanlar ve gerçeği yalanla­yan­lar! 52. O zakkûm ağacının meyvesinden mutlaka yiyeceksiniz. 53. Yiyecek ve karınlarınızı onunla tıka basa dolduracaksınız. 54. Üzerine de o kaynar sudan içeceksiniz. 55. Hem de susuzluk hastalığına yakalanmış develerin suya sal­dırışı gibi saldırarak içeceksiniz. 56. Onlara hesap gününde verilecek ziyâfet işte budur!
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.