Gönderi

Müslüman dünyasını sarsan dönemin en büyük felsefi tartışması, radikal düşünürler ile geleneksel dindarları birbirine düşürdü. Rasyonalist Yunan filozof Aristo ile inanç kavramını barıştırmaya çalışan Farslı İbn-i Sina (Avicenna) tarafından öncülük ediliyordu. 1020'lerden itibaren yazan İbn-i Sina, uzak ebedi Yaratıcı ile karışık nedenler ve etkilerin günlük dünyasını ayırdı. Bu dünyanın kendince araştırılması ve anlaşılması gerektiğini düşünüyordu. Tanrı'nın dünyayı yarattığını, sonra da insanların keşfedebileceği kuralların altında, dünyayı kendi haline bıraktığını önerdi. Bu meraklı ve kararlı olanlara bir davetiyeydi ama Tanrı'nın pasif ve uzak versiyonu geleneksel Müslümanlara ait değildi: onların Tanrısı derindi ve dünya ile ilgilenmekle meşguldü. Bu geleneksel düşünürlerin en ünlüsü Gazzali -on birinci yüzyılın sonunda yazıyordu- harika adlandırılmış Filozofların Tutarsızlığı adlı kitabında İbn-i Sina'ya saldırdı. Ama karşılığında İbn Rüşd'ün saldırısına maruz kaldı. O da Tanrı'nın var olduğu zamanın dışındaki ebedi dünya ile Aristo'nun açıkladığı neden ve etkinin; haftalık, renkli, kokulu dünyasını birbirinden ayırıyordu. Tıpkı İbn-i Sina gibi o da insan aklı ve araştırmaları için bir boşluk yaratıyordu: Tanrı tarafından yaratılan bir evrenin içinde, aydınlığın var olabileceği bir baloncuk. O dönemin dünyasında, herkesi bu kadar kapsayan başka bir öneri yapılamazdı. Ancak bunu yaparak, ilk akıl çağındaki Yunanların irdelemesi ve felsefi mirasları; Asya ve Avrupa'nın Musevi, Hristiyan ve Müslüman inançlarında diriltilebilirdi. Bu, yeniden düşünmeye bir davetti, pasifçe her şeyi Tanrı'nın iradesine bırakmaya karşı haykırılan bir savaş narasıydı. İbn Rüşd bunu kişisel bir meydan okuma olarak görüyordu. Ateşli bir tartışmaydı. Gazzali'ye saldırdığı kritik eserlerinden birinin başlığı daha da iyiydi: The Incoherence ofIncoherence yani "Tutarsızlığın Tutarsızlığı". Endülüs'ün halifelerinden biri tarafından radikal düşünceleri için göreve alınmış İbn Rüşd, sınırları o kadar zorladı ki 1195'te Córdoba'dan kovuldu ve eserleri yakıldı. Fakat eserleri Latinceye çevrildikleri ve Müslüman kalelerini ele geçiren Hristiyanlar tarafından keşfedildikleri için Batı üzerinde büyük etkileri oldu. Tarihçi Jonathan Lyons, bu eserlerin Avrupa'da "felsefeye Batı düşüncesini sonsuza kadar değiştiren rasyonalist bir yaklaşım" verdiğini söyler. "Bu, İbn Rüşd'ü, modern felsefenin kurucusu unvanı için Batı'nın geleneksel adayı olan Descartes'in neredeyse beş yüzyıl ilerisine koyuyor". İbn-i Sina ile benzer derecede radikal ve kamçılayıcı bir görüşe sahip Endülüslü Yahudi Musa İbn Meymun da göz ardı edilmemelidir. O da insanların mantık kurup tartışabileceği bir boşluk önermiştir. Bu adamların isimleri Voltaire, Hume ve Montesquieu ile yan yana sıralanmalıdır.
Sayfa 220 - Yakamoz YayınlarıKitabı okudu
·
38 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.