"Bir tabak kızarmış domuz ciğeri, iki kase sarı pirinç likörü. Likör ılık olsun!" (s. 19)
"Canım Kardeşim" filmini izlemiş miydiniz?
Ya da durun! Ne demek izlemiş miydiniz! İzlemeyen yoktur eminim. Doğru soru: Ağlamadan bitirebilen oldu mu?
Kanını satarak geçinen mahalleli, bu düzene uymamak için direnen, yoksul ama mutlu Murat ve Halit, güzel giden şeylerin bu hikayedeki sonu: Kahraman... Yegâne isteği: televizyon. Filmde kanını satmamak için direnen Tarık Akan söz konusu kardeşi olunca ona güzel bir yemek yedirmek adına kanını satar. Tıpkı eserdeki Xu Sanguan gibi: "Baba, eğer ben de senin öz oğlun olsaydım, beni de erişte yemeye götürürdün, değil mi?" (s. 134)
Kanını Satan Adam: Xu Sanguan
Kimsesiz, sevgisiz büyüyen bir çocuk... Bir gün kanını satmaya giden iki arkadaşı ile o da kanını satar. Bu satış onun hayatında bir dönüm noktası olur. "Bir tabak kızarmış domuz ciğeri, iki kase sarı pirinç likörü. Likör ılık olsun!" O gün kanını sattıktan sonra arkadaşlarının lokantada kurdukları bu cümleler hayatı boyunca kanını her sattıktan sonra kurduğu cümleler olacaktır. Ve siz eseri okurken en çok bu cümlelerin geçtiği yerlerde duygularınıza hakim olamayacaksınız. Xu Sanguan'in tek varlığı kanıyla kurduğu ailesi olur. Yokluk öyle boyutlara ulaşır ki kanıyla kurduğu aileyi yaşatmak için elinde yine bir tek kanı kalır.
Yaşamak kitabını bilir misiniz?
Bilin!
O kitapta olduğu gibi bu kitabın arka planında da eserin altyapısını oluşturan Çin'in siyasi ve sosyal yaşantısı, Kültür Devrimi, bu devrimin insanların yaşamına olan etkisi, açlık, yoksulluk yer alıyor.
"Bugünlerde ne mahkeme var ne de polis; ortalık çeşit çeşit suçlamalardan geçilmiyor, bir tanesini gelişigüzel seçmen yeter. Büyük harflerle posterin üzerine yazıp duvara yapıştırıyorsun, sonrasında elini kaldırmana bile gerek kalmıyor, birileri senin suçladığın kişiyi ölümüne kadar kovalıyor." (s. 168)
Bir insana kanını sattıracak kadar ne yaşatabilir hayat?
Hayat bu, neler yaşatmaz ki!
Asla yapmam dediğin neleri yaptırdı hatırlasana!
Birçoğunu da kendin için değil, sevdiklerin için yaptın!
Seninle değil sevdiğinle sınıyor hayat!
Kendisi için yaşamıyor Xu Sanguan -şu an bunu okuyan okur, bil ki sen de kendin için yaşamıyorsun- Ve hiçbir zaman kendisi için satmıyor kanını... Bir gün bunu denemek istediğinde kendisi için satacak kanı olmadığını fark ediyor. Hatta düpedüz yüzüne vuruluyor bu gerçek!
"Bu zor günler ne zaman bitecek acaba?" (s. 123)
Başkaları için yaşayan insanların zor günleri bitmez. Önemli olan o günlerde birlik olmak, olabilmek. Yazar ne der diğer kitabında: "Mutlu olduğun sürece fakir olmak utanılacak bir şey değildir." Xu ailesi için en uygun cümle bu olsa gerek...
Tıpkı Münir Özkul-Adile Naşit filmlerinde olduğu gibi... "Bir tabak daha koyun sofraya!"
Eserin en sevdiğim cümlesi bir dipnotta yer alıyor: "Yaşamın olduğu yerde umut vardır." En çok duygulandığım an ise tüm aile erişte yerken Yile'nin sokak sokak dolanıp kendisine erişte alacak bir baba araması oldu: "Demirci Fang, bana bir kase erişte alsana!" dedi Yile. "Senin erişteni yersem öz babam sen olursun benim." (s. 144)
Ve çocuklarına yemek alamayan babanın hayali olarak onlara yemek yedirmesi... Gözyaşlarıma zor hakim oldum: "Doğum günüm şerefine sizin için özel bir şey yapacağım, her birinize ağzımla yemek pişireceğim, sizler de kulaklarınızla yiyeceksiniz." (s. 125)
Anlatımı basit, verdiği duygular derin bir eser oldu. Bir gecede bitirdim diyebilirim. Okumaktan, duygulanmaktan kendinizi alamayacaksınız. Likör ılık olsun!