Gönderi

HER ŞEY AMA HER ŞEY BİTECEK
Biber dolmasının o nefis kokusu, “ruhumuzu okşayan” rayihalar, musikiler, aromaterapiler psikoterapiler, “kesata uğramasından korktuğumuz işler” “bayıldığımız” lezzetlerden son bir tat, Birbirine benzeyen gözlerimiz, derin bir sızımın izini taşıyan gözlerimiz, “karanlığa” hiç de alışık olmayan gözlerimiz, Birbirine benzeyen yüzlerimiz, Sayısını artık unuttuğumuz yüzlerimiz, Birbirine benzeyen kalplerimiz, Kararan kalplerimiz, Elektrik gider gitmez ilk bulduğumuz fener, Üst kattaki komşunun bir türlü susmayan radyosu, Cümlelerimiz sonra: “Sensiz yaşayamam”lar, “en nefret ettiğim şey”ler, “amma da sıcak hava”lar, “bak bu son olsun”lar, “ay ne hoş şey”ler, Onunla yaşamaya alıştığımız ince kederimiz. Bazılarımızı, ama yalnızca bazılarımızın uykusuz bırakan kahrolası yoksulluklar, yoksunluklar. Gündelikçi kadınların yorgun ayak sesleri, Evladına hasret ananın, yaslandığı pencerede bıraktığı hasretin buğusu, Kendilerini bir gece daha ağırlayan banklarda unutulan sokak çocuklarının yürekleri, Toprağa düşen ilk cemre, Beşikteki bebeğin sakin ve umarsız tebessümü, Terk edenler, terk edilenler, terki terk edenler, Otobanda kayıp giden hayatlarımız, “Bir peri masalı" hayatlarımız, Mahkeme kayıtlarında çürüyüp giden “kayıtsız” hayatlarımız, İki reklam arasında kaybolan hayatlarımız, Ancak küçük cam bir fanusta koruyabildiğimiz hayatlarımız, Bir rüya uğruna, beyhude tükettiğimiz hayatlarımız, Çocukluğumuzdan ödünç aldığımız, birkaç kırık oyuncak. Sevdiklerimizden, kaybettiklerimizden, miras kalan acılarımız. Her şey ama her şey bitecek... Güzel bir çiçeği koklamadan tam birkaç saniye önce... Kimimiz secdeye kapanmışken ve kabul edilmeye layık dualarla el açmışken Allah’a Kimimiz en güzel rüyaların kucağında derin ve endişesiz bir uykudayken. Tam da “o gün”ün gelmeyeceğine dair ikna etmeye çalışırken birileri bizi, Her şey bitecek... Çocuğunuzu okula yollayacaksınız her günkü gibi ve arkasından dua edeceksiniz kim bilir. Mutfağa gireceksiniz sonra. Sular kesik olacak belki, her zamankinden daha çok birikmiş işlerle dolu salonunuzda, “ne zaman bitecek bu işler” diye düşünürken tam da... Elinizde bir fincan sıcak kahve, telefonda birilerini çekişirken belki de, Belki de “önemli bir iş görüşmesi”nin tam ortasında, kim bilir? Ne kadar da hoş bir şey olduğunu düşünürken ahbaplık etmenin, Dostlarınız için demlediğiniz çay hep demde kalacak, dostluklar bir türlü demini alamayacak ama... Her şey bitecek. Dudaklarınızda seyrettiğiniz güldürüden kalan son bir kahkaha... Siz kaybolacaksınız, sesiniz asla. Mevsim kış olacak belki ve bu kış da bir bu kışı da bir atlasam diye düşünürken tam da... Her şey bitecek işte. Belki de “yaz”ı yaşıyor olacaksınız ve ne doyumsuz tadı var şu mevsimin, şu deniz ve güneş ne güzel şey diye düşünürken. yazlık gardolabınızı yenilerken belki işte tam da o anda... Hasta yatıyor olacaksınız belki de, “ah bir kalksam şu yataktan neler yapacağımı biliyorum” diye derin bir ah çekerken ve dalıp giderken sokağın sizi çağıran çılgın sesine, evet tam o anda. Her şey bitecek. Yeşil gömleğinizin altına yeşil bir ayakkabı bulamamanın yorgunluğunu yaşarken, ya da kadeh kaldırırken “gelecek güzel günler şerefine”... Ah işte tam o zaman. Televizyonlar, “reyting rekorları kıran” programlarının en rezillerini, “seyircilerine” sunarken, Ve, “halkımız bu ekonomik krizi de büyük bir özveriyle atlatacaktır” şeklinde cümlelerle başlayan nutuklar çekerken birileri, Birileri, yaptığı son soygunun keyfine satarken, Karyaditli şatolarının terasında ne kadar, ne kadar da büyük olduklarını düşünürken mesela, Hain bir plan kurarken birisine, beyninizi çatlatırcasına intikam almayı düşünürken ya da kim bilir? Sahip olduğunuz her ne varsa yüreğinizi de ona katıp, tümünü bir yoksula paylaşırken, Tam da o anda, Onun yüzünde minnettar bir tebessüm, sizin kalbinizde şükür çarpınışları, Veya tam kadere isyan ederken, “yok böyle yaşanmaz” derken mesela, o anda işte... Yolunuz ıssız bir ormana düşmüş olacak belki, Yapayalnız ve sitemkar adımlarla bir uçurumun en ucunda son bir defa hayatınızın anlamını sorgularken ve aslında ömrünüzün hep bir uçurumun kenarında geçtiğinin farkına varmış iken birdenbire, Tam o anda işte... “Hiç zamanım yok” derken, yalnızca gülen bir yüze hasret birine, Zamanın aslında ne olduğunu, “elli bin güne denk bir gün” içinde öğrenmeden önce, Dünyayı kaplayan bir ah’la insanların gafletten uyanmasını dilerken yürekten... Her şey ama her şey bitecek. Yalnızca bir ses, kulakları sağır eden. Tek bir ses, o an’a kadar hiç duymadığınız, tek bir tını o kadar. “SUR...” Her şey ama herşey bitecek. VE SONRA, HER ŞEY YENİDEN BAŞLAYACAK. NEŞE KUTLUTAŞ
·
51 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.