Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Işık bekliyor, fakat karanlığa sığınıyoruz. İncil _Karanlığa lanet etmektense, bir mum yakmalıyız. _Neyin doğru olduğu umurumuzda mı? Fark ediyor mu? _Gerçek bilgelik, sınırlarımızı bilmekte yatar _Can sıkıcı ve sevimsiz görünse de bilimsel yöntemin önemi, bilimsel bulgulardan çok daha büyüktür. _Edilgen taraf, baskın tarafın yanılsamalarına kapılarak gerçeklikten kopar. _John Locke: Doğruluk tutkusunun su götürmez tek göstergesi, herhangi bir önermeye, dayandığı kanıtların telkin ettiğinden daha büyük bir güvenle kucak açmamaktır". _Bir posterde "Sesi görün” ve “Işığı duyun" yazılıydı. Nasıl olur da bir nota, bir resme; ışık ise bir sese dönüşürdü? Gerçekten de el fenerinin ışığından, parazite benzer bir ses duyuluyordu. Demek ki dünya daha önce tahmin bile edemeyeceğim harikalarla doluydu. _(Sinestezi: Nesneleri, tatları ve kokuları, renk olarak algılama durumu. Duyularının birbirine karışması. Sesleri görmek, gördüğün şeyleri duymak. Örneğin: Do notası çalinca insanın mavi renkler görmesi. Şamanizmde genelde şamanlar transa geçmek için kullandıkları bitkilerin bu turlu özellikleri vardır. Algıları gelişmiş, hassas yapılı, hayal dünyası yoğun, ruhsal durumu, kendisinin bile anlayamadıgı kadar karısık olan kisilerdir. Nikola Tesla ve Vasilly Kandinsky bir sinestezikti.) _Hükümetin görevi, vatandaşı hataya düşmekten kurtarmak değildir; vatandaşın görevi, hükümeti hataya düşmekten kurtarmaktır. Hakim R. Jackson _Jefferson; yasama, yürütme ve yargı güçlerinin anayasal ayrımı; bencilce çıkarlarına hizmet eden farklı grupları dengeleyecek, içlerinden birinin ülkeyi cebine atıp kaçmasına izin vermeyecektir. Bu koşul sağlanmaksızın, meydanın kurtlara kalacağını söylüyordu. Her hükümet dejenere olur. Bu nedenle halk, hükümetin güvenli tek koruyucusudur. _Lev Troçki : Yalnızca taşra evlerinde değil, kentlerdeki gökdelenlerde de, 13. yüzyıl, 20. yüzyıl ile koyun koyuna yaşıyor. 100 milyon insan elektrik kullanırken, bir yandan da işaretlerin gizemli güçlerine, şeytan çıkarmaya inanılıyor. Film yıldızları, medyumlara gidiyor. İnsan dehasının ürünü mucizevi makineleri uçuran havacılar, gömleklerinin altında muskalarla geziyorlar. Öylesine bitmez tükenmez bir karanlık, cehalet ve barbarlık kaynağını besliyorlar ki! _Bir medyum: "İnsanlar, medyumlara gidenlerin, özellikle de zengin ve güçlü kişilerin sayısını bilselerdi ağızları açık kalırdı" diyor. Yöneticilerin, medyum şarlatanlara geleneksel bir düşkünlüğü var. _Uygarlığımızın geleceğini etkileyen karar verme süreci, kısmen şarlatanların elinde. Nancy ve Ronald Reagan, özel yaşamlarında ve siyasette bir yıldız falcısının tavsiyelerine başvuruyorlardı. _Ulusumuzun kurucularının her biri Avrupa Aydınlanma Çağı'nın ürünü, iyi eğitimli, tarihi bilen kişilerdi. İnsanın yanılabilirliğinden, zayıflığından ve kokuşabilirliğinden haberdarlardı. Gerçekçi ve uygulamacı, aynı zamanda da yüksek ilkelere bağlı kişilerdi. Bu hafta ne düşüneceklerine karar vermek için kamuoyu yoklamalarına göz atmıyor, ne düşüneceklerini biliyorlardı. Uzun vadeli düşünmeyi son derece iyi başarıyor, bir sonraki hamleden çok daha ilerisini planlayabiliyorlardı. Kendilerine yetebilen, geçimlerini sağlamak için siyasetçi ya da lobici olmaya gerek duymayan bireylerdi. İçimizdekinin en iyisini bulup çıkarma yetileri vardı. Çoğu, yetkin bilimcilerdi. Ülkemizi, uzak geleceğe taşıyacak bir rotaya yerleştirmeye çalıştılar. _Anayasanın çatısını oluşturanlar, tarihten ders almış kişilerdi. İnsan doğasını göz önünde bulundurarak, bizleri kendimize karşın özgür kılacak bir yapı oluşturmaya çalıştılar. Amerikan devrimcileri, Amerika’nın kökenini ve amacını anlayabilmek için önemli bir zemin oluşturan Avrupa Aydınlanma Çağı'nın çocuklarının çocuklarıydı. ABD Anayasası'na muhalif kimi çevreler bunun asla işe yaramayacağını öne sürdü. New York valisi George Clinton'ın dediği gibi "böylesi farklı iklimler, ekonomiler, ahlak anlayışları, politikalar ve halklar"la dolu bir ülkede cumhuriyetçi yapıda bir hükümetin olanaksız olduğunu, böyle bir hükümet ve böyle bir anayasanın, Virginia'dan Patrick Henry'nin sözleriyle, "dünyadaki tüm deneyimlerle çeliştiğini" iddia ettiler. _(Laiklik) : Ulusumuzun Kurucuları, hükümet ve din arasında yakın ilişki kurulmasnın özgürlük için ölümcül ve din için zedeleyici olduğunun farkına varmışlardı. İnsan Hakları Yasası, mutlakıyetçi bir zihniyet çerçevesinde yapılanmış, her biri doğruluk konusunda kendisinin tekel olduğuna inanmış ve dolayısıyla devletin bu doğruyu diğerlerine dayatmasını dört gözle bekleyen çok sayıda din serpildiği için dini devletten ayırdı. Din ve devletin ayrılması, yalnız demokrasinin özü değil, aynı zamanda Batılı insanın özgür kılınması yolundaki en büyük katkıdır. Dinlerin liderleri, doğruluğun yalnızca kendi dinlerine ait olmadığını anlama yetisinden yoksundular. Güçlerin ayrımı ilkesi burada da işe yarar. Her mezhep ve kült diğerleri üzerinde ahlaki bir denetimdir: "Rekabet ticarette olduğu kadar dinde de yararlıdır." Ne var ki bedeli yüksektir: Bu rekabet, ortak bir yarar adına uyum içinde çalışan dini bünyelerin karşisında bir engel oluşturur. _Bağnaz, hoşgörüsüz, köktenci fanatiklerin, dar kafalı yobazların görüş ve hedefleri, insan hakları yasası ile korunuyor. Korunanlar, ellerine şans geçirse insan hakları yasasını yok edecek olsalar da. İnsan hakları yasasının korunması, her yurttaşın bu yasanın vazgeçilemezliğini anlatabilmemize bağlıdır. _Cehalet_ _Kurnaz siyasetçilerce alabildiğine duyarsızlaştırılabiliriz. Başımıza gereken özelliklere sahip bir lider geldiğinde, hipnoterapistlerin telkine en açık hastaları gibi, söylenen her şeyi, hatta yanlış olduğunu bildiklerimizi bile memnuniyetle yapmaya başlayabiliriz. _Politikacılar, ilkel kültürel motiflerimiz, bağnaz eğitim sistemimiz, yönlendirici iletişim medyamız insanları ahmaklaştırıp, daha kolay yönetilecek pasif kuklalar haline getiriyor. Toplumda kabul gören savlar, genelde sahte ve yanıltıcı olanlardır. Sonuç olarak insanlar hiçbir şey bilmedikleri halde her şeyden eminler ve bu çok korkutucu bir cahil cesareti örneğidir. Platon’un dediği gibi: Bu cehaletimizle biz, insandan çok domuz sayılırız. İslam dünyasında tıbbın hızla ilerlediği sıralarda, Avrupa'da karanlık çağ yaşanıyordu. İlaç yerine ilahiler, şerbetler, yıldız falları ve muskalar iş başındaydı. Batıl inanışlar, yolumuza çıkarak, bizi ayartmaktan, kolay yanıtlar getirmekten, kuşkucu yaklaşımı yaşamın dışına itmekten, toplumu kolay inanırlığının kurbanı yaparak bizleri uyuşmuş beyinleri ve gerçeğe kapalı gözleriyle bir sonraki yutturmacayı kucaklamaya hazır robotlar haline getirmekten hiç vazgeçmiyor. Bu konuda hipokratın reçetesini uygulamalıyız: Hiçbir şeyi şansa bırakmayın. Hiçbir şeye göz yummayın. Bilimin yolundan gidin. _John Stuart Mili : Bir düşünceyi susturmak, şeytanca bir kötülük’tür. Susturulan düşünce eğer doğruysa, yanlışa karşılık doğru düşünceden mahrum kalmış olacağız; eğer düşünce yanlışsa "susturma ile yanlış düşünce çarpışmasında" doğruya ilişkin daha derin bir anlayış geliştirme şansını tepmiş oluruz. Eğer yalnızca kendi savlarımızdan haberdarsak, onları bile tam bilmiyor sayılırız; çünkü kısa zaman sonra bayat, düşünmeden ezberlenen, denenmemiş, sönük ve cansız doğrular haline gelirler. _Mill: Eğer toplum, çok sayıda üyesinin farklı motiflerin mantıksal değerlendirmesini yapmaktan aciz küçük çocuklar olarak yetişmesine izin veriyorsa, suçlanması gereken yine toplumdur. _Jefferson : Bir ulus, uygar bir devlette hem cahil hem de özgür olmak istiyorsa, asla gerçekleşmemiş ve asla gerçekleşmeyecek olanı istiyor demektir. Bir parça özgürlüğü bir parça buyruğa değişecek bir toplum, ikisini de kaybedecek ve hiçbirini hak etmeyecektir. _Hak_ _Haklar ve özgürlükler kullanılır ya da yitirilir. Artık hiç kimse hükümetle çelişmiyorken konuşma özgürlüğünün; kimse zorlayıcı sorular sormak niyetinde değilken basın özgürlüğünün; hiç protesto olmuyorken toplanma özgürlüğünün; seçmenlerin yarıdan azı oy veriyorken genel seçim haklarına ve aradaki duvar düzenli olarak onarılmıyorken kilise ve devletin ayrılığı ilkesine sahip olmanın ne anlamı kalıyor? Bu haklar kullanılmadıkça içi boş cisimlere, sahte yurtseverlik sözlerine dönüşüyor. _Eğitim standartlarının düşmesi, entelektüel yeterlikte azalma olması, görüş tartışmalarına duyulan hevesin sönmesi ve kuşkuculuğa karşı toplumsal yaptırımlar uygulanmasıyla özgürlüklerimiz yavaş yavaş yıpranır ve haklarımız yıkıma uğrar. Kurucular bunu çok iyi anlamışlardı: "Haklarımızı yasal bir temelde tayin etmek, yöneticilerimizin dürüstlüğü ile bizlerin de el ele vermesini gerektirir" diyor Jefferson : Bu devrimci savaş sona erer ermez düşüşe geçeceğiz. Artık destek için her an halka başvurmak gereği kalmayacak. İnsanlar unutulacak, dolayısıyla haklarından ödün vermiş olacaklar. Kendilerini sadece para kazanma tutkusuna kaptıracak ve haklarına saygı duyulması için el ele çaba göstermeye hiç kalkışmayacaklar. Bu savaşın sonunda çıkarıp atamayacağımız köstekler uzun süre peşimiz sıra sürüklenecek ve haklarımız bir gün dirilene ya da çırpınarak ölene dek gitgide ağırlaşacak. _Kendi adımıza düşünemiyorsak, otoriteyi sorgulamak istemiyorsak, o halde güç sahiplerinin elinde oyun hamuruna döneriz. Ancak, yurttaşlar eğitimliyse ve kendi görüşlerini oluşturuyorlarsa, güç sahipleri de bizim için görev yapar. Her ülkede çocuklarımıza bilimsel yöntemi ve bir Haklar Yasası'nı gerekli kılan nedenleri öğretmeliyiz. Böylelikle belli bir ahlak ve tevazu düzeyine erişilir, topluluk ruhu gelişir. İnsan toplumu olarak içinde barındığımız iblisli dünyada, çevremizi saran karanlık ile aramızda duracak belki de tek engel budur. Konuşma özgürlüğünün ve Haklar Yasası'nın koruduğu diğer özgürlüklerin değeri, bu haklardan mahrum kaldığımızda neler olabileceği ve onları nasıl kullanıp koruyabileceğimiz konusunda eğitilmek, her ulusun yurttaşı olmanın önkoşulu sayılmalıdır. _Einstein : Bilim, gerçeklerle kıyaslandığında ilkel, yetersiz ve çocuk oyuncağı gibi görünebilir; ama gene de insanlık olarak sahip olduğumuz en değerli nesnedir. _Tosun Terzioğlu : İnsanlığın ortak hazinesi olan bilim, herkese açıktır. Bilimin amacı, anlamaktır. Bilimin aydınlatmadığı bir dünya, karanlıkta kaybolur. Bilime ve bilimsel düşünceye dğer vermek, çağdaş olmanın bir gereğidir. Bilimi ve bilimsel yöntemleri dışlarsak, demagoji batağına saplanırız. Çevremizde komploların olduğunu düşünür, cadılar, eciş bücüşler görmeye başlarız. Bugünkü uygarlığımızın temelidir bilimdir. Copernicus'un Güneş sistemi modelini inceleyen Kepler, kendi adıyla anılan yasaları bulmasaydı, Newton yer çekimi yasasını ortaya koymasaydı ve Einstein bu yasayı çok yüksek hızlar için geçerli hale getirmeseydi bugünkü ve gelecekteki teknolojik gelişmeler olmazdı çünkü bilim, birikim ile ilerler. Bilimi dışlayıp, kafasına göre analiz yapan insanlar var. Bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir ülkesinde böyle müthiş yeteneğe sahip bilim adamları yok! _Sagan ve maddecilik üzerine_ _Özel güçler’e sahip kişiler, inanılmaz sayıda insanı peşlerinden sürüklemeyi başardılar. Vücutlarından evrenin enerji alanını yansıtarak 2000 kilometre ötedeki bir kimyasalın yapısını değiştirebildiklerini, uzaylılarla iletişim kurabildiklerini, hastalıkları tedavi edebildiklerini iddia ettiler. Mao Zedong'un ölümünden sonra pazar ekonomisinin yavaş yavaş baş göstermesiyle birlikte ataya tapınma, yıldız falcılığı ve I Cbing'in ak sakalından geleceği okuma gibi eski Çin hurafelerinin yanı sıra UFO'lar, dünya dışı bağlantı kurma ve Batı'ya özgü diğer sahte bilim örnekleri Çin'i istila etmeye başladı. Deney üstü meditasyon, yüksek akademik derecelere sahip çok sayıda insanı çevresinde toplamayı başardı. _Manyetizmanın hastalıkları iyileştirebildiği çok eskilerden bu yana öne sürülen dayanaksız bir savdır. Mesmer, gezegenlerin konumlarının insan sağlığını etkilediğine karar vermiş. Aslına bakılırsa, tüm UFO görme iddiaları, masaldan ve yanılgıdan başka bir şey değildi. _Deney_ _John Adams : "Tüm insanlık beşikten mezara kimyacıdır. Maddesel evren kimyasal bir deneydir." _Sagan : İnsanlar elektron ya da laboratuvar fareleri değildir. Ancak, Meclis'in her tavrı, Yargıtay'ın her kararı, her Ulusal Güvenlik Yönergesi, televizyon kanalı "rating"lerindeki değişim, bir deneydir. Prezervatifleri ücretsiz sağlama ya da marihuana kullanımını suç olmaktan çıkarma da birer deneydir. Japonya ve Batı Almanya'nın savunmaya neredeyse hiç pay ayırmayıp bilim ve teknolojiye büyük yatırım yapmaları ve ekonomilerinde patlama gerçekleştirmeleri deneydi. İdeolojik açıdan tatsız göründükleri için toplumsal deneylerin sonuçlarını görmezden gelmek çok büyük kayıp olur. __ _Gerçek – Düş - Sanrı_ _Bir şeyin gerçek mi yoksa düş mü olduğunu nasıl bilebilirsiniz? Bazı kişiler, yaşadıklarının dışsal mı yoksa zihinsel mi olduğundan emin değiller. Edilgen taraf, baskın tarafın yanılsamalarına kapılarak gerçeklikten kopar. İlginç olan ise bazı insanlar için neyin doğru olup olmadığı umurlarında bile değil ve doğru ya da yanlış, onlar için fark etmiyor. _Thomas Gilovich - (Olmayanı Nasıl Görüyoruz: Günlük Yaşamda İnsan Aklının Yanılabilirliği) isimli kitapta, insanların sistematik olarak yanılgıya düştükleri, hoşlarına gitmeyen kanıtı reddetme eğilimi gösterdikleri ve başkalarının düşüncelerinden kolayca etkilenebildikleri anlatılıyor. _Nörofizyoloji uzmanı Penfield: Beynin belli bölgelerinin elektriksel uyarı alması, güçlü sanrılara yol açabilir. (Temporal lob sarası) Sara ilacı kullanılmasıyla ise sanrılarından kurtulunur. _Gerçekle fantezi arasındaki ayrımı henüz kendileri keşfedememiş ve fantezilere kapılmaya eğilimli aileler de var kuşkusuz. Kabuslar üzerine kitabında ruh hekimi John şöyle yazıyor: Erken çocukluk döneminde, kişinin düşlerini gerçek kabul ettiği ve düşlerdeki olayları, dönüşümleri, hazları, tehditleri günlük yaşamının bir parçası olan deneyimlerle eşdeğer gerçeklikte tuttuğu bir dönem vardır. Düşsel yaşam ile gerçek yaşam arasında açık bir ayrım yapabilme birkaç yılda ve güçlükle kazanılan bir yetidir. _Lucretius: Çocukların kör karanlıkta her şeyden korkup titremeleri gibi, büyükler de aydınlıktan korkar; çocukların karanlıkta dehşetle beklediklerinden daha korkunç olmayan şeylerden. _İnsanlar hata yapabilir, keyif için yutturmacalar deneyebilir, hatta para ya da ün için gerçeği saptırabilirlerdi. Kimi kez gördüklerini yanlış anlayabilir, zaman zaman olmayan şeyler bile görebilirlerdi. _Her çağın kendine özgü bir budalalığı, kazanç sevdası, heyecan merakı veya sırf taklit hevesiyle kendini kaptırdığı bir plan, proje ya da fantezisi vardır. Bunların ötesinde, siyasetin, dinin ya da ikisinin birleşiminin yarattığı bir çılgınlık da görülür.(Charles Mackay) _Bilimsel yöntem, bir tanığın demesine bakılarak yargıya varılamayacağını öğretiyordu. _Hobbes (Leviathan): Görünmeyen şeylere duyulan korku, herkesin kendi içinde din diye bellediğinin doğal tohumudur. _Tutkuyla savunulan onca iddianın sonunda nasıl "fos" çıktığını okumak sersemletiyordu insanı. _Sanrı, yanılsama demek ve sanrıların verdiği gerçeklik hissi çok büyük. Birçok kültürde yeri olan sanrılar ruhsal erginliğin işareti sayılıyor. Dünya dinlerinde ermişlerin, peygamberlerin ya da kurtarıcıların kendilerini çöllere ya da dağlara vurarak, duyusal ve fiziksel yoksunluk eşliğinde tanrılarla haberleştikleri ya da iblislerle savaştıkları sayısız örnek vardır. Duygusal gerginlik, sara nöbeti, migren ağrısı, yüksek ateş, oruç, uykusuzluk, duyusal açlık (yalnızlık gibi) ya da alkol ve uyuşturucu gibi maddeler de sanrıya yol açabilir. Bir deneyde rüya görmeleri engellenen grubun ise gündüzleri sanrılar görmeye başladığı gözlenmiş. Sanrıların insan olmanın bir parçası. İnsanların çoğu telkine, tek bir emirle derin bir hipnoz durumuna geçmeye son derece yatkınlar. _Araştırmalar, Amerikalıların yüzde 95'inin "bilim cahili" olduğunu gösteriyor. Ankete göre 3 milyondan fazla Amerikalı, uzaylılarca kaçırıldığına inanıyor ve bir çoğu da hayalet gördüğünü bildirmiş. Richard Nixon 'ın başkanlığının son haftasında -yüce divana çıkmamak için istifa etmeden önce - iyi ile kusursuz arası bir ölçekte görev yaptığını düşünenlerin sayısından daha küçük bir değer. En azından yüzde birimiz şizofrenik yapıda. Bu demek oluyor ki gezegenimizde 50 milyondan, yani İngiltere 'nin nüfusundan daha fazla sayıda şizofren bulunuyor. _Gerçek bilgelik, sınırlarımızı bilmekte yatar. Kuşkusuz, bazı yönlerimizin gelişmiş olması, her alanda kusursuz olduğumuz anlamına gelmiyor. Bazı becerilerdeki kusursuzluğumuz, diğer yeteneklerimiz açısından kendimize gereğinden fazla güven duymamıza neden olabilir. Algılarımızda yanılabiliriz. Kimi zaman, aslında var olmayan şeyler görebilir, yani görsel yanılgının tuzağına düşebiliriz. Zaman zaman sanrılar görmemiz de olasıdır. Hataya düşmeye eğilimli olduğumuz noktaları görmeyi ısrarla reddedersek, hatanın hatta ciddi hatanın, büyük yanlışların peşimizi asla bırakmayacağından da kesinlikle emin olabiliriz. Ama tatsız düşünceler doğuracak olsa da kendimizi bir parça cerasetle tartma yetisine sahipsek, şansımız da büyük ölçüde artar. Bilim ile sahte bilim arasındaki en belirgin ayrım, bilimin insanın kusurlu ve yanılabilir yapısını içtenlikle kabul etmesi, sahte bilimin ise görmezden gelmesi olsa gerek. _Din adına bir sürü iddia ile ortaya çıkanlar, bildiklerini öne sürdüklerini gerçekten biliyorlar mı? Dinlerin ne oldukları ve nasıl başladıkları ile ilgilenen hiç kimse böylesi durumları görmezden gelemez. İçlerinden bir kısmı, kimi zaman en içi boş ama en cazip olanları, dünya tarihini tümüyle değiştirecek güce sahip olabilir. Darwinci yöntemle düşünülecek olursa, öğretiler de doğal seçilime tabi: Kimileri uzun süre dayanıyor, kimileri ise hemen yok olup gidiyor. _İnsanın uzun vadeli geleceği açısından hangisi daha yararlı sizce? Gelecekte hangisi bizi olası bir çıkmazdan kurtaracak? Gerçekliği kavrama süreci içerisinde abartılı özgüvenimiz bir parça sarsıldıysa, bu tümden bir kayıp mı sayılmalı? Bu süreci, olgunlaştırıcı ve karakterimizi güçlendirici bir deneyim olarak algılamak için hiç neden yok mu? _Hükümetteki başıbozuklukları ve yetersizlikleri keşfetmek cesaret kırıcı; ama bunları hiç bilmemek daha mı iyi? Yıldızların bizim için doğup battığına inanma gereksinimi duyuyorsak, bilim kibirimizi boşa çıkararak hatrımızı mı kırmış oluyor? _Evrenin 6 bin değil; 15 milyar yaşında olduğunu öğrenmek, onu gözümüzde daha da yüksek bir kaideye oturtuyor; tanrısal bir soluktan değil, karmaşık bir atomlar dizininden oluştuğumuzu bilmek, atomlara olan hayranlığımızı artırıyor; iyice anlaşılmaya başlandığı gibi, Dünyamızın Samanyolu Gökadası'ndaki milyarlarca gezegenden biri olduğunu, evrende bizimki gibi milyarlarca gökada bulunduğunu keşfetmek olasılıklar hanesinin sınırlarını genişletiyor; maymunlarla ortak atalar paylaştığımızı bilmek, insan doğasına -bazıları için üzücü de olsa daha farklı bir bakış açısı geliştirmemizi gerekli kılıyor. _Nietzsche, bilimsel devrimin, insanı git gide küçülten seyrinden yakınıyor ve "insanın kendi büyüklüğüne inancı, eşsizliği, varlık şemasındaki doldurulamaz yeri"nin yitimi için yas tutuyordu. _Özetle, geriye dönüş yok. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, bilime muhtacız. İzleyebileceğimiz en iyi yol, bilimi olabildiğince iyi kullanmak. _Korku tarzlı çizer Gary Larson : Ben küçük bir çocukken evimiz canavarlarla doluydu. Dolaplarda, yatak altlarında, tavan arasında, bodrumda yaşar, hava karardığında da her yana dağılırlardı. Bu kitap, beni tüm canavarlardan koruyan babama adanmıştır. Çocukların korkunç canavarlara ilişkin fanteziler geliştirmiş olması, evrimsel açıdan son derece anlamlı görünüyor. Aslanların, sırtlanların kol gezdiği bir dünyada, bu tür fanteziler küçük ve savunmasız çocuğun koruyucularından fazlaca uzaklaşmamasını sağlamada yararlı olabilir. Canavarlardan korkmayanlar, soylarını sürdüremeyebilirler. Sonuç olarak, insanın evrim sürecinde hemen hemen tüm çocukların canavarlardan korkar hale gelmiş olması son derece akla yatkın. Peki çocukluğumuzda korkunç canavarlar düşleyebilme gücüne sahipsek, neden kimilerimiz, en azından zaman zaman, benzeri türden, gerçekten korkunç fanteziler yaratmayalım ya da ortak düşlere kapılmayalım? _Uyku felci, uyku ile uyanıklık arasındaki o alacakaranlık dünyasında yaşanır. Bu sırada, birkaç dakika ya da daha uzun bir süre boyunca devinimsizlik ve endişe hissi yaşanır. Göğsünüzde sanki biri oturuyor ya da yatıyormuşçasına bir ağırlık hissedersiniz. Nabzınız hızlanır, soluk alışınız güçleşir. İşitsel ya da görsel sanrılar -insanlar, iblisler, hayaletler, hayvan ya da kuşlar gibi- yaşayabilirsiniz. Ruhbilimcilerden Robert Baker'a göre, bu yaşantı "gerçekliğin tüm gücüne ve etkisine" sahip olabilir. Kimi kez sanrının önemli bir cinsel boyutu da olabilir. Baker, uzaylılarca kaçırılma vakalarının hepsinin olmasa da birçoğunun ardında, uykuda yaşanan bu rahatsızlıkların yattığı kanısında. Harvard Ruh Sağlığı Bülteni şöyle demiş: Uyku felci birkaç dakika sürebilir ve bazen tanrılarla, ruhlarla ve dünyadışı varlıklarla görüşme türünden öykülere dönüşen düş benzeri sanrılarla birlikte yaşanabilir. __ _Thomas Jefferson_ _O zamanlar için soluk kesici, köktenci ve devrimci sayılan görüş, ulusları kralların, papazların, büyük kent patronlarının, diktatörlerin, askeri entrikaların ve zenginlerin kurduğu bilfiil işbirliğinin değil, birlikte çalışan sıradan insanların yöneteceğiydi _Tarih, kendi zamanımızı, ülkemizi ya da etnik grubumuzu öven taraflı tarih değil, güçlü yanlarımız kadar zayıflıklarımızı da anlatan, gerçek insanların gerçek tarihi olmalıdır. _Tarih ona zengin ve güçlülerin ellerine küçücük bir fırsat geçer geçmez çalmaya ve zulmetmeye başlayacaklarını öğretmişti. _Thomas Jefferson göre Avrupa ülkeleri, hükümet bahanesiyle uluslarını iki sınıfa bölmüşlerdi: Kurtlar ve koyunlar. _ Konuşma özgürlüğünden yanaydı. Böylelikle hiç sevilmeyen görüşler bile ifade edilebilir ve geleneksel bilgelikten sapmalar, ele alınması için insanlara sunulabilirdi. _Eğitimin bedelinin, cehaletin ve hükümeti kurtlara bırakmanın bedeliyle karşılaştırıldığında önemsiz kaldığını öne sürüyordu. _Kuşkuculuğun, sorumlu bir yurttaş olmanın temel önkoşulu sayıldığına inanıyordu. Yurttaşlık yemininin ve öğrencilerin sürekli olarak tekrarladığı andın: "Liderlerimin bana söylediği her şeyi sorgulayacağıma söz veriyorum" gibi bir ifade içermesini dilerdim. Kendimi eğitmeye ve böylelikle kendi kararlarımı vermeye söz veriyorum. _Anayasa ve Haklar Yasası, insanın zayıflığına karşın, çoğu kez kendi yörüngesini düzeltebilecek bir makine oluşturmak gibi son derece önemli bir işleve sahip oldu. _Karışık_ _Thomas Gray: Cehaletin esenlik getirdiği yerde, zeki olmak budalalıktır. _Edmund Teale: Ahlaki açıdan değerlendirilecek olursa, kendinizi iyi hissetmenizi sağladığı sürece bir şeyin doğru olup olmadığını umursamamak, cebiniz doluysa paranın nereden geldiğine boş vermek kadar kötüdür. _Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. _Bilimi iki yanı keskin bir kılıç gibi düşünmek gerekli. Yapılan hataların bedeli gittikçe daha yüksek oluyor. _İnsan şempanzeye, sıçanın fareye olduğundan daha yakın. Aktif genlerimizin yüzde 99,6'sı şempanzelerinkiyle aynı olduğu halde, nasıl oluyor da uzaylılarca uygulanan bir soy ıslahı programının ürünleri oluyoruz? _Alternatif görüşleri dinlemelerine ve karşılıklı tartışmaya girmelerine izin verildiğinde insanların görüşlerini değiştirdiklerini biliyoruz. _Kimi zaman masumu cezalandırmamak için suçlu serbest bırakılır. Bu yalnızca ahlaki bir erdem değildir. Aynı zamanda sevilmeyen görüşleri ya da hor görülen azınlıkları baskı altında tutmak için ceza hukukunun kötüye kullanılmasını engeller. Bu da hata düzeltme mekanizmasının bir parçasıdır. _Genel anlamda yeni görüşler, yenilikçilik ve yaratıcılık, her zaman köstekleyici kısıtlamalardan kurtulmanın, yeni bir tür özgürlüğe kavuşmanın yolunu açmıştır. Özgürlük, hassas bilim deneyini sürdürmenin bir önkoşuludur. Sovyetler Birliği'nin hem totaliter bir devlet olarak kalıp hem de teknolojik yeterliğe ulaşamamış olmasının nedenlerinden biri budur. Öte yandan, bilim de -açıklık ve kuşkuculuğu, çeşitlilik ve çekişmeyi destekler yapısının ölçülü bir karışımı- bir sanayi ve yüksek teknoloji toplumunda hassas özgürlük deneyini sürdürebilmenin önkoşuludur. _Basıldığında güçlü duyguları harekete geçiren, her an ulaşabileceğimiz düğmelerimiz vardır. _(Kanımca, nükleer astrofiziğin baş döndürücü bulgularından daha derin bir kozmik bağ bulmak olanaksız: Hidrojen dışında, bizleri oluşturan tüm atomlar -kanımızdaki demir, kemiklerimizdeki kalsiyum, beyinlerimizdeki karbon- binlerce ışık yılı uzaklıktaki kırmızı dev yıldızlarda, milyarlarcayıl önce üretilmiştir. Kullanmayı sevdiğim bir terimle ifade etmek gerekirse, bizler yıldız çocuklarız.) _Geçtiğimiz bin yıl içinde, insanlığın üzerine çökmüş durgunluğu kaldırmak ya da yaşamı güzelleştirmek adına tek bir keşif yapılmadı. Antikçağdan kalma birikimlere tek bir ekleme yapılmamış olması bir yana, bir önceki kuşağın sabırlı müritleri, kendilerinden sonra gelen sofu kuşağın dogmatik öğretmenleri oldular. _Tüm reklamların ortak paydası, delicesine saf bir okur kitlesi beklentisini yansıtıyor olmaları kuşkusuz. _Ziyaretlerinin başlıca amaçlarından biri bizleri küresel tehlikeler konusunda uyarmaksa, neden bunu yalnızca ifadelerinden kuşku duyulacağı belli şahıslara anlatıyorlar? * * * * * * _Önsöz_ Sagan _Çocukken biriyle sıkı bir kavga etmiştim. Her zamanki ürkek ve çekingen halimden bir anda sıyrılmış ve birine dişlerimi göstermiş olmama sevinmişti babam. Bazen göze göz taktiğini benimsemek iyi oluyordu. Aslında şiddete başvurmayı aklımdan bile geçirmemiştim; birdenbire olmuştu. _Bir şeyin gerçek mi yoksa düş mü olduğunu nasıl bilebilirsiniz? Güneş batmak üzereydi. Annem eliyle Atlas Okyanusu kıyısını işaret ederek, "Oralarda dövüşen, birbirini öldüren insanlar var" dedi. İşaret ettiği yeri görmeye çalışarak baktım. " Biliyorum" dedim. "Onları görebiliyorum." Mutfağa dönmeden önce, ciddi bir tonla "Hayır, göremiyorsun" dedi annem. "Göremeyeceğin kadar uzaktalar." Annem onları görüp görmediğimi nereden bilebilirdi? Düşünmeye başladım. Gözlerimi kısarak baktığımda, ufukta hayali bir çizgi üzerinde birbirini itip kakan, kılıçla düello eden, çizgi romanlarımdakine benzer küçük siluetler gördüğümü düşündüm. Belki de annem haklıydı. Tüm bunlar benim düş gücümün ürünüydü yalnızca. Tıpkı hala bazı geceler, kalbimi deli gibi çarptırarak, beni ter içinde uykumdan uyandıran gece yarısı canavarları gibi. _Babam bana, en büyük rakam diye bir şey olmadığını öğretmişti. Birdenbire içimi kaplayan çocuksu coşkuyla, 1'den 1000'e kadar sayıları yazmak istedim. Büyük rakamların karşılık geldiği değerler beni her zaman büyülemiştir. Yine ailem beni New York Dünya Fuarı'na götürmüştü. Orada gördüğüm bir şey, bilim ve yüksek teknolojinin ürünü olacak mükemmel bir geleceğin habercisi gibiydi benim için. O güne ait sanat eserleri ve aletlerle doldurulmuş bir zaman kapsülü, 1939 insanının pek bilinmeyeceği uzak gelecekte insanlara bilgi vermek üzere yeraltına gömülmüştü. _Ne annem ne de babam bilim adamıydı. Bilim hakkında hemen hiçbir şey bilmiyorlardı. Ancak, beni aynı anda hem kuşkuculuğa hem de meraka teşvik ederken, bilimsel yöntemin birbiriyle zor geçinen iki temel düşünce kalıbını da öğrettiler. Ailem yoksulluğun ancak bir adım ötesinde yaşıyordu. Ama onlara gökbilimci olmak istediğimi söylediğimde, bana değeri hiçbir şeyle ölçülemeyecek denli büyük bir destek verdiler. Üstelik bir gökbilimcinin ne yaptığına ilişkin bilgileri (benimki gibi) neredeyse sıfırdı. _Sizlere okul sıralarında mesleğimi seçmemde esin kaynağı olmuş fen dersleri öğretmenlerimi anlatabilmeyi isterdim. Ne var ki geriye dönüp baktığımda, böyle hiçbir öğretmenimin olmadığını görüyorum. Kendi ilgilerimizi, önsezilerimizi ya da kavramsal yanlışlarımızı keşfetme yolunda hiçbir teşvik görmüyorduk. Lisede karekök alma, Sina Dağı'ndan inme kutsal bir yöntemmişçesine anlatılırdı. Bize düşen, sadece öğretilenleri anımsamaktı. Doğru sonuca ulaşalım yeterdi; ne yaptığımızı anlamamıza hiç gerek yoktu. Bilime ilgim, okul yıllarım boyunca okuduğum bilim ve bilimkurguya ilişkin bu kitaplar ve dergilerle beslendi. _Üniversite, düşlerimin gerçekleştiği yerdi. Yalnız bilimden anlamakla kalmayıp açıklama da getirebilen öğretmenlerim vardı artık. Bilim, insanın bilgi alanında ulaştığı göz kamaştırıcı düzeyin ayrılmaz bir parçası olarak sunuluyordu. Hevesli bir fizikçinin, tüm mesleki bilgilerinin yanı sıra Platon'u, Aristoteles'i, Bach'ı, Shakespeare'i, Gibbon'ı, Malinowski'yi, Freud'u ve diğerlerini bilmemesi düşünülemezdi. Giriş düzeyinde bir bilim dersinde Ptolemaios'un Güneş'in Dünya çevresinde döndüğü yolundaki kuramı öylesine iddialı bir şekilde sunulmuştu ki bazı öğrenciler kendilerini Copernicus'a olan bağlılıklarını sorgularken bulmuşlardı. Öğretmenlerin rollerinin, yaptıkları araştırmalarla hiçbir ilgisi yoktu. Öğretmenler, bugünkü Amerikan üniversite standartının aksine, gelecek kuşağa bilgi ve esin verebilme yetileriyle değerlendiriliyorlardı. Ancak, geriye dönüp baktığımda, en temel bilgileri lise, hatta üniversite öğretmenlerimden değil, bilim hakkında hiçbir şey bilmeyen ailemden almış olduğumu görüyorum. __ _En Değerli Şey_ _Bilim adamlarının katılacağı, bilimin sunumunu geliştirme gibi umutsuz bir konuya yönelik konferansa katılmak üzere gelmiştim. Taksici, uçaktan indiğimde, elinde, üzerinde ismim yazılı bir kartonla beni bekliyordu. Organizasyon komitesi nazik davranıp bir taksi göndermişti. "Sakıncası yoksa bir soru sorabilir miyim?" dedi. "Elbette" dedim. "Şu bilim adamı ile adaş olmanız tuhaf değil mi biraz? Soruyu kavrayabilmek için epeyce çaba sarf etmem gerekti. Benimle dalga mı geçiyordu? "O bilim adamı ben oluyorum" diye yanıtladım. Bir an duraksadıktan sonra gülümsedi. "Kusura bakmayın. Sizin de benimkine benzer bir sorununuz olduğunu düşünmüştüm". "İsmim William Buckley." (Karşımda duran adam gerçek William F. Buckley değildi, yalnızca kavgacılığıyla ünlü televizyon programı sunucusu ile aynı ismi taşıyordu. Eminim bu yüzden insanlardan şaka yollu küfür de işitmişti.) bana "şu bilim adamı" olmama çok sevindiğini, bilim hakkında soracak çok sorusu olduğunu söyledi. Sormasında bir sakınca var mıydı? Hayır, yoktu. Elbette sorabilirdi. Konuşmaya başladık. Ancak, sonradan anlaşıldığı gibi, bilim üzerine değil. San Antonio yakınlarında bir hava üssünde çözülmeye bırakılmış donmuş uzaylılardan, ölü insanların aklından neler geçtiğini öğrenmek için "dünya dışı bağlantı kurmak"tan, kristallerden, Nostradamus'un kehanetlerinden, yıldız falından, Turin'deki kefenden ve benzeri konulardan konuşmak istiyordu. Bu ipe sapa gelmez öykülerin her birine büyük bir hevesle başlıyor, bense her seferinde onu düş kırıklığına uğratmak zorunda kalıyordum: "Kanıt son derece yetersiz" diyordum. Okyanusta birçok gizin saklı olduğunu ben de kabul ediyorum. Ne var ki, Atlantis ve Lemuria iddialarını destekleyecek ne okyanusbilimsel (oşinografik) ne de jeofiziksel bir kanıt olmadığını da gayet iyi biliyordum. Bilimsel gözle bakıldığında, bu iki uygarlığın asla var olmadığı açıkça ortada. Hoşuna gitmese de ona bunları söylemek zorundaydım ve öyle de yaptım. Yağmurlu havada sileceklerin hiç susmayan sesi eşliğinde yolumuza devam ederken, sürücünün yüzünün git gide asıldığını görüyordum. Ben aslında hatalı bir öğretiyi yalanlamakla kalmıyor, onun iç dünyasının değerli bir yanına da gölge düşürüyordum. Oysaki gerçek bilim de aynı derecede heyecan verici, gizemli ve üstelik çok daha mantıklı düşünsel başkaldırılarla doluydu. Yıldızlar arası boşluktaki yoğunluğu düşük soğuk gaz tabakasının içerdiği canlılığın moleküler yapıtaşlarından haberdar mıydı? 4 milyon yaşındaki volkanik külün içinde bulunmuş, atalarımıza ait ayak izlerini duymuş muydu? Bilimsel bilgi edinmeyi istemişti. Kültürel motiflerimiz, eğitim sistemimiz, iletişim medyamız bu hale getirmişti onu. Toplumda kabul gören savlar, sahte ve yanıltıcı olanlardı. Buckley'ye gerçek bilimi ucuz taklitlerden ayırt etme yöntemi hiç öğretilmemişti. _Atlantis hakkındaki söylenceler Planton’a kadar gidiyor. Dorothy Vitaliano'nun (Dünya Söylenceleri) isimli kitabı gibi birkaç eser, Atlantis'e ilişkin eski söylenceleri, volkanik bir patlamayla yok olmuş küçük bir Akdeniz adası ya da deprem sonrası Korint Körfezi'ne gömülmüş eski bir kent şeklinde yeniden yorumluyor. Söylencenin kaynağı bu olabilir; ama üzerinde olağanüstü gelişmiş gizemli ve teknolojik bir uygarlığı barındırmış bir kıtanın yok oluşu savına nasıl olup da dönüştüğünü anlamak olanaksız. Avrupa ile Amerika arasında herhangi bir kıtanın yer almasının olanaklılığını gösteren, deniz tabanı genişlemesi, levha tektoniği ve okyanus tabanının haritalanmasına dayalı kanıtlara hiç rastlayamıyoruz. Bu gibi masallara kolayca inanmaya hazır kişileri tuzağa düşürmek için hazırlanmış sahte bilgiler ise her yerde karşımıza çıkıyor. _Bilim, önüne geçilemeyen bir merak dalgası yaratır. Sahte bilim de öyle. Bilimin popülerleştirilmesi süreci yetersiz ve cılız kalırsa ortaya sahte bilimin zaman kaybetmeden dolduracağı açıklar çıkar. Popüler kültürde, iyi bilimin kötü taklidi tarafından alt edilmesine yol açan bir tür Gresham Yasası hüküm sürüyor. _Araştırmalar, Amerikalıların yüzde 95'inin "bilim cahili" olduğunu gösteriyor. Bu, bir köleye okuma yazma öğretmenin çok ciddi cezalarla yasaklandığı İç Savaş öncesi dönemde, neredeyse hepsi köle olan Afrikalı-Amerikalıların cehalet oranıyla aynı. _Her kuşak, kendinden sonraki kuşakta eğitim standartının düşmesinden endişe duyar. Sümer uygarlığından kalma, insanlık tarihindeki en eski metin lerden biri sayılan 4000 yıllık kısa bir deneme, gençlerin bir önceki kuşağa kıyasla çok cahil olmasından yakınıyor. _Platon’a göre bilimsel cehaletin tanımı: Biri, ikiyi, üçü sayamayan, tek sayıları çift sayılardan ayıramayan ya da hiç sayı sayamayan, geceyle gündüzün farkından ya da Güneş'in, Ay'ın ve diğer yıldızların deviniminden tümüyle habersiz biri. Kanımca, tüm özgür kişiler, Mısır'da alfabeyi öğrenen her çocuğa hemen verilmeye başlanan bu bilgilerin olabildiğince çoğunu bellemeye gayret etmelidirler. O ülkede, aritmetik oyunları sırf çocuklar keyif alsın, eğlensin diye tasarlandı. Ben bu alanlardaki cehaletimizin farkına geç yaşımda vardım ve şaşkınlığa düştüm; bence biz insandan çok domuz sayılırız. Yalnız kendi adıma değil, tüm Yunanlılar adına büyük utanç duyuyorum. _Bilim ve matematik alanındaki cehalet, Eski Yunan 'da Atinalıların kültürel çöküşüne ne dereceye kadar bağlanabilir bilemiyorum; fakat bildiğim şu ki bilimsel cehaletin sonuçları, bizim çağımız için, herhangi önceki bir zamanda olduğundan çok daha fazla tehlike taşıyor. Ortalama bir yurttaşın küresel ısınmadan, ozon deliğinden, hava kirliliğinden, zehirli ve radyoaktif atıklardan, asit yağmurundan, tarım arazisi erozyonundan, tropik ormanların yok oluşundan ve hızlı nüfus artışından habersiz olması, çok korkutucu bir cesaret örneğidir. Çeşitli bilimsel gelişmelerin öğrenilmesinin toplumdaki yansımalarını düşünün. _Bilimsel alanda aydın sayılabilecek son başkanımız Thomas Jefferson'du. (Roosevelt, Herbert Hoover ve Jimmy Carter için de benzer sözler söylendiği oluyor.) _Kitabı yazdığım sıralarda Meclis, bilimsel ve teknolojik konularda Beyaz Saray ve Senato'ya danışmanlık yapmaya yetkili tek örgüt olan kendi Teknoloji Değerlendirme Dairesi'ni feshetti. _Hipokrat_ _Hippokrat'in bilime yaptığı asıl büyük katkı, tıbbı boş inançların karanlığından çıkarıp bilimin ışığına kavuşturması olmuştu. _Hippokrat: "İnsanlar sara hastalığını tanrısal takdirden sanıyor, çünkü anlamıyorlar; fakat, nedenini anlamadıkları her şeyi tanrısal sayacak olsalardı, Tanrı 'nın takdirlerinin sonu gelmezdi." Birçok alanda bilgisiz olduğumuzu kabulenmektense, evrenin anlaşılamayacak denli kutsal yapıda olduğu gibi ifadelere başvuruyoruz. Anlamadığımız kavramlardan sorumlu tutmak üzere bir Bilinmezler Tanrısı buluyoruz. _Hipokrat : Hiçbir şeyi şansa bırakmayın. Hiçbir şeye göz yummayın. Farklı sonuçlar veren gözlemleri bir arada kullanın. Kendinize yeterli zaman tanıyın." _M.Ö. dördüncü yüzyıldan bu yana tıp bilgimiz arttıkça, gerek hastalık tanısı gerekse tedavisinde anladıklarımız, tanrısal takdirden saydıklarımıza oranla kat kat çoğaldı. Doğumda ve çocukluk çağında ölümler git gide azalırken yaşam süresi uzadı. Tıp, bu gezegende yaşayan milyarlarca insan için yaşam kalitesini önemli ölçüde yükseltti. Hippokrates, hastalık tanısında bilimsel yöntemin öğelerini devreye soktu. Termometrenin icadından önce, Hippokrates birçok hastalığın ateş grafiklerini çıkarmıştı. Doktorların görünürdeki belirtilere bakarak, hastalığın geçmiş ve gelecekteki seyri konusunda fikir yürütebilmeleri gerektiğini savunuyordu. Altını çizdiği noktalardan biri de dürüstlüktü. Doktorun bilgisinin sınırlarının açıkça belirtilmesi gerektiğini söylüyordu. Hippokrates, eğittiği öğrencilere, tedavi ettiği hastaların yarısının öldüğünü hiç utanç duymaksızın söyleyebilmişti. Tedavi sırasında çok fazla seçeneği olmamıştı kuşkusuz; ilaç olarak elinde yalnızca müshil, ağrı kesici ve narkoz vardı. Yarayı ateşle dağlamak da ameliyat kadar çok başvurulan bir yöntemdi. _İslam dünyasında tıbbın hızla ilerlediği sıralarda, Avrupa'da karanlık çağ yaşanıyordu. Anatomi ve cerrahiye ilişkin çoğu bilgi yitirilmişti. Dua ve mucizeyle tedavi çok yaygındı. Tıbbi tedavi uygulayan hekimlerinse soyu neredeyse tükenmişti. İlaç yerine ilahiler, şerbetler, yıldız falları ve muskalar iş başındaydı. Kadavra kesimi sınırlanmış ya da yasa dışı ilan edilmişti; yani tıp eğitimi alan birinin insan vücudu hakkında bilgi edinmesi olanaksızdı. _Hıristiyanlık Bilimi dediğimiz din, hastalıklara mikropların neden olduğu kuramını reddediyor; eğer dua işe yaramazsa, inançlı bir Hıristiyan çocuklarına antibiyotik vermektense öldüklerini görmeyi yeğleyebilir. _Dünyada bilim adamlarının kabaca yarısı, en azından yarı zamanlı olarak, askeri güçler için çalışıyor. Sistemin dışında kalan az sayıda bilim adamı, toplumun hastalıklı yanlarını cesurca eleştirip teknoloji kaynaklı potansiyel tehlikelere karşı erken uyarılar yaparken, birçoğu da uzun vadeli sonuçlarını hiç dikkate almaksızın, ölümcül silahların üretiminde başı çekerek ceplerini doldurmaya çalışan fırsatçılar olarak karşımıza çıkıyor. Bilimin hizmet ettiği tehlikeli teknolojiler, insan zekasına meydan okuyuşu ve zorlu koşulları, kimi insanların bilime antipati duyması ve ondan kaçınması için yeterli neden olabiliyor. Ne var ki bilimin, ahlaktan yoksun teknoloji uzmanlarının ve güç delisi, kokuşmuş siyasetçilerin eline çok fazla güç verdiği sonucuna kolayca varıp bilimden kurtulmaya kalkışamayız. Tıp ve tarım alanındaki gelişmeler, tarihte adı geçen tüm savaşlarda yitirilenden çok daha fazla sayıda insanın yaşamını kurtardı. Ulaşım, iletişim ve eğlence sektörlerindeki gelişmeler, dünyada yeni bir süreç başlatarak ülkeleri birbirine yaklaştırdı. _Batıl İnanışlar ve Sahte Bilim_ _Batıl inanışlar ve sahte bilim, yolumuza çıkarak, bizi ayartmaktan, kolay yanıtlar getirmekten, kuşkucu yaklaşımı yaşamın dışına itmekten, bamtelimize basıp bizi kışkırtarak deneyimi ucuzlaştırmaktan, toplumu kolay inanırlığının kurbanı yaparak bizleri uyuşmuş beyinleri ve gerçeğe kapalı gözleriyle bir sonraki yutturmacayı kucaklamaya hazır robotlar haline getirmekten hiç vazgeçmiyor. Bazı batıl inançlar gerçek olsaydı gerçekten hoş olurdu ama değiller. Tüm bunlar sahte bilim kaynaklı hurafeler. _Sahte bilim hem bilimin yöntem ve bulgularını kullanıyor hem de -iş, yeterli kanıt göstermeye ya da başka türlü de yorumlanabilir ipuçlarına gelince- bilimin doğasına ters düşen bir yaklaşım benimsiyor. Sahte bilim neferlerinin tek yaptığı, insanların kolay inanırlığından yararlanmak. Bilimin bu hurafelere alternatif olacak, daha baş döndürücü ve göz kamaştırıcı bulguları ise kendilerine aynı kolaylıkla yer edinemiyor. _Sahte bilim üretimi, elbette ki bilim üretiminden daha kolay; çünkü akıl çelici gerçek dışılıkları, karşılaştırma olanağı olmaksızın deney süzgecinden geçiremeyiz. Sahte bilim, bilimin genellikle doyumsuz bıraktığı güçlü duygusal gereksinimlere hitap ediyor. Yoksun olduğumuz ve özlemini çektiğimiz (bugün çizgi roman kahramanlarına, önceleri de tanrılara atfedilen) kişisel güçlerle ilgili fantezilerimiz, sahte bilimin özel ilgi alanını oluşturuyor. İnsanlar ruhsal açlıklarına ve hastalıklarına çare, ölümden sonra yaşam vaatleriyle avuntu bulabilecekleri bir dünya edinmiş oluyorlar kendilerine. Sahte bilim, evrenin merkezi ve her şeyin nedeni olduğumuzu telkin ederek bize rahat bir soluk aldırıyor. Evrenin ayrılmaz parçası olduğumuz konusunda güvence veriyor. Sahte bilim, eski din ile yeni bilim arasında, ama ikisinin de güvenini kazanamamış bir uğrak yeri adeta. _Sahte bilimin ve dinlerin özünde, "dileyelim ve öyle olsun" yaklaşımı yatıyor. Halk masalları ve çocuk öykülerinde olduğu gibi, gönlümüzün çektiğini dilesek ve gerçekleşse ne iyi olurdu. Düşlerimizi gerçekleştirmenin bedeli olan çok çalışma ve biraz da iyi şansla karşılaştırıldığında, bu fikir ne denli kışkırtıcı geliyor insana. _Çocukluğumdaki çizgi romanlardan, başında uzun şapkasıyla, abanoz bastonunu sallaya sallaya gezen bıyıklı sihirbazı hatırlıyorum; ismi Zatara idi. Akla gelebilecek her şeyi, ama her şeyi yapabiliyordu. Nasıl mı? Kolay. Sözcükleri tersten söyleyerek isteklerini sıralıyordu. Sekiz yaşımda bu numarayı denemekle epeyce uğraşmıştım. Ama hiç işe yaramamıştı. Sonunda telaffuzumun bozuk olduğuna karar vermiştim. _Bilimi ve işleyiş ilkelerini hiç duymadıysanız, sahte bilime kucak açtığınızın farkında bile olmayabilirsiniz. Tarih boyu insanların yaptığı gibi, mevcut yollardan birini benimseyerek düşünüyorum diyebilirsiniz; haklısınız. Dinler her zaman sahte bilimi yuvalandırıp yayılmasını sağlayan, devlet korumasındaki barınaklar olmuştur. Oysa dinlerin böyle bir rol üstlenmesi için bir neden yoktu. Başka bir deyişle, sahte bilim, geçmişten günümüze ulaşan antik bir heykelcik gibi düşünülebilir. Bazı ülkelerde, hükümet liderleri de dahil olmak üzere hemen herkes yıldız falına ve önceden yaşamış olduğuna inanıyor. Ancak, insanların kafasına bunları sokan yalnızca din değil, böylesi açıklamaları ve sahiplerini göklere çıkaran, teşvik eden kültür. _Hurafe ve Sahte bilim örnekleri : -Kaşık bükücü ve dünya dışı bağlantı kurucu medyum Uri Geller. -Cezayir' deki laikler ve köktenci İslamcılar arasındaki gerilim tırmandıkça, yarısı hükümetçe verilmiş çalışma iznine sahip 10000 kadar kahin ve falcının müşteri sayısı git gide artıyor. -Almanya'da, bilimsel yöntemlerle saptanamayan kanserojen "Yer ışınları " konusunda endişe duyuluyordu. Bu ışınlar, ellerinde çatallı değneklerle gezen deneyimli su arayıcılarınca saptanabiliyordu ancak.-Filipinler'de medyumların uyguladığı "tinsel ameliyat" diye bir akım yayılıyor. -Hayaletler, Britanya'da ulusal bir saplantı durumunda. -İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Japonya'da, doğa üstü güçler üzerine kurulu inanılmaz sayıda yeni din türedi. Bugün Japonya'da 100 000 falcı olduğu tahmin ediliyor; müşterilerini ise çoğunlukla genç kadınlar oluşturuyor. Tayland'da hastalıklar, kutsal kitabın toz haline getirilmiş sayfalarından yapılma haplarla iyileştiriliyor. Bugün Güney Afrika'da hala "cadı"lar yakılıyor. Haiti'deki Avustralya barış gücü kuvvetleri, çatıdan çatıya uçarak çocukların kanını emmekle suçlanan bir kadını ağaca bağlı olarak bulmuşlardı. Hindistan'da yıldız falcılığı alabildiğine yaygın; Çin'de toprakla fal bakma neredeyse günlük yaşamın bir parçası. _Son zamanların en başarılı küresel sahte bilim örneği, -birçok ölçütle düşünüldüğünde neredeyse din haline gelmiş- Hindu öğretisi Deneyüstü Meditasyon ( DM) [Transandantal Meditasyon(TM). Bu öğretinin kurucusu ve ruhani lideri Yogi 'nin uyuşturucu telkinlerini televizyondan izlemek bile olası. Yogi pozisyonunda oturmuş, beyaz saçı yer yer siyahla karışmış, çiçekler, çelenklerle çevrili Yogi'den buram buram imaj yayılıyor. Bir gün kanalları tararken bu görüntü ile karşılaşmıştık. Dört yaşındaki oğlumuz "Bunun kim olduğunu biliyor musun? " diye sordu, "Tanrı". Dünya çapındaki DM örgütünün tahmini malvarlığı 3 milyar dolar değerinde. Belli bir ücret karşılığında size duvarlardan geçebilme, görünmez olma, uçabilme becerisi vaat ediyorlar. Beraberce oturup düşünme ayini yaparak, Washington kentindeki suç oranını azalttıklarını, Sovyetler Birliği'ni düşürdüklerini ve benzeri dünya işlerinde başarı kaydettiklerini söylüyorlar. Ne var ki bu iddialarını destekleyecek ufacık bir gerçek kanıt parçası sunmuş değiller. _Rusya, bu alanda öğretici bir örnek. Çarlık döneminde dini bağnazlık teşvik ediliyor -işinin ehli birkaç bilim adamı dışında- bilimsel ve kuşkucu düşünme acımasızca bastırılıyordu. Komünizm döneminde ise, hem din hem de sahte bilim -devlet merkezli ideolojik dinin bağnazlığı dışında- sistematik olarak bastırılmıştı. Bilimsel diye satılan bu ideoloji, özeleştiriden uzak duran gizem kültleri gibi, amacına ulaşmayı başaramadı. Eleştirel düşünme, kapalı bilgi bölmelerinde araştırma yapan bilim adamlarından başka herkes için tehlikeli sayılmış, okul müfredatlarından uzak tutulmuş ve hatta bunu ağzına almaya cesaret edenler cezalandırılmıştı. Sonuç olarak, komünizm sonrasında, çoğunluğu bilime kuşkuyla yaklaşan bir Rus halkı çıktı ortaya. Bugün Rusya UFO'ların, hayaletlerin, falcıların, sahte doktorların, tılsımlı suların, eski zamanlardan kalma bağnazlığın istilasına uğramış durumda. Biri, fıtıktan AIDS' e kadar her türlü hastalığı televizyon ekranından hastaya bakarak iyileştiren, şifacı Anatoly Kashpirovsky. Bakışları, durmuş saatleri bile çalıştırıyormuş. _Bazı açılardan benzeri bir durum da Çin için geçerli. Mao Zedong' un ölümünden sonra pazar ekonomisinin yavaş yavaş baş göstermesiyle birlikte ataya tapınma, yıldız falcılığı ve I Cbing'in ak sakalından geleceği okuma gibi eski Çin hurafelerinin yanı sıra UFO'lar, dünya dışı bağlantı kurma ve Batı'ya özgü diğer sahte bilim örnekleri Çin'i istila etmeye başladı. Hükümetçe yayımlanan resmi gazete bir keresinde şöyle bir saptamada bulunmuştu: "Feodal ideolojinin bağnazlığı kırsal kesimlerimizi etkisi altına almaya başlıyor." Bu salgın, denildiği gibi, kırsal bölgelere özgü kalmayı sürdürüyor. _Çin hükümeti bildirisi: Halkın bilim alanında eğitimi son yıllarda zayıflamaya, batıl inanış ve cehalet ürünü etkinlikler artmaya, karşıtbilim ve sahte bilimin etki alanı genişlemeye başlamıştır. Dolayısıyla, bilim alanında halk eğitimini güçlendirecek etkin önlemler olabildiğince çabuk devreye konulmalıdır. Halkın bilim ve teknoloji alanlarındaki bilgi düzeyi, bilimsel alanda ulusal başarının önemli bir göstergesidir. Bilginin ekonomik gelişme, bilimsel ve toplumsal ilerleme açısından da önemi büyüktür. Sosyalist ülkemizi modernleştirme, ulusumuzu güçlü ve refah kılma yolundaki stratejimizin bir parçası olarak, halk eğitimi konusunda dikkatli olmalı ve gerekli önlemleri almalıyız. _Her ne kadar sahte bilim bazen eğlendirici gözükse ve böylesi bir öğretiye asla kapılmayacağımız konusunda kendimizden emin olsak da kimi inanışlar dört yanımızdan saldırıyor. Deney üstü meditasyon, yüksek akademik derecelere sahip çok sayıda insanı çevresinde toplamayı başardı. Tüm bunların yalnızca budalalar için tasarlanmış öğretiler olmadığı ortada. Sahte bilim ile dünya çapında kabul görmüş bir din arasında çok ince bir çizgi var. _Sahte bilime karşı çıkmak ya da en azından kamuoyu önünde tartışmaktan bile kaçınan birçok bilim adamı gibi, belli başlı dinlerin çoğu savunucusu da aşırı muhafazakar ya da köktencilerin üzerine gitmekten çekiniyor. Sahte bilim ile din, birbirlerine çok benziyorlar ve ayırmak çok zor, onun için ikisini de eleştireceğim. _Bir din adamı bana şöyle bir mektup yazdı: Yaşantımızı duygularımız belirler oldu. Bir yanda dine aşırı bağlılık, diğer yanda kibir ve dogmatik hoşgörüsüzlük, dini yaşamı öylesine olumsuz etkiledi ki din artık tanınmaz hale geldi. Sağlıklı dozda kuşkuculuk her zaman dinin kendi yararınadır. Din ve bilim, sahte bilime karşı neden ortak bir tavır almasın? Garip ama benzeri bir çıkış, yakında sahte dine karşı da gerekecek sanırım. _Bilim, gelişkin bir anlayış düzeyine, zaman zaman sendeleyip tekrar ayağa kalkarak ulaşır. Hipotezleri geçersiz kılındığında bundan incinen kimi bilim adamları olur kuşkusuz; ancak, bilimde esas olan saplama-çürütme sürecidir. Sahte bilim ile hatalı bilim arasında büyük fark var. Bilim, tek tek saptayıp düzelttiği hatalarıyla bir bütündür. Hipotezler, çürütülmeye uygun şekilde yapılandırılır. Ardından da deney ve gözlem süzgecinden geçirilmiş başka bir dizi hipotez gelir. Sahte bilim için ise, yukarıda söylediklerimizin tam tersi geçerli. Sahte bilimsel hipotezler, aksini kanıtlayacak hiçbir deneye yer vermeyecek bir çerçeve içinde, ilkesel olarak bile geçersiz kılınamaz bir şekilde sunuluyor. Hipotez sahipleri, savunmalarından asla vazgeçmiyor ve kuşkucu yaklaşımı bertaraf etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. _Bilimi yaygınlaştırma yolunda çabalayanlar için en büyük güçlük, karmaşık bilim tarihini olduğu gibi sergileyebilmektir. İnşanın, doğayı yüzyıllar boyu sabırla sorgulaması sürecinden damıtılmış bilgeliği cazip bir anlatımla sunabilmek, o karmaşık damıtım aletinin kendisini ayrıntılarıyla betimlemekten kuşkusuz çok daha kolaydır. __ _Sanrılar_ _Bazı reklam dergilerindeki başlıklar: Şans, Aşk ve Paraya Bir Anda Kavuşmaya Hazır mısınız? Garantili Süper Talih Ayağınıza Geliyor! Dünyanın En Güçlü Tılsımlarıyla Tüm İsteklerinize Kavuşun. Siyahlı Adamlar: Hükümet Ajanları mı Yoksa Uzaylılar mı? Ömrü Artıran, İnanılmaz, Harika Tam 24 UFO Ruhu Mühürü! Dünyanın Gizli Hakimleri. İnsanlık, Uzaylıların Mirası! _Zaman zaman, dünya dışı varlıklarla "temasta" olduklarını söyleyen bazı kişilerden mektuplar alıyorum. Beni kendilerine "her şeyini sormaya" davet ediyorlar. Goldbach Savı'nı Açıklar mısınız? " gibi soru sormuştum. Ama uzaylılar kesin yanıtı olmayan, özellikle de geleneksel ahlaki yargıları sorgulayan sorulara bayılıyor. Ne var ki, insanların bilmediği hangi bilgilere sahip oldukları konusunda ipucu verecek, belirleyici bir sorunun yanıtı hep sessizlik. Ziyaretlerinin başlıca amaçlarından biri bizleri küresel tehlikeler konusunda uyarmaksa, neden bunu yalnızca ifadelerinden kuşku duyulacağı belli şahıslara anlatıyorlar? Neden televizyon ağına bir geceliğine el koymuyorla ve hep bildiğimiz tehditlerle ilgili uyarıları var ama neden henüz bilmediğimiz tehditlerden haberdar etmiyorlar? _McDonald'ın uzaylı olasılığı gördüğü yerde, katılımcılar çok daha sıradan açıklamalar öngörüyorlardı. Katılanlar, merak katsayısı oldukça yüksek bilimciler olmasına karşın, McDonald onları uzaylılarca ziyaret edildiğimize değil ikna etmek, bu konuda ilgilerini uyandırmayı dahi başaramadı. _Uyanıkken Görülen Sanrılar : Normal insanların bir kısmı, hayatları boyunca ses duymak ya da kimse olmadığı halde birini görmek türünden sanrıları en az bir kez yaşadığını ortaya koyuyor. Kimi durumlarda bunlar içsel yaşantılarla ya da derin dini deneyimlerle ilintili oluyor. Sanrılar, kutsallık ile bilimselliği ayıran duvarda, gözden kaçmış küçük bir aralık işlevi görebiliyor. Duygusal gerginlik, sara nöbeti, migren ağrısı, yüksek ateş, oruç, uykusuzluk, duyusal açlık (yalnızlık gibi) ya da alkol ve uyuşturucu gibi maddeler de sanrıya yol açabilir. Bir deneyde rüya görmeleri engellenen grubun ise gündüzleri sanrılar görmeye başladığı gözlenmiş. Buradan çıkan sonuç, belli bir anormal koşula tabi tutmak yoluyla kimi insanların sanrılar görmesinin sağlanabileceği değil, herkesin sanrı görebilir olduğudur. Ünlü kaşiflerin alışılmadık yalnızlık durum larında güçlü sanrılar gördükleri de bilinen örnekler arasında. _Sanrılar birçok kültürde, iyi ya da kötü güçlerce ele geçirilme olarak yorumlanır. _Nöropsikiyat Louis West bir sinyal/parazit sorunu olarak gördüğü sanrıları şöyle tanımlıyor: Şöminesinin karşısındaki pencereye yaslanmış, günbatımında bahçesini seyreden bir adam düşünün. Dışarının görüntüsüne kendini öylesine kaptırmıştır ki, bulunduğu odanın içini gözünün önüne getiremez. Dışarısı karardıkça, odanın içindeki eşya pencerenin camında yansımaya başlar. Bir süre boyunca (uzağa bakarsa) bahçeyi ya da (yüzünden birkaç santimetre öteye, cama odaklanırsa) odanın içini görür. Ortalık iyice kararır, ama şöminedeki ateş olanca gücüyle yanarak odanın içini aydınlatıyordur. Adam artık camda odanın yansımasını sanki dışarıya ait bir görüntüymüşçesine görmektedir. Bu göz yanılgısı ateş söndükçe zayıflar ve sonunda hem içerisi hem de dışarısı tümüyle karanlık olduğunda artık hiçbir şey görünmez. Közler zaman zaman alev aldıkça, camdaki yansımalar tekrar görünür. Aynı şekilde, normal düşler gibi sanrısal yaşantılar da "gün ışığı" (duyusal girdi) azaltılıp "içerinin ışığı" (beynin genel uyarılma düzeyi) "parlak" kaldığında ortaya çıkar ve beynimizin "odaları"na ait görüntüler duyularımıza ait "pencereler"in dışından geliyormuşçasına algılanabilir (sanrılanabilir). Bir başka benzetme de düşlerin, tıpkı yıldızlar gibi sürekli parlaması olabilir. Güneş çok parlak olduğu için yıldızlar gündüz görülemese de bir tutulma olması, gözlemcinin güneş doğmadan hemen önce ya da hemen sonra dikkatle göğe bakması ya da parlak bir gecede uyanıp gözlerini yukarı çevirmesi durumunda yıldızlar, tıpkı düşler gibi genellikle unutulmuş olsalar da hep orada bekliyor olacaklardır. Normal insanlarda duyusal yanılgı ve sanrıların daha iyi aşılmasıyla gizem, "duyu ötesi" ya da doğaüstü gibi durumlarla açıklanan yaşantılar açıklığa kavuşturulabilir. _Birçoğumuz, iki yaşlarında ya da daha sonraki dönemlerde, gece veya karanlıkta gerçek görünümlü ama tümüyle düş ürünü " canavarlar" dan korktuğumuzu anımsarız. _Cari Jung ise, doktora tezinde, trende karşısında oturan Marslı bir "yıldız sakini" görme biçiminde bir ruhsal rahatsızlık yaşayan İsviçreli bir kadından söz ediyor. Kadına Marslıların bilimden, felsefeden ve ruhlar dünyasından habersiz, fakat teknoloj iye sahip oldukları anlatılmış. " Üzerinde uzun zamandır uçan makineler bulunan Mars, kanallarla kaplı" imiş. _Mars'ta hayat olmadığı, 1976'da da Viking 1 ve 2, kırmızı gezegende herhangi bir canlı, hatta mikrop izine bile rastlanamadığı sonuçlarını bildirince, Lowell 'ın öncülüğünü yaptığı fikirler yavaş yavaş sönmeye başladı ve Dünya'yı ziyaret eden Marslı öyküleri daha az duyulur oldu. Dünya'da görüldüğü söylenen uzaylılar başka gezegenlere taşınmışlardı artık. Venüs 'ün yüzeyinin kurşunu bile eritecek denli sıcak olduğu anlaşılınca, Venüslüler de Dünya'ya uğramaz olmuştu. __ _Gerçek Yurtseverler Soru Sorar_ _İnsanlarca kuşatılmış küçük gezegenimizde yaygın işkencenin, kıtlığın ve suçlara karşı sorumsuzluğun demokratik hükümetlerden çok gaddar rejimlerde görülmesi bir yaşam gerçeğidir. _Tüm kusurlarıyla bilimin yöntemleri, kanımca, ne tür ölçütler benimsenmiş olursa olsun toplumsal, siyasal ve ekonomik sistemleri geliştirmekte kullanılabilir. Peki ama bilim deneye dayalıysa, bu söylediğimiz nasıl olacaktır? (Hayatın her alanı bir deneydir. Toplantılar, savaşlar, yemekler, kanunlar, zevkler, konserler…) _Önümüzde karmaşık sorunlar var. Dolayısıyla, karmaşık çözümlere gereksinim duyuyoruz. _Tarihe şöyle bir göz attığımızda bile, biz insanların aynı hataları tekrar tekrar yineleme gibi üzücü bir eğiliminin olduğunu görürüz. Yabancılardan ya da kendimizden biraz farklı herhangi birinden korkarız. Korktuğumuzda da çevremizdeki insanları aşağılayarak bir şeylere zorlamaya başlarız. _Amerika’nın mimarları bilimsel tutum ve bulgulardan haberdar kişilerdi. Herhangi bir kişisel görüşü, kitabı ya da esinlemeyi aşan yüksek otorite Özgürlük Bildirgesi'nde denildiği gibi "doğanın ve doğanın TANRISININ yasaları" idi. __ _Thomas Jefferson_ _Thomas Jefferson bir bilim adamıydı. Kendini böyle tanımlıyordu. Amerika'nın bitki ve hayvan türlerini Avrupa'nınkilerle karşılaştıran, fosiller bulup inceleyen, yeni bir sabanın tasarımında kalkülüsü kullanan Jefferson, Newton fiziği üzerine uzmanlaşmıştı. Doğanın kendisini bilim adamı olmak üzere yarattığını söylüyordu. Bir kez özgürlük kazanıldıktan sonra, diyordu, sonraki kuşaklar kendilerini bilim ve öğrenime adayabilir. Jefferson çocukluğumun ilk kahramanlarından biriydi; Bilime yönelik ilgisi nedeniyle değil, demokrasinin dünyada yayılmasında hemen herkesten büyük paya sahip olduğu için bir kahramandı Jefferson. O zamanlar için soluk kesici, köktenci ve devrimci sayılan görüş, ulusları kralların, papazların, büyük kent patronlarının, diktatörlerin, askeri entrikaların ve zenginlerin kurduğu bilfiil işbirliğinin değil, birlikte çalışan sıradan insanların yöneteceğiydi. Ölümünden birkaç gün önce yazdığı bir mektupta "insanların çoğunun sırtında semerle", az sayıdaki ayrıcalıklı kesimin de "çizmeli ve mahmuzlu" doğmadığını gösterenin "bilimin ışığı" olduğunu belirtiyordu. Özgürlük Bildirgesi'nde hepimizin aynı fırsatlara, "elimizden alınamaz" haklara sahip olmamız gerektiğini yazmıştı. Jefferson bu davanın yalnızca başta gelen kuramcılarından biri değil, o zamandan bugüne dünyanın her yerinde hayranlık duyulan ve örnek alınan büyük Amerikan siyasal deneyinin gerçekleştirilmesinde bizzat rol almış bir devrimciydi. _Jefferson bir tarih öğrencisiydi (kendi zamanımızı, ülkemizi ya da etnik grubumuzu öven uysal ve güvenli tarih değil, güçlü yanlarımız kadar zayıflıklarımızı da anlatan, gerçek insanların gerçek tarihini okumuştu). Tarih ona zengin ve güçlülerin ellerine küçücük bir fırsat geçer geçmez çalmaya ve zulmetmeye başlayacaklarını öğretmişti. Fransa'da görevli Amerikan büyükelçisi olarak doğrudan gözlemleme olanağına sahip olduğu Avrupa ülkelerinin betimlemesini yapmıştı. Ona göre Avrupa ülkeleri, hükümet bahanesiyle uluslarını iki sınıfa bölmüşlerdi: Kurtlar ve koyunlar. _ Devamı Yorumda:
··
3.053 görüntüleme
Onur okurunun profil resmi
_Devamı : _Jefferson bir tarih öğrencisiydi (kendi zamanımızı, ülkemizi ya da etnik grubumuzu öven uysal ve güvenli tarih değil, güçlü yanlarımız kadar zayıflıklarımızı da anlatan, gerçek insanların gerçek tarihini okumuştu). Tarih ona zengin ve güçlülerin ellerine küçücük bir fırsat geçer geçmez çalmaya ve zulmetmeye başlayacaklarını öğretmişti. Fransa'da görevli Amerikan büyükelçisi olarak doğrudan gözlemleme olanağına sahip olduğu Avrupa ülkelerinin betimlemesini yapmıştı. Ona göre Avrupa ülkeleri, hükümet bahanesiyle uluslarını iki sınıfa bölmüşlerdi: Kurtlar ve koyunlar. _Jefferson, yalnızca yöneticilerin ellerine bırakılan hükümetlerin dejenere olacağını, çünkü yöneticilerin halkın güvenini kötüye kullandığını öğretmişti. Ona göre halkın kendisi, gücün tek kaynağıydı. Ne var ki yüzyıllar önce Thukydides ve Aristoteles'in de öne sürdüğü gibi, insanların kolayca yanlış yönleneceği konusunda endişe duyuyordu. Bu nedenle teminat ve sigorta politikalarını savundu. Birincisi güçlerin anayasal ayrımıydı; buna göre kimileri kendi bencilce çıkarlarına hizmet eden farklı gruplar birbirini dengeleyecek, içlerinden birinin ülkeyi cebine atıp kaçmasına izin vermeyecekti. Denge mekanizmaları yasama, yürütme ve yargı organları; İnsanların hükümetin risk ve yararlarını anlamalarının, kendilerini eğitmelerinin ve siyasal sürece katılmalarının esas olduğunu da altını çizerek tekrar tekrar vurguladı. Bu koşul sağlanmaksızın, meydanın kurtlara kalacağını söylüyordu. _Jefferson - Virginia Üzerine Notlar kitabında: Yeryüzündeki her hükümette kurnazlığın keşfedip, hainliğin duyarsızca kutudan çıkarıp ekeceği ve geliştireceği insani zayıflık, kokuşmuşluk ve değer yitimi mikrobu barınır. Her hükümet dejenere olur. Bu nedenle halk hükümetin güvenli tek koruyucusudur. İnsanların güvenilir olabilmesi için de gelişmiş bir akla sahip olmaları gerekir. _Jefferson'ın ABD Anayasası'nın kaleme alınmasında pek bir rolü olmadı; yasalar henüz şekillendirilirken, o Fransa'da Amerika adına görev yapıyordu. Anayasa'nın hükümlerini okuduğunda iki nokta dışında hoşnut kalmıştı. Öncelikle, birinin peş peşe kaç kez Başkan seçilebileceği konusunda bir sınırlama yoktu. Jefferson, bunun, Başkan'ın yasal anlamda olmasa da bir krala dönüşmesine yol açacağından korkuyordu. Diğer önemli eksiklik de haklar yasasıydı. Jefferson, yurttaşın, yani ortalama insanın, güç sahiplerinin kaçınılmaz tacizlerine karşı yeterince korunmadığını düşünüyordu. Konuşma özgürlüğünden yanaydı. Böylelikle hiç sevilmeyen görüşler bile ifade edilebilir ve geleneksel bilgelikten sapmalar, ele alınması için insanlara sunulabilirdi. Kişilik olarak Jefferson can düşmanlarını bile eleştirmekten hoşlanmayan, Monticello'daki evinin koridorunda baş düşmanı Alexander Hamilton'ın bir büstünü sergileyecek kadar dost canlısı bir adamdı. Bununla birlikte, kuşkuculuğun, sorumlu bir yurttaş olmanın temel önkoşulu sayıldığına inanıyordu. Eğitimin bedelinin, cehaletin ve hükümeti kurtlara bırakmanın bedeliyle karşılaştırıldığında önemsiz kaldığını öne sürüyordu. Ona göre, ülke yalnızca halk tarafından yönetildiğinde güvende olabilirdi. _Yurttaşlık görevinin bir parçası, boyun eğdirmek için verilen gözdağlarına yenik düşmemekti. Göçmenlerce edilen yurttaşlık yemininin ve öğrencilerin sürekli olarak tekrarladığı andın: "Liderlerimin bana söylediği her şeyi sorgulayacağıma söz veriyorum" gibi bir ifade içermesini dilerdim. Bu tam da Thomas Jefferson'ın vurgulamaya çalıştığı koşulu sağlayan bir söz olurdu. "Eleştirel melekelerimi kullanmaya söz veriyorum. Düşünce özgürlüğümü geliştireceğime söz veriyorum. Kendimi eğitmeye ve böylelikle kendi kararlarımı vermeye söz veriyorum." _O zamanlar ABD'nin yalnızca iki milyon yurttaşı vardı. Bugün ise aynı rakamın yüz katından söz ediyoruz. Bu durumda, o zaman Thomas Jefferson'ın kalitesinde on insan var idiyse, bugün lOx lOO= 1 000 Thomas Jefferson olmalı. Peki ama neredeler? ___ _Anayasa ve özgürlüklerin sınırı_ _Anayasa'yı cüretkar ve cesur kılan özelliklerden biri, insanlar istediği sürece hükümetin şekli de dahil olmak üzere sürekli değişime izin vermesidir. Hiç kimse hangi görüşlerin acil toplumsal gereksinimlere yanıt vereceğini önceden bilecek kadar bilge olmadığından, bu belge görüşlerin en özgür şekilde ve tümüyle ifade edilmesini güvence altına almaya çalışır. Kuşkusuz, ödenecek bir bedel vardır. Kendi görüşlerimizin bastırılması tehlikesiyle yüzleştiğimizde, çoğumuz oyumuzu ifade özgürlüğünden yana kullanırız. Öte yandan, hor gördüğümüz görüşler orada burada biraz sansürlendiğinde pek de rahatsızlık duymayız. Ancak, belli dar çerçeveler içerisinde (hakim Olivcr Wendell Holmes'un dediği gibi, kalabalık bir tiyatroda yok yere; "yangın" diye bağırarak panik yaratmak hakkı dışında) Amerika'da insanlara büyük özgürlükler tanınmıştı: _Silah koleksiyoncuları Baş hakim, Beyaz Saray Sözcüsü ya da FBI Başkanı'nın portrelerini hedef tahtası olarak kullanmakta ve öfkeli yurtseverler ABD Başkanı'nın resmini yakmakta özgürdürler. Musevi-Hıristiyan-Müslüman değerleri alaya alsalar, çoğumuz için kutsal olan her şeyi aşağılasalar bile şeytana tapanlar (eğer varsa) anayasal geçerliği olan hiçbir yasaya karşı gelmedikleri sürece dinlerinin gereklerini yerine getirmekte özgürdürler. Bir ırkın diğeri üzerindeki "üstünlüğünü" savunan sözde bilimsel bir makale ya da popüler kitap ne denli zararlı olursa olsun hükümet tarafından sansürlenemez; hatalı bir savın tedavisi görüşleri bastırmakla değil, karşılığında daha iyi bir sav geliştirmekle olanaklıdır. Birey ya da gruplar Musevi ya da Mason işbirliğinin dünyaya hakim olduğunu ya da Federal hükümetin Şeytan'la işbirliği yaptığını iddia etmekte özgürdürler. Bireyler, eğer isterlerse Adolf Hitler, Josef Stalin ve Mao Zedong gibi tartışmasız kitle katillerinin yaşamlarını ve siyasetlerini övgüyle anabilirler. Korkunç görüşler bile işitilme hakkına sahiptir. _Jefferson, Madison ve arkadaşlarının kurduğu sistem, kökenini anlamayıp onu çok farklı başka bir sistemle değiştirmek isteyenlere kendilerini ifade olanağı tanıyor. Örneğin, 1948'de Başsavcı olan Tom Clark şu sözü sarf etmişti: "ABD'nin ideolojisine inanmayanların ABD'de kalmasına izin verilmeyecektir." Ama önemli ve karakteristik bir ABD ideolojisi varsa, o da hiçbir zorlama ve yasak ideolojinin olmadığıdır. _Bir kürtaj kliniğini bombalamak suçundan tutuklanan John Brockhoeft, yazdığı "yaşam yanlısı" bültende şöyle diyordu: Ben çok dar kafalı, hoşgörüsüz, tepkici, İncil'e delicesine bağlı ve köktenci bir yobaz ve fanatiğim. ABD'nin bir zamanlar büyük bir ulus olmasının nedeni, Tanrı tarafından kutsanmasının yanı sıra doğruluk, adalet ve dar kafalılık üzerine kurulmuş olmasıdır. _Kürtaj kliniklerinin önünde barikat oluşturan bir örgüt olan "Kurtarma Operasyonu"nun kurucusu Randall Terry şöyle hitap etti: Bırakınız beyniniz hoşgörüsüzlükle yıkansın. Evet, nefret iyidir. Hedefimiz Hıristiyan bir ulustur. Tanrı bize bu ülkeyi fethetmemizi buyuruyor . . . Çoğulculuk istemiyoruz. _Bu tür görüşlerin ifadesi, yerinde bir yaklaşımla Haklar Yasası ile korunuyor (korunanlar ellerine şans geçse Haklar Yasası 'nı kaldıracak olsalar da). Hepimizin haklarının korunması, Haklar Yasası 'nı kullanarak her yurttaşa bu yasanın vazgeçilmezliğini anlatabilmemize bağlıdır. __ _Uzaylılar_ _Dışarısı hala karanlık. Gözleriniz açık yatakta yatıyorsunuz. Birdenbire her yanınızın uyuştuğunu hissediyorsunuz. Odada birileri var, biliyorsunuz. Bağırmaya çalışıyor, ama yapamıyorsunuz. Boyları bir metreden biraz uzun birkaç gri yaratık, ayak ucunuzda durmuş size bakıyor. Başları armut biçimli, saçsız ve gövdelerine göre büyük. Gözleri kocaman, ifadesiz yüzleri birbirinin aynı. Üzerlerinde uzun giysiler ve ayaklarında botlar var. Bunun bir düş olmasını diliyorsunuz. Ama görünüşe göre gerçek. Yaratıklar sizi yerinizden kaldırır kaldırmaz, beraberce yatak odanızın duvarlarından dışarı sızıyor; daire şeklinde, metalik renkli bir uzay aracına doğru havada süzülerek yol alıyorsunuz. İçeri girer girmez de sizi tıbbi inceleme bölmesine götürüyorlar. Diğerlerinin aynı, fakat biraz daha irice bir yaratık -belli ki bir tür doktor- görevi devralıyor. Sonrası daha da korkunç. Vücudunuz, özellikle de üreme organlarınız, çeşitli alet ve makinelerle incelemeye tabi tutuluyor. Erkekseniz sperm örneklerinizi alıyor; kadınsanız yumurta ya da cenininizi çıkartıyor, hatta içinize sperm yerleştiriyorlar. Kendileriyle cinsel ilişki kurmaya zorlandığınız da oluyor. Sonra başka bir odaya götürülüyor, orada yarı insan yarı uzaylı melez ceninlerle karşılaşıyorsunuz. Hepsi bittikten sonra bu suratsız gri casuslar sizi gemiden dışarı çıkarıyor ve tekrar duvarlardan sızdırarak yatağınıza geri götürüyorlar. _Kimi insanlar, çocukluklarından bu yana benzeri deneyimler yaşadıklarını söylüyorlar. Onları inceleyen ruh hekimleri ise, hepimizdekinden daha yüksek dozda bir ruhsal dengesizliğe rastlamadıklarını belirtiyorlar. Peki biri gerçek olmadığı halde uzaylı yaratıklarca kaçırıldığını neden iddia etsin? Öte yandan, gerçekten büyük bir uzaylı istilası söz konusu olabilir mi? Yoksa birçoklarının öne sürdüğü gibi, hükümet gerçeği yurttaşlarından gizlemek için söz birliği mi etmiş? Neden birkaç sperm ve yumurta çalıp genetik şifresini okuduktan sonra canlarının çektiği değişiklikleri yapıp istedikleri kadar kopya üretmiyorlar? Benzeri şikayetleri olan fakat alaya alınmaktan ya da akıl hastası sanılmaktan korkarak konuşmaktan, yardım istemekten kaçınan kişiler de olabilir. Bu çekingenliğin başka bir nedeni vardır belki de: Bu kişilerin kendileri de yaşadıklarının dışsal bir olay mı yoksa zihinsel bir durum mu olduğu konusunda emin değiller mi dersiniz? _Charles Mackay tarafından yazılmış -(Sıradışı Popüler Gerçekten Kopmalar ve Kitlelerin Çılgınlığı) kitapta, Mississippi ve Güney Denizi "Köpükleri", Hollanda lalelerine harcanan inanılmaz paralar; birçok ülkeden varlıklı kişilere oynanan oyunlar gibi, ortalığı kasıp kavurmuş ekonomik çılgınlıklar; aralarında Bay Kelly ve Dr. Dee'nin (ve bir kristalin içine bakarak ruhlar dünyası ile iletişim kuran babasının umutsuz durumundan etkilenmiş, Dee'nin sekiz yaşındaki oğlu Arthur'un) ilginç öyküsünün de bulunduğu simyacılarla ilgili öyküler; kahinlik, falcılık ve gaipten haber vermeyle ilgili trajikomik öyküler; cadılara yapılan işkenceler; perili evler; "hayranlık uyandıran büyük hırsızlar" ve daha birçok ilginç konu vardı. En eğlenceli olanı da ölümsüz değilse bile yüzyıllar yaşında olduğu söylenen St. Germain Kontu'nun öyküsü. (Yemekte Aslan Yürekli Rişar'a bir anısını anlatırken konuklardan bazıları söylediklerine inanmayınca, Kont ürkek hizmetkarına dönerek "Öyle değil mi?" diye sorar. " Unutmayınız efendim" der hizmetkar, " Ben sizin hizmetinize gireli yalnızca beş yüzyıl oluyor." "Ah, tabii ya" diye karşılık verir Kont da "bu dediğim sen gelmeden biraz daha önceydi") _Manyetizmanın hastalıkları iyileştirebildiği çok eskilerden bu yana öne sürülen dayanaksız bir savdır. Örneğin, Paracelsus, hastalıkları insan vücudundan emip yerin dibine göndermek için bir mıknatıs kullanırmış. Fakat bu alanda asıl sözünü etmeye değer kişi, Franz Mesmer'dir. "Mesmerize etmek" teriminin hipnotize etmek gibi bir anlam içerdiğini az çok bilirdim; ancak Mesmer hakkında gerçek anlamda bilgi edinmem, Mackay'i okumamla oldu. Viyanalı doktor Mesmer, gezegenlerin konumlarının insan sağlığını etkilediğine karar vermiş; elektrik ve manyetizmanın harikalarına tutulmuş; bulduklarını da, Devrim'in arifesinde gücü git gide azalmakta olan Fransız soylularıyla paylaşmıştı. _Mesmer büyük sansasyon yaratmıştı. Yöntemine "hayvan manyetizması" adını veriyordu. Ne var ki geleneksel yöntemleri tercih eden doktorlara göre, Mesmer'in yaptığı, iş ahlakına uygun değildi. Sonunda Fransız doktorlar, kral XVI. Louis'ye Mesmer'in işinden men edilmesi için baskı yaptılar. Onlara göre Mesmer, halk sağlığına yönelik bir felaketti. Bunun üzerine Fransız Bilimler Akademisi, zamanın ünlü kimyacısı Antoine La voisier ile Amerikalı diplomat ve elektrik alanında uzman Benjamin Franklin'in de aralarında bulunduğu bir kurul atadı. Kurul, Mesmer'in yönteminin geçerliğini denemek üzere bir kontrol deneyi hazırladı: Manyetizmanın etkileri hastanın bilgisi dışında denendiğinde hiçbir sonuç alınamıyordu. Kurul, söz konusu herhangi bir iyileşmenin, bütünüyle hastanın zihninde yaratıldığı sonucuna vardı. Mesmer ve yöntemini destekleyenler ise bildiklerinden şaşmamakta kararlıydılar. İçlerinden biri, daha sonra, yöntemden iyi sonuç almak için şöyle bir mantıksal yaklaşımı salık veriyordu: Bir süre için fiziğe ilişkin tüm bildiklerinizi unutun. Aklınızın itirazlarına kulaklarınızı tıkayın. Altı hafta boyunca hiçbir sonuca varmaya, akıl yürütmeye çalışmayın. Geçmiş deneyimlerinizin hepsini bir kenara bırakarak sabırla inanmayı sürdürün ve aklınızı dinlemeyin. Ve tabii, "Yaptığınızı sorgulamaya çalışan kişilerin önünde manyetizmayı asla denemeyin." _UFO_ _Aslına bakılırsa, tüm UFO görme iddiaları, masaldan ve yanılgıdan başka bir şey değildi. _Her kuşkucu bilim adamının algılayıp onaylayacağı bir sinyale rastlanamadığı sürece, ne denli çekici bir fikir olursa olsun, dünyadışı yaşama ilişkin kanıt bulmuş sayılamayız. Dünya'nın ötesinde yaşam olduğunu gösteren ciddi bir kanıta henüz rastlayabilmiş değiliz. _Ziyaret edilip edilmediğimiz konusuna benden daha fazla ilgi duyabilecek birini düşünemiyorum. Uzaylılar kısa boylu, suratsız ve cinsel saplantılı olsalar bile, eğer burada bir yerlerdelerse onları tanımak istiyorum. _UFO konusunda elimizdeki kanıtlar ne denli güçlü? "Uçan daire" tamlaması, ortaokula başladığım sıralarda ortaya çıkmıştı. Gazeteler uzaklardan gelerek göklerimizi istila etmeye başlamış gemilerle ilgili öykülerle doluydu. Birçok yıldız Güneş yaşında, hatta daha yaşlıydı; o süre içinde üzerlerinde zeki yaşam oluşabilirdi pekala. Bizden daha yaşlı, daha zeki canlılar da kendi yıldızlarından kalkıp bize gelmiş olamazlar mıydı? Neden olmasındı? Aralarında nüfuzlu kişilerin, polis memurlarının, ticari uçak pilotlarının ve askeri personelin de bulunduğu birçok insan uçan daireler görmekteydi. Üstelik, daireler radarlarla da saptanmış, hatta resimleri bile çekilmişti. Gazeteler ve dergiler uçan daire fotoğraflarıyla doluydu. Olup bitenleri, birkaç yıl sonra Life dergisi şöyle özetliyordu: "Mevcut bilimsel veriler ışığında, bu cisimlerin doğal yapılar olmadığı, yüksek zekaya sahip bir uygarlıkça üretilip işletilmiş yapay araçlar olduğu anlaşılıyor. _Üniversiteye giderken, bilimin nasıl işlediği, büyük başarısının sırları, bir savın doğruluğuna inanabilmek için kanıt ölçütlerinin nasıl zorlu olmasının gerektiği ve siyasi, dini, akademik zümrelerce tutulup desteklenen inanç sistemlerinin çoğu kez biraz hatalı olmakla kalmayıp nasıl korkunç derecede yanlış çıkabildiği konularında yavaş yavaş bilgi edinmeye başlamıştım. _"Uçan daire" teriminin ortaya çıkışı da oldukça ilginçti. Haberci Edward Murrow'un 1950'de Kenneth Arnold adlı sivil bir pilotla yaptığı röportajda, 1947 günü Rainier Dağı yakınlarında garip birtakım cisimler gören ve uçan daire teriminin türemesine yol açan Arnold, yayımlanan gazete haberleri konusunda şunları söylemiş: Gazeteler dediklerimi doğru aktarmadı. Gördüğüm cisimler azgın sulardaki tekneler gibi çırpınıyor, sağa sola savruluyor gibiydi. Nasıl uçtuklarını betimlerken de, daire şekilli bir cismi alıp suyun üzerinden fırlatırcasına uçtuklarını söyledim. Cisimlerin daire şeklinde olduğunu söylediğimi yazdılar; oysa ben cisimlerin dairesel tabaklar gibi devindiğini söylemiştim. Murrow, yaptığı röportajı şöyle özetliyordu: "Bu tarihi bir hataydı. Bay Arnold'un yaptığı asıl açıklama unutulurken, 'uçan daire' de günlük yaşamda kullanılan terimler arasına girdi. _"UFO olarak tanımlanan bazı cisimlerin, yeni tür uçak, aydınlatması farklı eski tür uçak, yüksek irtifada seyreden balon, ışıklı böcekler, farklı atmosfer koşulları nedeniyle normalden farklı görünen gezegenler, göz yanılgıları, merceksi bulutlar, yıldırımlar meteorlar, yapay uydular veya atmosfere giren roketler olduğu anlaşıldı. Kimi cisimlerin de atmosfere girerken yok olan küçük kuyruklu yıldızlar olduğu düşünülebilir. En azından bazı radar raporları, atmosferdeki sıcaklık terselmelerine bağlı olarak kavisli yollar izleyen radyo dalgaları kaynaklıydı. Bunlara, varmış gibi görünen fakat aslında olmayan cisimler anlamında radar "melekleri" de eleniyor. Bir futbol maçı sırasında binlerce insan tarafından görülen UFO'nun, bir üniversite öğrenci kulübünün şaka amacıyla tasarladığı karton, mum ve kuru temizleme torbasından yapılmış ilkel bir sıcak hava balonu olduğu anlaşılmıştı. Bulunduğu söylenen uçan daire enkazının (içinde kusursuz diş yapısına sahip küçük uzaylı cesetlerinin bulunduğu) ise düpedüz bir aldatmaca olduğu ortaya çıkmıştı. Variety dergisinin yazarlarından Frank Scully, petrolcü bir arkadaşının kendisine anlattığını söylediği bir öyküyü dergide yayımladı. Öyküye göre, üç uçan daire enkazından birinde, her biri bir metre boylarında on altı Venüslü'nün cesedi bulunmuştu. Ordu olayı gizliyordu. Oysa her şey çok açıktı. Öyküyü kurgulayan düzenbazlar, altın ve petrol bulmak için radyo dalgalarını kullandığını söyleyen Silas Newton. Sonunda, konuya ilgili biri el çabukluğuyla dişliyi ele geçirmeyi başardığında, yapılan laboratuvar incelemelerinde UFO dişlisinin tencerelerde kullanılan alüminyumdan yapılma olduğu çıktı ortaya. Uçan daire enkazı, Newton ve GeBauer'in değersiz petrol yatakları satmak ve sahte düzenekler üretmekle geçen çeyrek yüzyıllık dolandırıcılık tarihlerinde küçük bir bölümü oluşturuyordu. İkili, 1952 yılında FBI tarafından tutuklandı ve ertesi yıl da düzenbazlık suçundan hüküm giydi. _l957'de, Dünya yörüngesine giren ilk yapay uydu olan Sputnik fırlatıldı. Sputnik'e basında da fazlaca yer verilmesinin UFO kayıtlarını kabartmakta rol oynadığı çok açık. Belki de insanlar geceleri gökyüzüne daha fazla bakmaya başlamış ve anlam veremedikleri doğal olayları UFO olarak rapor etmişlerdi. _Uçan daire kavramı aslında daha da eskilere, Richard Shaver (Lemuria'yı Anımsıyorum! ) isimli romana değin uzanıyor. Roman, çocukluğumda bir solukta yutarcasına okumaya bayıldığım türdendi. Kitaptan öğrendiğime göre, bugün kayıp kıtalar, 150 000 yıl önce yer altında yaşayan, insanların çektiği sıkıntılardan ve şeytansı işlerden sorumlu kötü ruhlu bir ırkın ortaya çıkması üzerine uzaylılar tarafından kurulmuşlardı. Derginin yazı işleri müdürü -sözünü ettiği yer altı yaratıkları gibi 1,20 metre boylarındaki- Ray Palmer, Arnold'un rapor ettiği olaydan çok önce, Dünya'nın disk biçimli uzaylı araçlarca ziyaret edildiği ve hükümetin uzaylılarla suç ortaklığı yaparak bu durumu gizlediği yolunda haberler yazıyordu. Birçok olayın kaynağının da aldatmaca, şaka, sanrı görme, doğal olayları yanlış anlama, kanıt olarak öne sürülen umut ve korkular, kimi kez de ilgi, ün ve talih avcılığı olduğu anlaşılmıştı. _Son söz_ _Cornell Üniversitesi'nde uzun yıllar boyunca Eleştirel Düşünme Son Sınıf Dersi'ni vermekten büyük keyif aldım. Öğrenciler kendileri için duygusal önem taşıyan, son derece çekişmeli toplumsal konular seçiyor ve ikili gruplara ayrılarak, dönem sonu sözlü görüş çekişmeleri oturumuna hazırlanıyorlar. Oturumdan birkaç hafta önce, her birinin, muhalifinin görüşünü muhalifin de yeterli bulup "Evet, bu benim görüşlerimin adil bir sunumu" diyeceği bir şekilde sunmakla yükümlü oldukları kendilerine bildiriliyor. Ortaklaşa yazılı tartışmada, farklılıklarını ve tartışmanın karşıt görüşü anlamada kendilerine nasıl yardımcı olduğunu keşfediyorlar. _Gazete okuyucularından aldığım mektuplardan yaptığım bazı alıntılar, kanımca, ABD yurttaşlarının nabzını yansıtan örnekler sağladı. _Kalıtsal Determinizm_ _Ulusal Sağlık Enstitüsü'nün "kalıtsal determinizm"in etik, yasal ve toplumsal çağrışımlarıyla ilgili bir kurulunun üyelerince eleştirildi. Üyeler eleştirilerinde, (l) zekada kalıtsal özelliklerden başka çevresel unsurların da etkili olduğunu; (2) yüksek derecede kalıtsal özelliklerin bile çevreden büyük ölçüde etkilenebildiğini; (?) zeka gibi karmaşık özelliklerin kalıtsallığının önceden kestirilemez olduğunu vurguladılar. __ _Carl Sagan hakkında: _Hiç kimse bilimin merak, heyecan ve coşkusunu geniş kitlelere aktarmada Cari Sagan ve az sayıda diğer bilim adamı kadar büyük başarı göstermemiştir. Sagan'ın milyonların düş gücünü yakalama ve zor kavramları anlaşılır terimlerle açıklama yetisi çok parlak bir kazanımdır. Sagan, bir süre önce Ulusal Bilimler Akademisi'nin en önemli ödülü olan Toplumsal Refah Madalyası'na layık görülmüştü: (Pulitzer Ödülü, Amerika'da en büyük ve saygın ödül kabul edilir. 19. yüzyılda Musevi kökenli Macar asıllı Joseph Pulitzer adlı bir gazeteci tarafından kuruldu.) _Kanada'nın Queens Üniversitesi, Dr. Sagan'a yirmi ikinci onur derecesini sunarken şu yorumda bulunmuştu: "Cari Sagan hayranlık uyandıracak denli yetenekli bir gökbilimci ve yaşayan en iyi yazınsal üsluba sahip bilim yazarıdır. Okuyucular olarak, zekamıza ve ilgimize olan kesin güvenini, aydınlatıcı bakışını ve hoş nükteciliğini takdirle karşılıyoruz. Bir bilimciler topluluğu olarak yaşamının özüne yerleştirip öğrettiği ikiz düşünceler peşindeki amansız takibine hayranlık duyuyoruz: Ona göre 'Bilim asla tamamlanmamıştır' ve 'Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız.' _Karşıt görüştekilere karşı her zaman düşünceli bir yaklaşım benimsedi; bir tartışmacı olarak entelektüel ve ahlaklı bir düzey yerleştirmeye çalıştı; halkın bu önemli konulardaki bilincini büyük ölçüde geliştirdi. Sagan, halkın ilgisini silahlanma yarışı, sera etkisi, ozon tabakası gibi çevreyle ilgili bilimsel içerikli önemli ulusal siyasi konulara çekmede bilim adamlarının sorumluluğunu vurguladı. __ Önsöz_Prof. Tosun Terzioğlu _Radyo yayını, astronot Armstrong'un Ay'a inen modülden çıkıp Ay'da yürümeye başlamasıyla bitti. Radyo başında tarihsel bir olayın tanıkları olmuştuk. Armstrong'un o gün Ay'da yürümesi yıllarca süren bir projenin son halkasıydı. İnsanlı ve insansız uzay araçları tasarlanmış, yapılmış, denenmişti. Değişik roketler, kontrol ve haberleşme sistemleri geliştirilmiş, astronotlar Ay'a iniş ve Ay'da yürüyüş için yıllarca eğitilmişti. _Copernicus'un Güneş sistemi modelini inceleyen ve Brahe'nin gözlemlerini kullanan Kepler, kendi adıyla anılan yasaları bulmasaydı, Newton yer çekimi yasasını ortaya koymasaydı ve Einstein bu yasayı çok yüksek hızlar için geçerli hale getirmeseydi, milyarlarca dolara mal olan teknolojik gelişmeler, uzay araçları, roketler ve Ay modülleri olmazdı. Bilimin birikimsel olduğunu Armstrong da biliyordu ki, Ay'a ilk adımını atarken "Bir insan için küçük bir adım; ama insanlık için dev bir sıçrama," dedi. İnsanlık bu listedeki buluşlara sahip olmasaydı, Dünya'dan Ay'a yaklaşık 384 000 kilometre süren uçuşun sonunda 1969'da Armstrong o küçük adımı hiçbir zaman atamazdı. Yaşadığımız çağda bilimin ve teknolojinin nimetlerinden giderek daha çok yararlanıyoruz. Artık çiçek, çocuk felci, verem ve sıtma gibi birçok hastalıktan korkmuyoruz. Dünya kupası maçlarını evimizde televizyondan anında seyredebiliyor, küçük bir cep telefonuyla kıtalararası konuşmalar yapabiliyoruz. İnternet yaşamımıza her gün daha fazla giriyor. Ulaşımda öyle gelişmeler yaşadık ki, yerküremiz adeta küçüldü. Ancak tüm bu gelişmelerin bir de karanlık yüzü var. Özellikle bu yüzyılda öylesine etkili silahlar yarattık ki, dünyadaki yaşamı sona erdirebilecek güce sahip olduk. Bir de daha yapamadıklarımız var. Depremlerin nerede, ne zaman ve ne şiddette olacağını öngöremiyoruz. Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Doğanın tam anlayamadığımız pek çok yönü var. _Bugünkü uygarlığımızın temelidir bilim. Ama bize böylesine güç katan bilimi, bilimsel düşünce biçimini ve bilimsel yöntemleri bilmeyen, öğrenmeye gerek duymayan, hatta bilime düşman olan insanların çokluğu şaşırtıcı, dahası korkutucudur. _Depremden birkaç gün sonra, ünlü bir yorumcumuz, bilim adamlarımızın bu çalışmalarına değinerek çabalarının gereksiz olduğunu, kendisinin yıkılan binaların fotoğraflarına baktığında hasarın inşaat sırasında eksik malzeme kullanımından meydana geldiğini hemen anladığını söyledi. Bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir ülkesinde bu TV yorumcumuzun müthiş yeteneğine sahip bir mühendis, bir bilim adamı yok! _ANLAMAK. Değerli matematikçimiz Cahit Arf, bilimin amacını işte böyle tanımlıyordu. Her bilimsel buluş, her bilimsel kuram, her yeni matematik teoremi sorgulanmaya, sınanmaya ve geliştirilmeye açıktır. Ama bu sorgulanma ve sınanma da bilime dayalı olarak yapılmalıdır. Ancak o zaman bir anlam kazanır. _Evrim kuramı, masonların bir komplosu olarak gösterilmeye çalışılıyor. Oysa her bilimsel kuram gibi evrim kuramı da yeni bilimsel araştırmalarla değiştirilmeye, sınanmaya, geliştirilmeye ve hatta çürütülmeye açıktır. Eğer bir gün araştırmalar sonucunda evrim kuramının yerine doğayı, canlılığı ve yaşamı daha iyi açıklayabilen yeni bir bilimsel kuram geliştirilirse, evrim kuramını bugün derslerinde okutan bilim adamları ister istemez bu yeni kuramı benimseyecekler ve artık onu anlatmaya başlayacaklar. Ama araştırmacılar o zaman da durmayacak. Yeni kuram, başka bilimsel araştırmalarla da sürekli sorgulanacak, sınanacak ve geliştirilecektir. Bilimsel kuramları, bilimi ve bilimsel yöntemleri dışlayarak tartışırsak, demagoji batağına saplanırız. Çevremizde komploların olduğunu düşünür, cadılar, eciş bücüşler görmeye başlarız. _Işık hızı, ışık yılı gibi kavramlar, Cari Sagan'ın bu kitabında sözü edilen Maxwell denklemleri sayesinde sahip olunduğu, sınırlarının da gene bu denklemlerle ifade edilen doğa yasalarıyla belirlenmiş olduğuydu. _Japonya, sürekli yeni bilim müzeleri ve merkezleri kuruyor. Bilimi her düzeyde anlaşılır hale getirmeye çalışan kitaplar, bilimi açıklayan ve sevdiren bilim müzeleri, iyi ve doğru hazırlanmış bilimsel içerikli TV programları, belgeseller. Bunların hepsi karanlığı aydınlatmaya çalışan birer mum, birer ışık kaynağı. Gelin bizler de bu kaynaklardan yararlanalım. Hatta yararlanmakla da yetinmeyelim, "Bir mum da ben nasıl yakabilirim" diye düşünelim. __
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.