Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Işık bekliyor, fakat karanlığa sığınıyoruz. İncil _Karanlığa lanet etmektense, bir mum yakmalıyız. _Neyin doğru olduğu umurumuzda mı? Fark ediyor mu? _Gerçek bilgelik, sınırlarımızı bilmekte yatar _Can sıkıcı ve sevimsiz görünse de bilimsel yöntemin önemi, bilimsel bulgulardan çok daha büyüktür. _Edilgen taraf, baskın tarafın yanılsamalarına
··
3.053 görüntüleme
Onur okurunun profil resmi
_Devamı : _Jefferson bir tarih öğrencisiydi (kendi zamanımızı, ülkemizi ya da etnik grubumuzu öven uysal ve güvenli tarih değil, güçlü yanlarımız kadar zayıflıklarımızı da anlatan, gerçek insanların gerçek tarihini okumuştu). Tarih ona zengin ve güçlülerin ellerine küçücük bir fırsat geçer geçmez çalmaya ve zulmetmeye başlayacaklarını öğretmişti. Fransa'da görevli Amerikan büyükelçisi olarak doğrudan gözlemleme olanağına sahip olduğu Avrupa ülkelerinin betimlemesini yapmıştı. Ona göre Avrupa ülkeleri, hükümet bahanesiyle uluslarını iki sınıfa bölmüşlerdi: Kurtlar ve koyunlar. _Jefferson, yalnızca yöneticilerin ellerine bırakılan hükümetlerin dejenere olacağını, çünkü yöneticilerin halkın güvenini kötüye kullandığını öğretmişti. Ona göre halkın kendisi, gücün tek kaynağıydı. Ne var ki yüzyıllar önce Thukydides ve Aristoteles'in de öne sürdüğü gibi, insanların kolayca yanlış yönleneceği konusunda endişe duyuyordu. Bu nedenle teminat ve sigorta politikalarını savundu. Birincisi güçlerin anayasal ayrımıydı; buna göre kimileri kendi bencilce çıkarlarına hizmet eden farklı gruplar birbirini dengeleyecek, içlerinden birinin ülkeyi cebine atıp kaçmasına izin vermeyecekti. Denge mekanizmaları yasama, yürütme ve yargı organları; İnsanların hükümetin risk ve yararlarını anlamalarının, kendilerini eğitmelerinin ve siyasal sürece katılmalarının esas olduğunu da altını çizerek tekrar tekrar vurguladı. Bu koşul sağlanmaksızın, meydanın kurtlara kalacağını söylüyordu. _Jefferson - Virginia Üzerine Notlar kitabında: Yeryüzündeki her hükümette kurnazlığın keşfedip, hainliğin duyarsızca kutudan çıkarıp ekeceği ve geliştireceği insani zayıflık, kokuşmuşluk ve değer yitimi mikrobu barınır. Her hükümet dejenere olur. Bu nedenle halk hükümetin güvenli tek koruyucusudur. İnsanların güvenilir olabilmesi için de gelişmiş bir akla sahip olmaları gerekir. _Jefferson'ın ABD Anayasası'nın kaleme alınmasında pek bir rolü olmadı; yasalar henüz şekillendirilirken, o Fransa'da Amerika adına görev yapıyordu. Anayasa'nın hükümlerini okuduğunda iki nokta dışında hoşnut kalmıştı. Öncelikle, birinin peş peşe kaç kez Başkan seçilebileceği konusunda bir sınırlama yoktu. Jefferson, bunun, Başkan'ın yasal anlamda olmasa da bir krala dönüşmesine yol açacağından korkuyordu. Diğer önemli eksiklik de haklar yasasıydı. Jefferson, yurttaşın, yani ortalama insanın, güç sahiplerinin kaçınılmaz tacizlerine karşı yeterince korunmadığını düşünüyordu. Konuşma özgürlüğünden yanaydı. Böylelikle hiç sevilmeyen görüşler bile ifade edilebilir ve geleneksel bilgelikten sapmalar, ele alınması için insanlara sunulabilirdi. Kişilik olarak Jefferson can düşmanlarını bile eleştirmekten hoşlanmayan, Monticello'daki evinin koridorunda baş düşmanı Alexander Hamilton'ın bir büstünü sergileyecek kadar dost canlısı bir adamdı. Bununla birlikte, kuşkuculuğun, sorumlu bir yurttaş olmanın temel önkoşulu sayıldığına inanıyordu. Eğitimin bedelinin, cehaletin ve hükümeti kurtlara bırakmanın bedeliyle karşılaştırıldığında önemsiz kaldığını öne sürüyordu. Ona göre, ülke yalnızca halk tarafından yönetildiğinde güvende olabilirdi. _Yurttaşlık görevinin bir parçası, boyun eğdirmek için verilen gözdağlarına yenik düşmemekti. Göçmenlerce edilen yurttaşlık yemininin ve öğrencilerin sürekli olarak tekrarladığı andın: "Liderlerimin bana söylediği her şeyi sorgulayacağıma söz veriyorum" gibi bir ifade içermesini dilerdim. Bu tam da Thomas Jefferson'ın vurgulamaya çalıştığı koşulu sağlayan bir söz olurdu. "Eleştirel melekelerimi kullanmaya söz veriyorum. Düşünce özgürlüğümü geliştireceğime söz veriyorum. Kendimi eğitmeye ve böylelikle kendi kararlarımı vermeye söz veriyorum." _O zamanlar ABD'nin yalnızca iki milyon yurttaşı vardı. Bugün ise aynı rakamın yüz katından söz ediyoruz. Bu durumda, o zaman Thomas Jefferson'ın kalitesinde on insan var idiyse, bugün lOx lOO= 1 000 Thomas Jefferson olmalı. Peki ama neredeler? ___ _Anayasa ve özgürlüklerin sınırı_ _Anayasa'yı cüretkar ve cesur kılan özelliklerden biri, insanlar istediği sürece hükümetin şekli de dahil olmak üzere sürekli değişime izin vermesidir. Hiç kimse hangi görüşlerin acil toplumsal gereksinimlere yanıt vereceğini önceden bilecek kadar bilge olmadığından, bu belge görüşlerin en özgür şekilde ve tümüyle ifade edilmesini güvence altına almaya çalışır. Kuşkusuz, ödenecek bir bedel vardır. Kendi görüşlerimizin bastırılması tehlikesiyle yüzleştiğimizde, çoğumuz oyumuzu ifade özgürlüğünden yana kullanırız. Öte yandan, hor gördüğümüz görüşler orada burada biraz sansürlendiğinde pek de rahatsızlık duymayız. Ancak, belli dar çerçeveler içerisinde (hakim Olivcr Wendell Holmes'un dediği gibi, kalabalık bir tiyatroda yok yere; "yangın" diye bağırarak panik yaratmak hakkı dışında) Amerika'da insanlara büyük özgürlükler tanınmıştı: _Silah koleksiyoncuları Baş hakim, Beyaz Saray Sözcüsü ya da FBI Başkanı'nın portrelerini hedef tahtası olarak kullanmakta ve öfkeli yurtseverler ABD Başkanı'nın resmini yakmakta özgürdürler. Musevi-Hıristiyan-Müslüman değerleri alaya alsalar, çoğumuz için kutsal olan her şeyi aşağılasalar bile şeytana tapanlar (eğer varsa) anayasal geçerliği olan hiçbir yasaya karşı gelmedikleri sürece dinlerinin gereklerini yerine getirmekte özgürdürler. Bir ırkın diğeri üzerindeki "üstünlüğünü" savunan sözde bilimsel bir makale ya da popüler kitap ne denli zararlı olursa olsun hükümet tarafından sansürlenemez; hatalı bir savın tedavisi görüşleri bastırmakla değil, karşılığında daha iyi bir sav geliştirmekle olanaklıdır. Birey ya da gruplar Musevi ya da Mason işbirliğinin dünyaya hakim olduğunu ya da Federal hükümetin Şeytan'la işbirliği yaptığını iddia etmekte özgürdürler. Bireyler, eğer isterlerse Adolf Hitler, Josef Stalin ve Mao Zedong gibi tartışmasız kitle katillerinin yaşamlarını ve siyasetlerini övgüyle anabilirler. Korkunç görüşler bile işitilme hakkına sahiptir. _Jefferson, Madison ve arkadaşlarının kurduğu sistem, kökenini anlamayıp onu çok farklı başka bir sistemle değiştirmek isteyenlere kendilerini ifade olanağı tanıyor. Örneğin, 1948'de Başsavcı olan Tom Clark şu sözü sarf etmişti: "ABD'nin ideolojisine inanmayanların ABD'de kalmasına izin verilmeyecektir." Ama önemli ve karakteristik bir ABD ideolojisi varsa, o da hiçbir zorlama ve yasak ideolojinin olmadığıdır. _Bir kürtaj kliniğini bombalamak suçundan tutuklanan John Brockhoeft, yazdığı "yaşam yanlısı" bültende şöyle diyordu: Ben çok dar kafalı, hoşgörüsüz, tepkici, İncil'e delicesine bağlı ve köktenci bir yobaz ve fanatiğim. ABD'nin bir zamanlar büyük bir ulus olmasının nedeni, Tanrı tarafından kutsanmasının yanı sıra doğruluk, adalet ve dar kafalılık üzerine kurulmuş olmasıdır. _Kürtaj kliniklerinin önünde barikat oluşturan bir örgüt olan "Kurtarma Operasyonu"nun kurucusu Randall Terry şöyle hitap etti: Bırakınız beyniniz hoşgörüsüzlükle yıkansın. Evet, nefret iyidir. Hedefimiz Hıristiyan bir ulustur. Tanrı bize bu ülkeyi fethetmemizi buyuruyor . . . Çoğulculuk istemiyoruz. _Bu tür görüşlerin ifadesi, yerinde bir yaklaşımla Haklar Yasası ile korunuyor (korunanlar ellerine şans geçse Haklar Yasası 'nı kaldıracak olsalar da). Hepimizin haklarının korunması, Haklar Yasası 'nı kullanarak her yurttaşa bu yasanın vazgeçilmezliğini anlatabilmemize bağlıdır. __ _Uzaylılar_ _Dışarısı hala karanlık. Gözleriniz açık yatakta yatıyorsunuz. Birdenbire her yanınızın uyuştuğunu hissediyorsunuz. Odada birileri var, biliyorsunuz. Bağırmaya çalışıyor, ama yapamıyorsunuz. Boyları bir metreden biraz uzun birkaç gri yaratık, ayak ucunuzda durmuş size bakıyor. Başları armut biçimli, saçsız ve gövdelerine göre büyük. Gözleri kocaman, ifadesiz yüzleri birbirinin aynı. Üzerlerinde uzun giysiler ve ayaklarında botlar var. Bunun bir düş olmasını diliyorsunuz. Ama görünüşe göre gerçek. Yaratıklar sizi yerinizden kaldırır kaldırmaz, beraberce yatak odanızın duvarlarından dışarı sızıyor; daire şeklinde, metalik renkli bir uzay aracına doğru havada süzülerek yol alıyorsunuz. İçeri girer girmez de sizi tıbbi inceleme bölmesine götürüyorlar. Diğerlerinin aynı, fakat biraz daha irice bir yaratık -belli ki bir tür doktor- görevi devralıyor. Sonrası daha da korkunç. Vücudunuz, özellikle de üreme organlarınız, çeşitli alet ve makinelerle incelemeye tabi tutuluyor. Erkekseniz sperm örneklerinizi alıyor; kadınsanız yumurta ya da cenininizi çıkartıyor, hatta içinize sperm yerleştiriyorlar. Kendileriyle cinsel ilişki kurmaya zorlandığınız da oluyor. Sonra başka bir odaya götürülüyor, orada yarı insan yarı uzaylı melez ceninlerle karşılaşıyorsunuz. Hepsi bittikten sonra bu suratsız gri casuslar sizi gemiden dışarı çıkarıyor ve tekrar duvarlardan sızdırarak yatağınıza geri götürüyorlar. _Kimi insanlar, çocukluklarından bu yana benzeri deneyimler yaşadıklarını söylüyorlar. Onları inceleyen ruh hekimleri ise, hepimizdekinden daha yüksek dozda bir ruhsal dengesizliğe rastlamadıklarını belirtiyorlar. Peki biri gerçek olmadığı halde uzaylı yaratıklarca kaçırıldığını neden iddia etsin? Öte yandan, gerçekten büyük bir uzaylı istilası söz konusu olabilir mi? Yoksa birçoklarının öne sürdüğü gibi, hükümet gerçeği yurttaşlarından gizlemek için söz birliği mi etmiş? Neden birkaç sperm ve yumurta çalıp genetik şifresini okuduktan sonra canlarının çektiği değişiklikleri yapıp istedikleri kadar kopya üretmiyorlar? Benzeri şikayetleri olan fakat alaya alınmaktan ya da akıl hastası sanılmaktan korkarak konuşmaktan, yardım istemekten kaçınan kişiler de olabilir. Bu çekingenliğin başka bir nedeni vardır belki de: Bu kişilerin kendileri de yaşadıklarının dışsal bir olay mı yoksa zihinsel bir durum mu olduğu konusunda emin değiller mi dersiniz? _Charles Mackay tarafından yazılmış -(Sıradışı Popüler Gerçekten Kopmalar ve Kitlelerin Çılgınlığı) kitapta, Mississippi ve Güney Denizi "Köpükleri", Hollanda lalelerine harcanan inanılmaz paralar; birçok ülkeden varlıklı kişilere oynanan oyunlar gibi, ortalığı kasıp kavurmuş ekonomik çılgınlıklar; aralarında Bay Kelly ve Dr. Dee'nin (ve bir kristalin içine bakarak ruhlar dünyası ile iletişim kuran babasının umutsuz durumundan etkilenmiş, Dee'nin sekiz yaşındaki oğlu Arthur'un) ilginç öyküsünün de bulunduğu simyacılarla ilgili öyküler; kahinlik, falcılık ve gaipten haber vermeyle ilgili trajikomik öyküler; cadılara yapılan işkenceler; perili evler; "hayranlık uyandıran büyük hırsızlar" ve daha birçok ilginç konu vardı. En eğlenceli olanı da ölümsüz değilse bile yüzyıllar yaşında olduğu söylenen St. Germain Kontu'nun öyküsü. (Yemekte Aslan Yürekli Rişar'a bir anısını anlatırken konuklardan bazıları söylediklerine inanmayınca, Kont ürkek hizmetkarına dönerek "Öyle değil mi?" diye sorar. " Unutmayınız efendim" der hizmetkar, " Ben sizin hizmetinize gireli yalnızca beş yüzyıl oluyor." "Ah, tabii ya" diye karşılık verir Kont da "bu dediğim sen gelmeden biraz daha önceydi") _Manyetizmanın hastalıkları iyileştirebildiği çok eskilerden bu yana öne sürülen dayanaksız bir savdır. Örneğin, Paracelsus, hastalıkları insan vücudundan emip yerin dibine göndermek için bir mıknatıs kullanırmış. Fakat bu alanda asıl sözünü etmeye değer kişi, Franz Mesmer'dir. "Mesmerize etmek" teriminin hipnotize etmek gibi bir anlam içerdiğini az çok bilirdim; ancak Mesmer hakkında gerçek anlamda bilgi edinmem, Mackay'i okumamla oldu. Viyanalı doktor Mesmer, gezegenlerin konumlarının insan sağlığını etkilediğine karar vermiş; elektrik ve manyetizmanın harikalarına tutulmuş; bulduklarını da, Devrim'in arifesinde gücü git gide azalmakta olan Fransız soylularıyla paylaşmıştı. _Mesmer büyük sansasyon yaratmıştı. Yöntemine "hayvan manyetizması" adını veriyordu. Ne var ki geleneksel yöntemleri tercih eden doktorlara göre, Mesmer'in yaptığı, iş ahlakına uygun değildi. Sonunda Fransız doktorlar, kral XVI. Louis'ye Mesmer'in işinden men edilmesi için baskı yaptılar. Onlara göre Mesmer, halk sağlığına yönelik bir felaketti. Bunun üzerine Fransız Bilimler Akademisi, zamanın ünlü kimyacısı Antoine La voisier ile Amerikalı diplomat ve elektrik alanında uzman Benjamin Franklin'in de aralarında bulunduğu bir kurul atadı. Kurul, Mesmer'in yönteminin geçerliğini denemek üzere bir kontrol deneyi hazırladı: Manyetizmanın etkileri hastanın bilgisi dışında denendiğinde hiçbir sonuç alınamıyordu. Kurul, söz konusu herhangi bir iyileşmenin, bütünüyle hastanın zihninde yaratıldığı sonucuna vardı. Mesmer ve yöntemini destekleyenler ise bildiklerinden şaşmamakta kararlıydılar. İçlerinden biri, daha sonra, yöntemden iyi sonuç almak için şöyle bir mantıksal yaklaşımı salık veriyordu: Bir süre için fiziğe ilişkin tüm bildiklerinizi unutun. Aklınızın itirazlarına kulaklarınızı tıkayın. Altı hafta boyunca hiçbir sonuca varmaya, akıl yürütmeye çalışmayın. Geçmiş deneyimlerinizin hepsini bir kenara bırakarak sabırla inanmayı sürdürün ve aklınızı dinlemeyin. Ve tabii, "Yaptığınızı sorgulamaya çalışan kişilerin önünde manyetizmayı asla denemeyin." _UFO_ _Aslına bakılırsa, tüm UFO görme iddiaları, masaldan ve yanılgıdan başka bir şey değildi. _Her kuşkucu bilim adamının algılayıp onaylayacağı bir sinyale rastlanamadığı sürece, ne denli çekici bir fikir olursa olsun, dünyadışı yaşama ilişkin kanıt bulmuş sayılamayız. Dünya'nın ötesinde yaşam olduğunu gösteren ciddi bir kanıta henüz rastlayabilmiş değiliz. _Ziyaret edilip edilmediğimiz konusuna benden daha fazla ilgi duyabilecek birini düşünemiyorum. Uzaylılar kısa boylu, suratsız ve cinsel saplantılı olsalar bile, eğer burada bir yerlerdelerse onları tanımak istiyorum. _UFO konusunda elimizdeki kanıtlar ne denli güçlü? "Uçan daire" tamlaması, ortaokula başladığım sıralarda ortaya çıkmıştı. Gazeteler uzaklardan gelerek göklerimizi istila etmeye başlamış gemilerle ilgili öykülerle doluydu. Birçok yıldız Güneş yaşında, hatta daha yaşlıydı; o süre içinde üzerlerinde zeki yaşam oluşabilirdi pekala. Bizden daha yaşlı, daha zeki canlılar da kendi yıldızlarından kalkıp bize gelmiş olamazlar mıydı? Neden olmasındı? Aralarında nüfuzlu kişilerin, polis memurlarının, ticari uçak pilotlarının ve askeri personelin de bulunduğu birçok insan uçan daireler görmekteydi. Üstelik, daireler radarlarla da saptanmış, hatta resimleri bile çekilmişti. Gazeteler ve dergiler uçan daire fotoğraflarıyla doluydu. Olup bitenleri, birkaç yıl sonra Life dergisi şöyle özetliyordu: "Mevcut bilimsel veriler ışığında, bu cisimlerin doğal yapılar olmadığı, yüksek zekaya sahip bir uygarlıkça üretilip işletilmiş yapay araçlar olduğu anlaşılıyor. _Üniversiteye giderken, bilimin nasıl işlediği, büyük başarısının sırları, bir savın doğruluğuna inanabilmek için kanıt ölçütlerinin nasıl zorlu olmasının gerektiği ve siyasi, dini, akademik zümrelerce tutulup desteklenen inanç sistemlerinin çoğu kez biraz hatalı olmakla kalmayıp nasıl korkunç derecede yanlış çıkabildiği konularında yavaş yavaş bilgi edinmeye başlamıştım. _"Uçan daire" teriminin ortaya çıkışı da oldukça ilginçti. Haberci Edward Murrow'un 1950'de Kenneth Arnold adlı sivil bir pilotla yaptığı röportajda, 1947 günü Rainier Dağı yakınlarında garip birtakım cisimler gören ve uçan daire teriminin türemesine yol açan Arnold, yayımlanan gazete haberleri konusunda şunları söylemiş: Gazeteler dediklerimi doğru aktarmadı. Gördüğüm cisimler azgın sulardaki tekneler gibi çırpınıyor, sağa sola savruluyor gibiydi. Nasıl uçtuklarını betimlerken de, daire şekilli bir cismi alıp suyun üzerinden fırlatırcasına uçtuklarını söyledim. Cisimlerin daire şeklinde olduğunu söylediğimi yazdılar; oysa ben cisimlerin dairesel tabaklar gibi devindiğini söylemiştim. Murrow, yaptığı röportajı şöyle özetliyordu: "Bu tarihi bir hataydı. Bay Arnold'un yaptığı asıl açıklama unutulurken, 'uçan daire' de günlük yaşamda kullanılan terimler arasına girdi. _"UFO olarak tanımlanan bazı cisimlerin, yeni tür uçak, aydınlatması farklı eski tür uçak, yüksek irtifada seyreden balon, ışıklı böcekler, farklı atmosfer koşulları nedeniyle normalden farklı görünen gezegenler, göz yanılgıları, merceksi bulutlar, yıldırımlar meteorlar, yapay uydular veya atmosfere giren roketler olduğu anlaşıldı. Kimi cisimlerin de atmosfere girerken yok olan küçük kuyruklu yıldızlar olduğu düşünülebilir. En azından bazı radar raporları, atmosferdeki sıcaklık terselmelerine bağlı olarak kavisli yollar izleyen radyo dalgaları kaynaklıydı. Bunlara, varmış gibi görünen fakat aslında olmayan cisimler anlamında radar "melekleri" de eleniyor. Bir futbol maçı sırasında binlerce insan tarafından görülen UFO'nun, bir üniversite öğrenci kulübünün şaka amacıyla tasarladığı karton, mum ve kuru temizleme torbasından yapılmış ilkel bir sıcak hava balonu olduğu anlaşılmıştı. Bulunduğu söylenen uçan daire enkazının (içinde kusursuz diş yapısına sahip küçük uzaylı cesetlerinin bulunduğu) ise düpedüz bir aldatmaca olduğu ortaya çıkmıştı. Variety dergisinin yazarlarından Frank Scully, petrolcü bir arkadaşının kendisine anlattığını söylediği bir öyküyü dergide yayımladı. Öyküye göre, üç uçan daire enkazından birinde, her biri bir metre boylarında on altı Venüslü'nün cesedi bulunmuştu. Ordu olayı gizliyordu. Oysa her şey çok açıktı. Öyküyü kurgulayan düzenbazlar, altın ve petrol bulmak için radyo dalgalarını kullandığını söyleyen Silas Newton. Sonunda, konuya ilgili biri el çabukluğuyla dişliyi ele geçirmeyi başardığında, yapılan laboratuvar incelemelerinde UFO dişlisinin tencerelerde kullanılan alüminyumdan yapılma olduğu çıktı ortaya. Uçan daire enkazı, Newton ve GeBauer'in değersiz petrol yatakları satmak ve sahte düzenekler üretmekle geçen çeyrek yüzyıllık dolandırıcılık tarihlerinde küçük bir bölümü oluşturuyordu. İkili, 1952 yılında FBI tarafından tutuklandı ve ertesi yıl da düzenbazlık suçundan hüküm giydi. _l957'de, Dünya yörüngesine giren ilk yapay uydu olan Sputnik fırlatıldı. Sputnik'e basında da fazlaca yer verilmesinin UFO kayıtlarını kabartmakta rol oynadığı çok açık. Belki de insanlar geceleri gökyüzüne daha fazla bakmaya başlamış ve anlam veremedikleri doğal olayları UFO olarak rapor etmişlerdi. _Uçan daire kavramı aslında daha da eskilere, Richard Shaver (Lemuria'yı Anımsıyorum! ) isimli romana değin uzanıyor. Roman, çocukluğumda bir solukta yutarcasına okumaya bayıldığım türdendi. Kitaptan öğrendiğime göre, bugün kayıp kıtalar, 150 000 yıl önce yer altında yaşayan, insanların çektiği sıkıntılardan ve şeytansı işlerden sorumlu kötü ruhlu bir ırkın ortaya çıkması üzerine uzaylılar tarafından kurulmuşlardı. Derginin yazı işleri müdürü -sözünü ettiği yer altı yaratıkları gibi 1,20 metre boylarındaki- Ray Palmer, Arnold'un rapor ettiği olaydan çok önce, Dünya'nın disk biçimli uzaylı araçlarca ziyaret edildiği ve hükümetin uzaylılarla suç ortaklığı yaparak bu durumu gizlediği yolunda haberler yazıyordu. Birçok olayın kaynağının da aldatmaca, şaka, sanrı görme, doğal olayları yanlış anlama, kanıt olarak öne sürülen umut ve korkular, kimi kez de ilgi, ün ve talih avcılığı olduğu anlaşılmıştı. _Son söz_ _Cornell Üniversitesi'nde uzun yıllar boyunca Eleştirel Düşünme Son Sınıf Dersi'ni vermekten büyük keyif aldım. Öğrenciler kendileri için duygusal önem taşıyan, son derece çekişmeli toplumsal konular seçiyor ve ikili gruplara ayrılarak, dönem sonu sözlü görüş çekişmeleri oturumuna hazırlanıyorlar. Oturumdan birkaç hafta önce, her birinin, muhalifinin görüşünü muhalifin de yeterli bulup "Evet, bu benim görüşlerimin adil bir sunumu" diyeceği bir şekilde sunmakla yükümlü oldukları kendilerine bildiriliyor. Ortaklaşa yazılı tartışmada, farklılıklarını ve tartışmanın karşıt görüşü anlamada kendilerine nasıl yardımcı olduğunu keşfediyorlar. _Gazete okuyucularından aldığım mektuplardan yaptığım bazı alıntılar, kanımca, ABD yurttaşlarının nabzını yansıtan örnekler sağladı. _Kalıtsal Determinizm_ _Ulusal Sağlık Enstitüsü'nün "kalıtsal determinizm"in etik, yasal ve toplumsal çağrışımlarıyla ilgili bir kurulunun üyelerince eleştirildi. Üyeler eleştirilerinde, (l) zekada kalıtsal özelliklerden başka çevresel unsurların da etkili olduğunu; (2) yüksek derecede kalıtsal özelliklerin bile çevreden büyük ölçüde etkilenebildiğini; (?) zeka gibi karmaşık özelliklerin kalıtsallığının önceden kestirilemez olduğunu vurguladılar. __ _Carl Sagan hakkında: _Hiç kimse bilimin merak, heyecan ve coşkusunu geniş kitlelere aktarmada Cari Sagan ve az sayıda diğer bilim adamı kadar büyük başarı göstermemiştir. Sagan'ın milyonların düş gücünü yakalama ve zor kavramları anlaşılır terimlerle açıklama yetisi çok parlak bir kazanımdır. Sagan, bir süre önce Ulusal Bilimler Akademisi'nin en önemli ödülü olan Toplumsal Refah Madalyası'na layık görülmüştü: (Pulitzer Ödülü, Amerika'da en büyük ve saygın ödül kabul edilir. 19. yüzyılda Musevi kökenli Macar asıllı Joseph Pulitzer adlı bir gazeteci tarafından kuruldu.) _Kanada'nın Queens Üniversitesi, Dr. Sagan'a yirmi ikinci onur derecesini sunarken şu yorumda bulunmuştu: "Cari Sagan hayranlık uyandıracak denli yetenekli bir gökbilimci ve yaşayan en iyi yazınsal üsluba sahip bilim yazarıdır. Okuyucular olarak, zekamıza ve ilgimize olan kesin güvenini, aydınlatıcı bakışını ve hoş nükteciliğini takdirle karşılıyoruz. Bir bilimciler topluluğu olarak yaşamının özüne yerleştirip öğrettiği ikiz düşünceler peşindeki amansız takibine hayranlık duyuyoruz: Ona göre 'Bilim asla tamamlanmamıştır' ve 'Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız.' _Karşıt görüştekilere karşı her zaman düşünceli bir yaklaşım benimsedi; bir tartışmacı olarak entelektüel ve ahlaklı bir düzey yerleştirmeye çalıştı; halkın bu önemli konulardaki bilincini büyük ölçüde geliştirdi. Sagan, halkın ilgisini silahlanma yarışı, sera etkisi, ozon tabakası gibi çevreyle ilgili bilimsel içerikli önemli ulusal siyasi konulara çekmede bilim adamlarının sorumluluğunu vurguladı. __ Önsöz_Prof. Tosun Terzioğlu _Radyo yayını, astronot Armstrong'un Ay'a inen modülden çıkıp Ay'da yürümeye başlamasıyla bitti. Radyo başında tarihsel bir olayın tanıkları olmuştuk. Armstrong'un o gün Ay'da yürümesi yıllarca süren bir projenin son halkasıydı. İnsanlı ve insansız uzay araçları tasarlanmış, yapılmış, denenmişti. Değişik roketler, kontrol ve haberleşme sistemleri geliştirilmiş, astronotlar Ay'a iniş ve Ay'da yürüyüş için yıllarca eğitilmişti. _Copernicus'un Güneş sistemi modelini inceleyen ve Brahe'nin gözlemlerini kullanan Kepler, kendi adıyla anılan yasaları bulmasaydı, Newton yer çekimi yasasını ortaya koymasaydı ve Einstein bu yasayı çok yüksek hızlar için geçerli hale getirmeseydi, milyarlarca dolara mal olan teknolojik gelişmeler, uzay araçları, roketler ve Ay modülleri olmazdı. Bilimin birikimsel olduğunu Armstrong da biliyordu ki, Ay'a ilk adımını atarken "Bir insan için küçük bir adım; ama insanlık için dev bir sıçrama," dedi. İnsanlık bu listedeki buluşlara sahip olmasaydı, Dünya'dan Ay'a yaklaşık 384 000 kilometre süren uçuşun sonunda 1969'da Armstrong o küçük adımı hiçbir zaman atamazdı. Yaşadığımız çağda bilimin ve teknolojinin nimetlerinden giderek daha çok yararlanıyoruz. Artık çiçek, çocuk felci, verem ve sıtma gibi birçok hastalıktan korkmuyoruz. Dünya kupası maçlarını evimizde televizyondan anında seyredebiliyor, küçük bir cep telefonuyla kıtalararası konuşmalar yapabiliyoruz. İnternet yaşamımıza her gün daha fazla giriyor. Ulaşımda öyle gelişmeler yaşadık ki, yerküremiz adeta küçüldü. Ancak tüm bu gelişmelerin bir de karanlık yüzü var. Özellikle bu yüzyılda öylesine etkili silahlar yarattık ki, dünyadaki yaşamı sona erdirebilecek güce sahip olduk. Bir de daha yapamadıklarımız var. Depremlerin nerede, ne zaman ve ne şiddette olacağını öngöremiyoruz. Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Doğanın tam anlayamadığımız pek çok yönü var. _Bugünkü uygarlığımızın temelidir bilim. Ama bize böylesine güç katan bilimi, bilimsel düşünce biçimini ve bilimsel yöntemleri bilmeyen, öğrenmeye gerek duymayan, hatta bilime düşman olan insanların çokluğu şaşırtıcı, dahası korkutucudur. _Depremden birkaç gün sonra, ünlü bir yorumcumuz, bilim adamlarımızın bu çalışmalarına değinerek çabalarının gereksiz olduğunu, kendisinin yıkılan binaların fotoğraflarına baktığında hasarın inşaat sırasında eksik malzeme kullanımından meydana geldiğini hemen anladığını söyledi. Bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir ülkesinde bu TV yorumcumuzun müthiş yeteneğine sahip bir mühendis, bir bilim adamı yok! _ANLAMAK. Değerli matematikçimiz Cahit Arf, bilimin amacını işte böyle tanımlıyordu. Her bilimsel buluş, her bilimsel kuram, her yeni matematik teoremi sorgulanmaya, sınanmaya ve geliştirilmeye açıktır. Ama bu sorgulanma ve sınanma da bilime dayalı olarak yapılmalıdır. Ancak o zaman bir anlam kazanır. _Evrim kuramı, masonların bir komplosu olarak gösterilmeye çalışılıyor. Oysa her bilimsel kuram gibi evrim kuramı da yeni bilimsel araştırmalarla değiştirilmeye, sınanmaya, geliştirilmeye ve hatta çürütülmeye açıktır. Eğer bir gün araştırmalar sonucunda evrim kuramının yerine doğayı, canlılığı ve yaşamı daha iyi açıklayabilen yeni bir bilimsel kuram geliştirilirse, evrim kuramını bugün derslerinde okutan bilim adamları ister istemez bu yeni kuramı benimseyecekler ve artık onu anlatmaya başlayacaklar. Ama araştırmacılar o zaman da durmayacak. Yeni kuram, başka bilimsel araştırmalarla da sürekli sorgulanacak, sınanacak ve geliştirilecektir. Bilimsel kuramları, bilimi ve bilimsel yöntemleri dışlayarak tartışırsak, demagoji batağına saplanırız. Çevremizde komploların olduğunu düşünür, cadılar, eciş bücüşler görmeye başlarız. _Işık hızı, ışık yılı gibi kavramlar, Cari Sagan'ın bu kitabında sözü edilen Maxwell denklemleri sayesinde sahip olunduğu, sınırlarının da gene bu denklemlerle ifade edilen doğa yasalarıyla belirlenmiş olduğuydu. _Japonya, sürekli yeni bilim müzeleri ve merkezleri kuruyor. Bilimi her düzeyde anlaşılır hale getirmeye çalışan kitaplar, bilimi açıklayan ve sevdiren bilim müzeleri, iyi ve doğru hazırlanmış bilimsel içerikli TV programları, belgeseller. Bunların hepsi karanlığı aydınlatmaya çalışan birer mum, birer ışık kaynağı. Gelin bizler de bu kaynaklardan yararlanalım. Hatta yararlanmakla da yetinmeyelim, "Bir mum da ben nasıl yakabilirim" diye düşünelim. __
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.