Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_İnsanın varlığı sırlarla kuşatılmıştır. Bizim dar bilgimiz ve tecrübemiz sınırsız denizlerde bir küçük adadır sadece. _Birçok gerçek vardır ki insanın, kendi başından geçip de kafasına dank etmedikçe, bunların tam manalarını anlaması olanaksızdır. _Bilgelik, aklın yolundan ayrılmayan, yeniliğe açık ve her türlü farklı bakış açılarına karşı anlayışlı olup onlardan faydalananların özelliğidir. Böyle bir kişinin, bu yoldan geçmemiş bağnaz kalabalıklardan çok daha üstün olduğunu düşünmeye hakkı vardır. Bilgelik sınavından geçmemiş kişiler, yanılmazlık taslarlar. Yanılmazlık taslama, kanıtsız ve tartışmasız şekilde düşüncelerinin kesin doğru olduğunu iddia etme bağnazlığıdır ve bu bağnazlar yanlış düşüncelerinden asla vazgeçmezler çünkü bu çağın insanları, düşüncelerinin doğru olmasından çok, asıl o düşünceler olmazsa ne yapacaklarını bilmediklerinden emindirler. Düşüncelerine bağlılıkları doğruluktan değil, geleneksel alışkanlık ve menfaatleri gereğidir. Örneğin dini düşünce. Ama gerçeğe aykırı hiçbir düşünce, gerçekten yararlı olamaz. Hiç tartışılmadan kabul edilmiş o düşünceler, kalbimize seslenen bütün diğer etkilere karşı kabuk bağlamış ve taş kesilmiş bir hale koyar. Gücünü yalnız anlayışımıza hiçbir yeni ve canlı inancın girmesine tahammül etmemekte gösterir; fakat kendisi de, kafa ve yürek içirı, hep boş kalsınlar diye başlarında nöbet beklemekten başka hiçbir şey yapmaz artık. _İnsan uslamlamasının bütün gücü ve değeri, tek bir özelliğe, yani yanlış olduğu zaman düzeltilebilmesine bağlı olduğundan, ona ancak onu düzeltme çareleri devamlı olarak elde bulundurulduğu zaman güven beslenebilir. Bir düşünür olarak ilk görevinin, kendisini hangi sonuçlara ulaştırırsa ulaştırsın, aklın izinden ayrılmamak olduğunu kabullenmeyen hiç kimse, büyük bir düşünür olamaz. Bir insan bir konunun tamamını bilmeye yaklaşmasının tek yolunun, her türlü farklı görüşe sahip insanları dinlenmek, her türden zihnin bu konuya bakış biçimlerinin tümünü incelemektir. _Açık olmayan herhangi bir konuda, onu usa vurabilecek yetenekte bir kişiye karşılık bu yetenekten yoksun 99 kişi vardır; 100’üncü şahsın yeteneği de salt görelidir, çünkü geçmişteki her kuşağın seçkin insanlarının çoğunluğu, şimdi yanlış olduğu bilinen birçok düşünceyi tutmuşlardır. Kimsenin haklı gösteremeyeceği birçok şeyleri yapmışlar veya onaylamışlardır. _Hiçbir kanıt gerektirmeyecek kadar açıktır ki, bireyler kadar çağlar da yanılmaz değildir; her çağın tuttuğu düşüncelerden birçoğunu sonraki çağlar yalnız yanlış değil, aynı zamanda saçma saymışlardır; bir zamanlar genel olan birçok düşünceyi günümüz nasıl kabul etmiyorsa, şimdi genel olan düşünceleri de gelecek çağların kabul etmeyeceği aynı derecede kesindir. _Önceden doğru diye kabul edilen düşüncenin yanlış ve bunun sonucu olarak da başka bir düşüncenin doğru olabileceğini; ya da, önceden doğru kabul edilen düşüncenin doğru olduğuna bakılarak, onun doğruluğunun açıkça anlaşılması ve derinden duyulması için karşısındaki yanılgıyla çarpışmasının zorunlu bulunduğunu göz önünde tuttuk. Fakat bunların ikisinden de daha çok rastlanan bir durun vardır ki bu da, çarpışan öğretilerden biri doğru, diğeri yanlış olacak yerde, gerçeğin, kısmen bunların birinde, kısmen de ötekinde olması; önceden doğru sayılan öğretinin içinde yalnız bir kısmı bulunan gerçeğin, geriye kalan öbür kısmını elde etmek için de karşıt düşünceye gerek duyulması halidir. _Ortaya kanıtlanmış gerçekler koymaksızın teorideki zaafları ya da uygulamadaki yanılgıları gösteren olumsuz mantığı kötülemek, zamanın modası olmuştur. _Tüm düşüncelerin özgürce dile getirilmesinin yasak olduğu yerlerde, dar kapasiteli insanların ciddiye aldıkları her gerçeğin, dünyada ondan başka gerçek yokmuş gibi öne sürüleceği kesindir. _Dogma; boş ve saçma fakat yürekten hissedilen bir inancın, akıl yolundan gelişmesini engelleyen, özünü yok eden ve sadece biçimsel olarak var olmasını sağlayan şeydir. Fikirler tartışılmazsa dogma halini alır. _Tutkulu partizanların ve bağnaz mezhepçilerin tek taraflı görüşleri, özgür tartışmayla giderilmez, aksine daha alevlenip şiddetlendikleri bir gerçektir; çünkü, görülmüş olması gereken, fakat görülmemiş olan gerçek, salt karşıt sayılan kişiler tarafından ilan edildiği için daha şiddetle reddedilir. İnsanlar her iki tarafı dinlemeye zorlandıkça her zaman umut vardır; yalnız bir tarafa kulak verdikleri zaman yanılgılar birer önyargı haline dönüşür; gerçek de abartıla abartıla batıl haline gelerek, artık gerçek etkisine sahip olmaktan çıkar. _Bir düşünceden daha önemli olan şey onun ifade ediliş biçimidir. Doğru bir düşünce, yanlış bir üslüpla tüm doğruluğunu yitirebilir. Karşıt düşünceler kendilerini, ancak çok ölçülü ve ılımlı bir dil kullanarak ve gereksiz saldırıdan olabildiğince dikkatle kaçınarak dinletebilirler. _Korkunç olan kötülük, gerçeğin parçaları arasındaki şiddetli çarpışma değil, gerçeğin yarısının sessiz sedasız ortadan kaldınlmasıdır. _Haklarında en fazla güvenceye sahip olduğumuz inançların, herkesi onların asılsız olduklarını kanıtlamaya durmaksızın çağrıdan başka bel bağlayabilecekleri hiçbir koruyucu şey yoktur. _İnsanoğlunun düşünüşünde tek yanlılık daima kural, çok yanlılıksa ayrıntı olagelmiş bulunduğundan, şimdiye dek en sık rastlanandır. Bundan ötürü düşünce devrimlerinde bile, çoğu kez gerçeğin bir kısmı doğarken bir kısmı da batar. İlerleme bile, çoğunlukla sadece, kısmi ve eksik bir gerçeğin yerine bir başkasını koyar. _Şimdiki zamanda dini uyanış diye övünülen şey, dar ve kültürsüz kafalarda dinsel bağnazlığın yeniden uyanmasıdır. _Bazı düşünceler, kendi kendini yok eden, kendi temelini yıkan düşüncelerdir. Örneğin ateistlerin ahlaksız olduklarına dair düşünce böyledir ama tüm çağlar boyunca ateistler, en şerefli insanlar olarak kaydedilmişlerdir. Bu düşünce sadece bir kin nişanesi, zulüm kalıntısı ve zayıflık örneğidir. Bu zayıf!ık onlara, artık bir ilkeyi fiilen uygulamaya koymak isteyecek kadar güçlü olmadıkları zaman onu yine dillerinden düşürmemekten, boş bir zevk aldırır. _Hristiyanlık, hor görülen Yahudilerin silik bir mezhebidir, tıpkı islam gibi. Eski Ahit, ilkel ve barbar bir halk için hazırlanmış bir sistemdir ve Hristiyanlık da buna bir tepkidir ve İsa'nın değil, Katolik kilisesinin eseridir. _Ahlak, dinden değil insanlıktan çıkmalıdır. Düşünceyi ve duyguları yalnız dini olan bir örneğe göre kalıba dökmeye kalkışmakla; aşağı, iğrenç, kölelere yaraşır bir karakter örneği meydana gelecektir. Yüksek yaşamsal konularda, doğru diye kabul edilen ilkelerin bazıları hiç de gerçek değildir. _“Resmi bir makam için vasıflı biri varken oraya vasıfsızı atayan bir hükümdar, Allaha ve Devlete karşı günah işlemiş olur” kuralını, Yeni Ahitte değil Kuranda buluruz. _Eğer Hristiyanlar, Hristiyanlığa karşı adil olmayı, inanmayanlara öğretmek isterlerse, kendileri de inançsızlığa karşı adil olmalıdırlar. ___ _Özgürlük öğretisi, yetilerinde medenileşmiş olan insanlara uygulanmak üzere ortaya atılmıştır. Henüz başkaları tarafından gözetilmeye gereksinimi olanların, başkalarından gelecek zararlara olduğu kadar, bizzat kendi eylemlerine karşı da korunmalan gereklidir. _Düşünce özgürlüğü ile düşündüğünü söyleme özgürlüğü farklı şeylerdir ve insanlığın düşünsel ve diğer tüm mutlulukları buna bağlıdır. Yasaktan en çok zarar gören, aykırıların düşünceleri değildir. Yapılan en büyük zarar, aykırı olmayanlara ve aykırılık korkusuyla tüm düşünsel gelişmelerine tutukluk ve akıllarına yılgınlık gelen kimseleredir. Parlak bir geleceğe aday olup da, kendilerini dinsiz ya da töresiz sayılabilecekleri bir duruma düşürebilir korkusuyla atılgan, güçlü ve bağımsız bir düşünce silsilesini sonuna dek izlemeye cesaret edemeyen ürkek yapılı bir yığın aydın arasında dünyanın neler yitirmekte olduğunu kim hesap edebilir? Susturamadıkları beyinleriyle tüm bir yaşamlarını safsata yapmakla geçirirler. _Doğal olmayanın genellikle sadece alışılmış dışı olması ve alışılmış olan her şeyin doğal görünüyor olması ne kadar da doğrudur? İnsanlar, alışmış oldukları gerçekliği doğal görmeye eğilimlidirler. Bağımlılığın, kadınlar dahil tüm insanlara “doğal” görünmesi ise bu gerçekliğin salt var oluşundan kaynaklanır. Ataerkil toplum için geçerli olan bu aynı “doğallık” durumu, yakın zamana kadar “kölelik”, “mutlak monarşi” ve “aristokratik despotizm” için de geçerliydi. _Bir kimse başkalarına yalnız eylemleriyle değil eylemsizliğiyle de kötülük edebilir ve her iki halde de o zarardan dolayı haklı olarak sorumludur. _Kendisini ilgilendiren hiç bir meselede, işlerinin yönetimini daha az bilgi ve zeka sahibi biri yerine bunlara daha fazla sahip olan birisine bırakmayacak bir kimse yoktur. _İyi amaçlar için bile olsa, adamlarını kendi eline eslek bir alet olsun diye cüceleştiren bir devlet, işin sonunda küçük adamlar ile büyük hiçbir şeyin başarılamayacağını anlayacak; her şeyi ona feda ettiği makine kusursuzluğunun kendisine sonunda hiçbir şey sağlamadığını ve bunun da, makine daha iyi işlesin diye uzaklaştırmaya bakmış bulunduğu yaşamsal gücün yokluğundan kaynaklandığını ayrımsayacaktır. _Seçim ve temsile dayalı yönetim, halkın haklarına dayanırken, soya dayalı yönetim gaspa dayanmaktadır. T. Paine _Bir tek kişi dışarıda kalacak şekilde tüm insanlık bir düşüncede ve bu tek kişi başka bir düşüncede olsalardı, insanlık bu tek kişiyi susturmak hususunda, eğer gücü olsaydı, bu tek kişinin tüm insanlığı susturmasından daha haklı bir konumda olmazdı. _İnsanlık, herkesin özgürce yaşamasına tahammül gösterdiği zaman, kişileri başkalarına hoş gelecek şekilde yaşamaya zorladığından daha büyük kazanç elde eder. _Şimdiye dek bilimin gelişiminde güdülen en yüksek amaç ve bundan beklenen en iyi sonuç, bütün önemli gerçekleri kabul konusunda tüm insanlığı gittikçe daha çok birleştirmektir, diye düşünülmüştür. İnsanlığın mutluluğunu artık tartışmalı olmama noktasına ulaşmış bulunan gerçeklerin sayısı ve ağırlığıyla ölçmek de mümkündür. _Karakter üzerinde kaba kuvvet yasasının izlerini silmek ve yerine adaletin yasalarının egemenliğini koymak için eğitim ve uygarlığın tüm çabaları düşmanın kalesine saldırmadıkça, yüzeyde kalacaktır. _Entelektüel ve estetik hazlar, bedensel/fiziksel hazlardan daha üstündür. _İktidarı sınırlama, çıkarları halkın çıkarlarına zıt olan yönetenlere karşı bir önlemdi. _Bizim salt toplumsal hoşgörüsüzlüğümüz kimseyi öldürmez, hiçbir fikri kökünden sökmez, ancak insanları, o düşünceleri gizlemeye ya da onları yaymak konusunda herhangi bir etkin çaba sarfından kaçınmaya yöneltir. _İnsanın laneti ve yaşadığı tüm trajedilerin sebebi, onun muazzam inanılmaza inanabilme kapasitesidir. _Yanlış düşünceler, yanlış eğilimler olay ve kanıtın karşısında zamanla teslim olurlar; ama anlak üzerinde herhangi bir etki oluşturmaları için, olay ve kanıtların algılanması gerekir. _Cehaletin başlıca nedenlerinden biri, çok şey bildiğine inanmaktır. _Toplum, aklınca herkesi kerdi toplumsal mükemmellik anlayışına olduğu kadar, bireysel mükemmellik anlayışına da zorla uydurmaya çaba göstermiştir. _Kulluk, tam anlamıyla içten gelen nefret duygularına neden olmuştur. İnsanlara sihirbazları yaktırmıştır. İnsanlar devlet adamlarına veya tanrıya kulluk ederler. _Dini inanç, ahlaki duygu denen şeyin yanılabilirliğinin en göze çarpar örneğidir. Çünkü, samimi bir bağnazın gözünde, en kuşku götürmez duygu hallerinden biridir. _Saldırıya uğrayan hükümet, kendi varlığına karşı yöneltilmiş olan saldırıdan, öz varlığı korumak hakkını kullanarak yasal bir biçimde cezalandırılabilir. _Halk denen, birkaç akıllıyla birçok akılsızdan oluşan karışık topluluktur. _Alem, her bireye göre, kendisinin temasta bulunduğu kesimdir ve kişilerin düşünceleri alemin yanılmazlığına dayanır. Her alemin düşünceleri farklı olabilir. Ayrı düşüncede olan başka insanların alemlerinin tam karşısında olmanın sorumluluğunu kendi aleminin omzuna bırakır. _Herhangi bir düşünceyi savunmak, o düşünceye sağlayabileceği yarar ne olursa olsun, hemen hemen yalnız doğruluğu kabul edilmiş sayılan düşüncelerin sayısını arttırır. ************ _Bilgelik_ _Bilgeliği elde etmenin yolu nedir ve uslamlaması gerçekten güven verici olan herhangi bir kişinin uslamlaması bu hale nasıl gelmiştir? Gelmiştir, çünkü o kimse kendi düşüncelerinin ve davranış biçiminin eleştirilmesine karşı anlayışını açık tutmuştur. Çünkü kendisine karşı söylenebilecek bütün şeyleri dinlemeyi, onlardan doğru olduğu oranda yararlanmayı ve yanlış olan şeyin yanlışlığını kendine, fırsat düştükçe de başkalarına açıklamayı alışkanlık edinmiştir. Çünkü o, insanın bir konunun tamamını bilmeyi az çok yaklaşabilmesinin tek yolunun o konu üzerinde türlü türlü düşüncelere sahip kimselerin söyleyebileceklerini dinlemek, her anlayıştaki insanların o konuya, mümkün olan bütün bakış biçimleri üzerinde durmak olduğunu hissetmiştir. Hiçbir bilge, bilgeliğini başka türlü elde etmemiştir, ancak böyle elde etmiştir; başka herhangi bir yolla bilgeleşmek de insan aklının doğasında yoktur. Kendi düşüncelerini başkalarınınkilerle karşılaştırıp düzeltme ve tamamlama alışkanlığı, o düşünceyi uygulamaya koymada duraksamayı gerektirmek şöyle dursun, ona haklı bir güven beslemek için dayanılacak biricik sağlam temeldir; çünkü, kendisine karşı söylenebilecek olan şeyleri, hiç değilse açıkça söylenebilerleri öğrenmiştir; bütün yadsınanlara karşı durumunu almıştır; itirazlardan ve güçlüklerden kaçacak yerde onları aramış olduğunu; herhangi bir taraftan konunun üzerine salınabilecek hiçbir ışığa da perde çekmemiş olduğunu bilir. Bunlardan ötürü de o insanın, kendi uslanılamasının, böyle bir pratikten geçmemiş olan herhangi bir kişinin veya herhangi bir kalabalığın uslamlamasından daha iyi olduğunu düşünmeye hakkı vardır. _Bütün insanlar aynı düşüncede olsalar ve yalnız bir kişi karşıt düşüncede olsa, nasıl bu kişinin elinde güç oiduğu takdirde, insanlan susturmaya hakkı yoksa, insanların da bu tek kişiyi susturmaya daha fazla hakları yoktur. Bir düşüncenin susturulmasındaki asıl kötülük, onun insan soyuna karşı da bir haydutluk olması; o düşünceye taraftar olanlardan daha da fazla, o düşünceye katılmayanlara karşı bir soygunculuk olmasıdır. Eğer düşünce doğruysa insanlar yanlış olanı doğru olanla değiştirmek olanağından yoksun bırakılırlar; eğer yanlışsa, onlar hemen hemen aynı derecede büyük bir yararı, yani gerçeğin haksızlıkla çarpışması sonucunda onun daha açık olarak anlaşılmasını ve daha canlı bir etki yaratmasını elden kaçırmış olurlar. Boğmaya çalıştığımız düşüncenin yanlış bir düşünce olduğundan hiçbir zaman emin olamayız; bundan emin olsak bile, onu boğmak gene de kötü olurdu. Her tartışmayı susturma, bir yanılmazlık taslamadır. _Bir düşüncenin çürütülememiş bulunmasından dolayı doğru olduğunu varsaymakla, onun çürütülmesine izin vermemek amacıyla onun doğruluğunu kabul etmek arasında çok büyük fark vardır. Eyleme koymak için bizim bir düşüncenin doğru olduğunu varsaymamızı haklı kılan esas koşul, başkalarının bizim düşüncemizin aksini söylemek ve onun yanlışlığını kanıtlamak bakımlarından tam özgürlüğe sahip bulunmalarıdır; bundan başka bir koşul altında insani özellikleri olan bir yaratığın elinde haklı olduğuna dair akla uygun herhangi bir güvence yoktur. _Yanılmazlık taslama dediğim şey, bir öğretiden emin olma hali değildir. O sorunu başkaları için, hem de onların aleyhte söylenebilecek şeyleri duymalarına izin vermeksizin, karara bağlamaya girişmektir. Bir kimse, kendi ülkesinin veya çağdaşlarının genel uslamlamasının desteğine sahip olan bu şahsi uslamlamaya uyarak, o düşüncenin lehindeki kanıtların dinlenmesini yasaklarsa. yanılmazlık taslamış olur. Bu iddiayı -benim en kutsal düşüncelerimin yararına da ileri sürülse- yine kabul etmem, tamamen reddederim. Bir kuşağın insanları sonraki kuşaklarda hayret ve nefret uyandıran o korkunç yanılgıları tamamiyle işte bu koşullarda işlemişlerdir. Tarihin unutulmaz örneklerini yasanın kolunun en seçkin insanların kafalarını koparmak ve en yüce öğretileri kökünden sökmek için kullanıldığı zamanlarda buluyoruz. Bir tanrıya inanma, sizin, ondan emin olmanın yanılmazlık taslama olacağını saydığınız düşüncelerden biri midir? _Bu çağın insanları, düşüncelerinin doğru olmasından çok, asıl o düşünceler olmazsa ne yapacaklarını bilmediklerinden emindirler. Bir düşüncenin bütün saldırılardan korunması iddiaları, o düşüncenin doğruluğundan çok onun toplum için olan yararına ve önemine dayanmaktadır. Sık sık ortaya atılan ve daha da sık olmak üzere düşünülen bir konu da, bu sağlam inançtan ancak kötü insanları zaafa uğratmak isteyebilecekleridir; kötü insanlara sınırlar koymakta ve yalnız bu gibi insanların yapmak isteyebilecekleri şeyleri yasak etmekte kesinlikle yanlış bir yön olamayacağı düşünülür. Bu düşünce biçimi, tartışmaya sınırlar konmasını haklı gösteren nedeni, öğretilerin doğruluğu değil yararlılığı sorunu haline sokar; böylelikle de düşünceler arasında yanılmaz hakimlik yapmak iddiasının sorumluluğundan kurtulduğunu sanır. _Bir düşüncenin doğruluğu, onun yararlılığının bir parçasıdır. Bir önermeye inanılmasının arzuya değer olup olmadığını anlamak istediğimizde, onun doğru olup olmadığını düşünce dışı bırakmamız mümkün müdür? Gerçeğe aykırı olan hiçbir düşünce, kötü adamların değil, en iyi insanların düşündüklerine göre, gerçekten yararlı olamaz. Söz götürmez doğrulukta diye kabul edilen düşüncelerin tarafını tutanlar, hiçbir zaman bu savunmadan olabildiğince yararlanmaktan geri durmazlar; onların yararlılık sorununu sanki doğruluk sorunundan ayrılabilirmiş gibi ele aldıklarını görmezsiniz; aksine her şeyden önce onların öğretisi «:gerçek» olduğu içindir ki onun doğru kabul edilmesi ya da ona inanılması bu kadar çok gerekli sayılıyor. ****** *_Gerçekten daha üstün bir gerçek_ _Gerçekten daha üstün bir gerçek var olduğu takdirde, insanın aklı onu alabilecek duruma geldiği gün onun da bulunacağını umut edebiliriz. Arada geçecek zaman süresince de gerçeğe yaklaşmanın kendi zamanımızda mümkün olan kadarını elde etmiş olduğumuza güvenebiliriz. Yanılabilir bir yaratığın elde edebileceği işte bu kadardır ve onu elde etmenin tek yolu budur. _Gerçek ancak karşıt düşüncelerin çarpışması sonucu tam gerçek olur. _Bizler kendi fikirlerimizin doğruluğundan emin olamayacağımız için, bir fikri susturduğumuzda gerçeği keşfetme şansı yitirilebilecektir. Aynı zamanda bir fikri susturmak, yanılmazlığımızı var saymaktır. İkinci olarak susturulan fikir gerçeğin bir parçası olabilir. Her bir görüş gerçeğin bir yönünü ifade etmektedir ve farklı görüşlerin çatışması tüm gerçeğin keşfedilmesi ihtimalini doğurur. Farklı fikirler susturulmamalı çünkü hâkim bir görüşe karşı herhangi bir karşıtlık olmadığında, bu belli açılardan zararlar da getirecektir. Herhangi bir tartışmanın olmayışı nedeniyle öne sürülmüş görüş, bir dogma halini alacak ve bireylerin eylemlerini etkilemedeki güç ve canlılığını yitirecektir. Dahası bu, içten gelen yeni fikirlerin gelişimine de engel olacaktır. _Gerekçelerle desteklenmeyen bir davranış kuralı üzerine bir fikir, yalnız bir tek kişinin tercihi sayılabilir; gösterildiği zaman da, eğer bu sebepler başka kimselerin buna benzer tercihlerinin tanık gösterilmesinden ibaretse, bu yine, bir kişinin yerine, sadece birçok kişinin arzusu olur. _Önceden doğru diye kabul edilen bir düşünceye karşı çıkan kimseler varsa, bundan dolayı kendilerine teşekkür edelim; onları dinlemek üzere can kulaklarımızı açalım; ve eğer inançlarımızın gerek kuşkudan uzak oluşunun ve gerekse canlılığının gözümüzde bir değeri varsa, böyle kimseler bulunmasaydı çok daha büyük bir emekle kendimizin yapmak zorunda kalacak olduğumuz bir şeyi bizim yerimize yapan biri var diye sevinelim. Örneğin Sokrates, önceden doğru sayılan düşüncenin basmakalıp deyimlerini konuyu anlamadan kabul edivermiş bulunan -kabul ettiği öğretilere hiçbir belirli anlam vermemiş olan- her bireyi ikna etmek amacına yöneltilmişti; amaç, onun kendi bilgisizliğinin farkına vardırarak, öğretilerin hem anlamlarını hem kanıtlarını açık bir biçimde anlama temeli üzerine kurulmuş kararlı bir inanç elde edebilmesine yol açmaktı. _İşkence, gerçeğin geçmesi gereken güç bir sınav olduğunu, her zaman da bundan başarıyla geçtiğini, çünkü yasal cezaların, zararlı yanılgılara karşı bazen yararlı bir biçimde etkili olsalar da, sonuçta gerçek karşısında güçsüz olduklarını söylerler. _(Keşfetmek) Dünya için, son derece önemli bir şeyi keşfetmek; ona herhangi bir maddi veya manevi önemi olan yaşamsal bir sorunda yanılmış bulunduğunu kanıtlamak, bir insanın soydaşlarına yapabileceği en önemli bir hizmettir. Hristiyanlığa da bu gözle bakmışlardır. İnsanlığa böyle olağanüstü yararlar sağlayanların bu hizmetlerine karşılık şehit edilmeleri, ödüllerinin en adi birer suçlu gibi davranış görmüş olması, bu kurama göre, insanlığın pişmanlıktan kafasını taşlara vurup ağlaması gereken bir yanılgı ve felaket değil, normal ve haklı gösterilebilecek bir durumdur. Bu öğretiye göre, ortaya yeni bir gerçek koyan kimse, tıpkı Lokridyalıların mevzuatınca yeni bir yasa öneren bir kimsenin durduğu gibi, boynuna -halk meclisi onun ileri sürdüğü sebepleri dinledikten sonra önerisini hemen oracıkta kabul etmediği takdirde derhal sıkılmak üzere- bir idam ipi dolanmış bir halde durmalıdır. İyilik yapanlara bu biçimde davranılmasını savunanların iyiliğe fazla değer verdikleri düşünülemez. Kanımca da bu bakış açısı en çok, yeni gerçeklerin bir zamanlar istenmiş olabildiği ama artık bunların yeterince bulunduğunu düşünen türden kimseler içindir. _Yasal cezaların başlıca zararı, toplumsal utancı güçlendirmesidir. Kamuoyu, bu konuda yasa kadar etkilidir. İnsanlar hapsedilebilecekleri gibi ekmeklerini kazanma olanaklarından da yoksun bırakılabilirler. Ekmekleri zaten güvenlik altında olup da iktidarda bulunan insanların ya da kuralların veya halktan hiçbir beğeni beklemeyen kimselerin her türlü düşünceleri açıkça söylemekten hiçbir korkuları -toplum tarafından kötü kişi sayılmaktan ve yerilmekten başka korkacakları hiçbir şey yoktur; bu ise onlarda buna katlanabilmeleri için pek kahramanca bir karaktere lüzum göstermese gerektir. _Gerçek_ _(Gerçek; somut ve nesnel olarak var olan, kanıtlanabilen, akla uygun; uydurma, hayal ya da düşünce olmayıp fiili olarak olan şeydir.) _Gerçek, yaşamın tüm günlük konularında, karşıtları uzlaştırma ve yaklaştırma sorunudur ki bu ayarlamayı dürüstçe yapabilecek çok az kişi vardır ve bu hasım tarafların arasındaki bu boğuşmanın sert yöntemlerle yapılması gereklidir. _Gerçek, tüm taraflar için dürüst ve eşit koşullarla mücadele olanağı ancak düşüncelerin çeşitliliği sayesinde var olabilir. Genelin düşüncesi doğru bile olsa, şu olasılık her zaman vardır: Genel düşünceden ayrılanların da kendi lehlerinde söyleyecekleri dinlenmeye değer bir şeyleri olabilir; ve bunların susmasıyla gerçek, bir şeyler yitirebilir. ****** _Politik_ _Politikada iki karşıt güç vardır. Düzen partisi ve Yenilik partisi. Bunlardan her ikisinin, sağlıklı bir siyasal yaşamın zorunlu ögeleri olduğu hemen herkesçe kabul edilir; bu zorunluluk, bu partilerden birinin kendi düşünsel kavrayışını zenginleştirip bir hem düzen, hem ilerleme partisi haline gelecek ölçüde genişletilmiş olacağı zamana kadar sürecektir. Bu düşünce biçimlerinin her biri, kendi yararlılığını ötekinin eksikliklerinden alır; fakat bunların her birini mantık ve akla uyguluk sınırları içinde tutan şey, büyük bir oranda, ötekinin karşıtlığıdır. Demokrasiyle aristokrasinin, mülkiyetle eşitliğin, işbirliğiyle rekabetin, lüks yaşamayla tutumun, toplumsallıkla bireyselliğin, özgürlükle disiplinin her birine taraftar olan düşüncelerle günlük yaşamın var olan diğer zıtlıkları, eşit özgürlükle ifade edilmedikçe, aynı yetenek ve enerjiyle desteklenmedikçe ve savunulmadıkça, her iki ögenin de, haklarını elde etmeleri olasılığı asla yoktur: Kesinlikle terazinin kefesinin biri yukarı, diğeri aşağı gidecektir. _Sokrates, zamanının ötesinde bir tinsel büyüklüğe sahip Kadir-i Mutlak’tır. Gelmiş geçmiş tüm yüksek düşünürlerin üstadı; tüm erdem hocalarının başı, felsefesinin iki pınarını oluşturan Platon ile Aristo felsefesinin kaynağı. Bu adam, hem onu hem o çağı en iyi bilenler tarafından, kuşaktan kuşağa bize kadar o çağın en erdemli insanı olarak aktarılmıştır ama ahlaksızlık ve kafirlik suçlamasıyla yargılanarak yurttaşları tarafından idama mahkum edilmişti. Sokrates’e öyle bir kafirlik ucubesi gibi davrandılar ki, şimdi ona uygun gördükleri davranıştan dolayı, asıl kendileri öyle sayılmaktadırlar. _Yargı yetisi, insanlara, onu kullansınlar diye verilmiştir. Düşüncelerimizin yanlış olması olasılığı var diye hiçbir zaman bu düşüncelere göre harekete geçmeyecek olursak, bütün çıkarlarımızı yüzüstü ve bütün görevlerimizi yapılmamış bırakırız. _İnsanlar arasında, akla uygun düşüncelerin ve davranış biçimlerinin genellikle üstün gelmesinin nedeni, akla uygunluğun üstünlük kazanması, insanın yanılgılarının düzeltilmesin mümkün oluşundan ileri gelmektedir. İnsanın, yanılgılarını tartışma ve deneme yoluyla düzeltmek yeteneği vardır. Salt deneme elvermez. Denemenin nasıl yorumlanacağını göstermek için, tartışma da olmalıdır. Eğer Newton felsefesinin bile tartışılmasına izin verilmemiş olsaydı, insanlar onun doğruluğu hakkında bugün duydukları kadar tam güven duyamazlardı. Şu halde insan uslamlamasının bütün gücü ve değeri bu tek özelliğe, yani yanlış olduğu zaman düzeltilebilmesine bağlı olduğundan, ona ancak onu düzeltme çareleri devamlı olarak elde bulundurulduğu zaman güven beslenebilir. _İyilik kötülüğe; gerçek de zulme her zaman üstün gelir, sözü hoş yalanlardandır ve insanlar, birbiri ardınca bunu tekrarlaya tekrarlaya beylik bir lakırdı haline getirmişlerdir, ama bütün deneyler, onun doğruluğunu yalanlamaktadır. Tarih zulümle susturulmuş gerçek örnekleriyle doludur. Gerçek sonsuza dek yok edilmese de çağlarca geri atılabilir. Yalnız düşüncelerden örnek vermek gerekirse: Reform hareketi Luther'den önce en az yirmi kez patlak vermiş ve bastırılmıştı. Aykırıların hiç de bastırılamayacak kadar güçlü bir yığın oluşturdukları yerler bir yana, kıyıcılık her zaman başarılı olmuştur. Gerçeğin, salt gerçek olduğundan dolayı, zindana ve darağacına karşı, yanılgıda olmayan herhangi bir üstün gelici gücün olduğu düşüncesi, aşırı duygusallık örneğidir. İnsanların gerçeğe çoğu kez yanılgıya karşı olduğundan daha fazla heveslendikleri yoktur. Gerçeğin sahip olduğu asıl üstünlük şudur ki, bir düşünce doğru olunca, bir kez. iki kez ya da bir çok kez söndürülebilse de, yüzyılların akışı sırasında onu tekrar bulan kimseler genellikle bulunur. Sonunda onun tekrar ortaya çıkışı öyle bir zamana rastlar ki artık durum ve koşullara uygunluğundan dolayı, gerçek, yakasını kıyıcılıktan kurtarır ve sonraki bütün yok etme girişimlerine karşı koyabilecek kadar kök tutmuş olur. _Denecektir ki, biz şimdi ortaya yeni düşünceler atan kimseleri artık öldürmüyoruz. Peygamberleri öldürmüş olan babalarımıza benzemiyoruz, Fakat henüz yasal kıyıcılık lekesinden bile sıyrılmış olduğumuzu sanmayalım. Düşünceye karşı ya da hiç değilse onun açıklanmasına karşı cezalar hali yasal olarak vardır. _Tanrıya inanmayanların ahlaksız oldukları ve yeminlerinin de boş olduğu varsayımı, onu benimseyenlerin tarih konusunda çok bilgisiz olduklarını gösterir. Çünkü tarih, bütün çağlarda inançsızların büyük bir kısmının olağanüstü namuslu ve onurlu insanlar olduklarını kaydetmiştir. Bu, hem erdemleriyle, hem başarılanyla dünyada en büyük ün sahibi olanlardan ne kadar çoğunun inançsız olduklarının, hiç değilse yakın arkadaşlarınca gayet iyi bilindiğine dair en küçük bir fikri olan hiç kimsenin iddia edemeyeceği bir önermedir. Ayrıca bu kural kendini yok eden, kendi temelini yıkan bir kuraldır. Tanrıya inanmayanların yalancı olmaları gerektiği bahanesi altında, yalan söylemeye razı olan bütün tanrıyı yadsıyanların tanıklığını kabul edip, yalnız yanlış bir şeyi söylemektense nefret edilen bir inancı açıkça söylemeyi göze alanların tanıklığını reddeder. Böyle kendiliğinden saçmalıkla mahkum bir kural, belirtilen amacı bakımından, ancak bir kin nişanesi, bir kıyıcılık kalıntısı olarak yürürlükte tutulabilir. Adı geçen kural ve onun içerdiği teorem, inananlar için, hemen de, inanmayanlar için olduğundan daha az onur kıncı bir şey değildır. Çünkü ahirete inanmayan kimse, mutlaka yalan söylerse, bundan şu sonuç çıkar ki ahirete inanan kimseler yalan söylemekten salt cehennem korkusuyla alıkonmuşlardır. Bunlar gerçekten eski püskü bir takım zulüm kalıntilarından başka bir şey değildir; ve zulmetme isteğinin bir belirtisi olmaktan çok ingilizlerin anlayışında çoğu kez görülen o zayıflığın bir örneği diye düşünülebilir ki, bu zayıf!ık onlara, artık bir ilkeyi fiilen uygulamaya koymak isteyecek kadar kötü olmadıkları zaman onu yine dillerinden düşürmemekten, boş bir zevk aldırır. _Şimdiki zamanda dini uyanış diye övünülen şey, dar ve kültürsüz kafalarda dinsel bağnazlığın yeniden uyanmasıdır. Geçmişin kötülüklerini tekrar canlandırmak girişimleriyle de sık sık dalgalandırılmaktadır. Bir topluluğun duygularında hoşgörüsüzlüğün esas sürekli mayasının var olduğu yerlerdeyse ki bu maya ülkemizin her zaman orta sınıflarında bulunur, bu insanları, onları zaten tam başı ezilecek yaratıklar saymaktan hiçbir zaman geri durmamış oldukları kimselere etkin bir şekilde işkence yapmaya kışkırtmak için küçücük bir sebep yeter. Çünkü bu ülkeyi bir düşünce özgürlüğü diyarı olmaktan çıkaran şey; insanların önemli saydıkları inançları reddeden kimselere karşı besledıkleri düşünceler ve benimsedikleri duygulardır. ****** _Tartışma ahlakı nasıl olmalı?_ _Bir düşüncenin ifade ediliş biçimi, üstelik bu düşüncenin kendisi doğru bile olsa, çok çirkin olabilir ve haklı olarak sıkı bir sansüre uğrayabilir. _Tartışmanın hangi tarafı tutulmuş olursa olsun, yalan, kötülük, bağnazlık ya da hoşgörüsüzlük görülen her bireyi mahkum etmeli; fakat bu kusurları, bir kimsenin tuttuğu tarafa bakarak ondan -kaldı ki bu taraf kendininkine karşıt bile olsa- çıkarmamalı; kendisi hangi düşüncede bulunursa bulunsun, hasımlarını ve onların düşüncelerini -aleyhlerindeki hiçbir şeyi abartmadan, onların lehinde etkisi olan ya da olması akla gelebilen hiçbir şeyi saklamadan- dikkate almak ve dosdoğru söylemek rahatlığına sahip bulunan her bireye, layık olduğu onuru vermelidir-. Gerçi bu çoğu kez bozuluyorsa da, buna büyük bir ölçüde uyan birçok tartışmacı olduğu gibi, bu yönde yürekten çaba sarf eden daha da çok sayıda insan bulunduğunu düşünmek beni mutlu ediyor. _Herkesçe doğru sayılan düşüncelere karşıt düşünceler kendilerini, ancak çok ölçülü ve ılımlı bir dil kullanarak ve gereksiz saldırıdan olabildiğince dikkatle kaçınarak dinletebilirler; bundan en küçük bir sapma bile onlara zarar ettirir; oysa egemen düşüncenin taraftarlarınca ölçüsüz şiddette dil kullanılması, insanların karşıt düşünceleri söylemelerine ve söyleyenleri dinlemelerine gerçekten engel olur. Böyle olunca, gerçek ve adalet adına, ötekinden çok bu tarafın şiddetli dil kullanmasına sınır koymak çok daha önemlidir. Örneğin, birinden birini seçmek gerekseydi, dinden çok ateistliğe karşı olan saldırıları yıldırmaya daha çok gereksinim olacaktı. Böyle olmakla birlikte, açıktır ki, bunların ne birini ve ne de ötekini sınırlamak yasanın ve otoritenin işi değildir; kamuoyu ise, her olayda kararını, tek tek her olayın durum ve koşullarına göre vermelidir _Bir polemiğin yaratabileceği en kötü saldırı, karşıt düşünceyi tutanlara, kötü ve ahlaksız adamlar damgasını vurmaktır. Genel tarafından tutulmayan herhangi bir düşünceyi savunanlar bu çeşit iftiraya özellikle uğramaktadırlar, çünkü bunlar genellikle az ve etkisizdirler, bu yüzden onlara adil davranışta bulunulmasına kendilerinden fazla kimse ilgi göstermez; fakat sorunun niteliği gereği, bu silah, üstünlüğünü kurmuş bulunan bir düşünceye saldıranlara tanınmamaktadır; onlar bunu güvenlikle ne kendileri kullanabilirler ve ne de, eğer kullanabilselerdi, bu silah geri tepip onların kendi davalarını vurmaktan başka bir işe yarardı. ___ _Tartışma ve Düşünce_ _Farklı düşünceleri güçten düşürmek için, özgür tartışmalar engellenir. Bu bir tür düşünce yobazlığı ve zihin tutsaklığı’dır. _Tartışma olmayınca, düşüncenin bizzat anlamı bile unutulur. Onu anlatan kelimeler artık düşünceleri iletmez olurlar. Canlı bir anlayış ve yaşayan bir inanç yerine salt papağan gibi ezberlenmiş birkaç sözün yalnız dış kabuğu kalır, güzel özü yiter. _Hiç tartışılmamış ve kanıtlanmamış düşüncelere inananlar, onu benimsemiş olduklarından değil, miras kaldığından kabul etmişlerdir. Sonunda o inancın, insanoğlunun iç yaşamıyla artık hemen hemen hiçbir ilişiği kalmaz olur. İnanç sanki beynin dışındaymış gibi kalır; beyni, anlayışımıza ve kalbimize seslenen bütün diğer etkilere karşı kabuk bağlamış ve taş kesilmiş bir hale koyar. Gücünü yalnız anlayışımıza hiçbir yeni ve canlı inancın girmesine tahammül etmemekte gösterir; fakat kendisi de, kafa ve yürek içirı, hep boş kalsınlar diye başlarında nöbet beklemekten başka hiçbir şey yapmaz artık. _Hemen hemen tüm ahlaki öğretilerin ve dini inançların yayılmasında bu durum görülür. Hepsi, onları ilk yaratmış olanlarla bu müritlere doğrudan doğruya müritlik etmiş kişilerin gözünde anlam ve canlılık doludur. Sonunda ya üstünlük kazanarak hoş düşünce halini alır, ya da ilerlemesi durur. Kazanmış olduğu alanı korur fakat artık daha fazla yayılmaz olur. Öğreti artık, doğruluğu apaçık sayılan bir düşünce olmasa bile, kabul edilen mezheplerden ya da düşünce sistemlerinden biri olarak yerini almıştır. Bütün inançların öğretmenlerinin, sık sık, inananların görünüşte kabul ettikleri doğruyu, duygulara sinerek insanın davranışı üzerinde gerçek bir egemenlik kazanacak şekilde, onların kafalarında canlı bir anlayış halinde tutmanın zorluğundan acı acı yakındıklarını işitiyoruz. İnancın henüz kendi varlığı için savaştığı sıralarda hiç böyle bir güçlükten yakınılmaz. O zaman zayıf savaşçılar bile uğrunda savaştıkları şeyin ne olduğunu ve onunla diğer öğretiler arasındaki ayrımı bilirler ve hissederler. Fakat o inanç bir kalıtsal inanç, aktif olarak değil de pasifçe kabul olunacak bir inanç halini alınca yani beyin kendi inanışının ona sunduğu sorunlar üzerinde yaşamsal güçlerini kullanmaya artık başlangıçtaki kadar zorlanmaz olunca, o inancın dış biçimlerinden başka her şeyini unutmaya doğru, ya da o inancı güven üzerine kabul etmek sanki onu bilinçli olarak anlamak ya da onu kişisel deneyden geçirmek gereğinden insanları kurtarırmış gibi, onu anlamadan ve kafa işletmeden onaylamaya doğru gittikçe artan bir eğilim ortaya çıkar. _Genel görüşten farklı ve aykırı düşünceleri bir rahatlığa kavuşturmak için ödenen karşılık, insan beyninin bütün tinsel yürekliliğini gözden çıkarmaktır. Yasaktan en çok zarar gören, aykırıların düşünceleri değildir. Yapılan en büyük zarar, aykırı olmayanlara ve aykırılık korkusuyla tüm düşünsel gelişmelerine tutukluk ve akıllarına yılgınlık gelen kimseleredir. Düşüncelerini ilkelerin tehlikeli alanına girmeden konuşulabilecek şeylere yôneltirler; yani, ancak insanların kavrayışları güçlendıği ve genişlediği takdirde düzelebilecek ve o zamana kadar fiilen asla düzelmeyecek olan küçük pratik sorunlarla uğraşmakla yetinirler; ama öte yandan, insanların anlayışlarını güçlendirip genişletebilecek olan şey, yani en yüksek konular üzerinde özgür ve atılgan düşünceler bir yana bırakılır. _Parlak bir geleceğe aday olup da, kendilerini dinsiz ya da töresiz sayılabilecekleri bir duruma düşürebilir korkusuyla atılgan, güçlü ve bağımsız bir düşünce silsilesini sonuna dek izlemeye cesaret edemeyen ürkek yapılı bir yığın aydın arasında dünyanın neler yitirmekte olduğunu kim hesap edebilir? Bazen onlar arasında son derece insaflı, zarif ve ince anlayışlı bir adam görmemiz olanaklıdır ki, susturamadığı bir beyinle tüm bir yaşamı safsata yapmakla geçirir, kendi vicdanından ve aklından gelen sesleri klasik anlayışlarla uzlaştırmaya uğraşmakta harcamadığı ustalık kalmaz da, sonunda belki onları yine uzlaştırmayı başaramaz. _Köklü bir düşünceye sahip olan bir kimse, düşüncesinin yanlış olabilmesi olasılığını ne kadar istemeye istemeye kabul eder olsa da şu düşünceyle hareket etmelidir ki, kendi fikri ne kadar doğru olursa olsun, eğer tamamen sık sık ve korkusuzca tartışılmazsa, ona canlı bir gerçek diye değil, ölü bir dogma olarak inanılır. _Bir sınıf insan vardır ki bunlar bir kimsenin, kendilerinin doğru diye düşündükleri şeyi kuşkulanmadan kabul edivermesini yeterli sayarlar; isterse o kişi bu fikrin dayanakları üzerinde hiçbir bilgiye sahip bulunmasın ve onu en güzel itirazlara karşı bile tutarlı bir biçimde savunmak gücünden bile yoksun olsun. Bunların etkilerinin egemen olduğu yerde, gerçi kabul edilen fikrin düşünmeden ve bilinmeden reddedilmesi gene mümkünse de, onlar bunun akıl ve insaf çerçevesinde reddedilebilmesini hemen hemen olanaksız kılarlar; çünkü tartışmaya kapıyı tamamen kapamak seyrek olarak mümkündür ve tartışma bir kez içeri girdi mi de, iknaya dayanmayan inançlar, tartışmaya benzeyen en hafif şeyi karşısında dikiş tutturamamak eğilimindedirler. Gerçek böyle biliınmez. Gerçek, ona bu şekilde inanılınca, boş inanlara –bir gerçeği ifade eden kelimelere rastlantı sonucu sarmaşık gibi dolanmış- bir boş inan daha katmaktan başka bir şey olmaz. _İnsanların özgür tartışma lehindeki kanıtların sağlamlığını kabul edip de o kanıtların her olaya uygulanmasına karşı çıkmaları gariptir. İnsanların, kuşkulu olabilmesi olasılığı bulunan bütün konularda mutlaka serbest tartışamaların var olmasını kabul etmiş olup da belirli bir ilke veya öğretinin -onun doğru olduğundan kendileri kesinlikle emin olduklan için- tartışılmasının yasak olması gereğini düşündükleri zaman kendilerinin yanılmazlık taslamadıklarını hayal etmeleri tuhaftır. Eğer izin verilse bir önermenin kesinliğini kabul etmeyecek herhangi biri varken ve ona bu izin verilmezken herhangi bir önermeye doğrudur demek, bizim kendimizin ya da bizimle aynı görüşte olanların, doğruluğa karar verecek hakimler, hem de diğer tarafı dinlemeden karar verecek hakimler olduğumuzu sanmak olur. ___ _Düşünce farklılıkları_ _Düşüncelerin türlü türlü oluşunu yararlıdır. _Duyuyla kavranmayan konularda, yaygın olan düşünceler çoğunlukla doğrudurlar, fakat bunların gerçeğin tamamını oluşturmaları enderdir, ya da hiç olası değildir. Bunlar gerçeğin birer parçası; bazen daha büyük bazen daha küçük bir parçası; fakat abartılmış, bozulmuş, birlikte bulunmaları ve onlarla çerçevelendirilmeleri gereken gerçeklerle olan bağları koparılmış bir parçasıdır. _Aykırı düşünceler genellikle, o baskı altında tutulan ve ihmal edilen gerçeklerden bazılarıdır ki, bunlar, kendilerine başkaldırtmayan bağları koparıp atarak, ya geçerli düşüncenin içerdiği gerçekle bir uzlaşma ararlar ya da onun karşısına düşman olarak çıkar ve –benzer bir gerçek tekelciliğiyle- kendilerini gerçeğin bütünü diye ortaya koyarlar. Bu durum, insanoğlunun düşünüşünde tek yanlılık daima kural, çok yanlılıksa ayrıntı olagelmiş bulunduğundan, şimdiye dek en sık rastlanandır. Bundan ötürü düşünce devrimlerinde bile, çoğu kez gerçeğin bir kısmı doğarken bir kısmı da batar. Üste katılan bir şey olması gereken ilerleme bile, çoğunlukla sadece, kısmi ve eksik bir gerçeğin yerine bir başkasını koyar; gelişme, çoğu kez. Yeni gerçek parçacığının, yerini almakta olduğu parçadan daha çok istenen ve zamanın gerekler ne daha çok uydurulmuş bir parça olmasıdır. Doğru bir temele dayandıkları zaman bile, üstünlük kazanmış düşüncelerin kısmilik niteliği böyle olunca, geçerli düşüncenin ihmal ettiği herhangi bir gerçek parçasını içeren her düşünce -bu gerçek yanılgı ve şaşırma payı karışmış olursa olsun- çok değerli sayılmalıdır. Geçerli bulunan gerçek tek yanlı kaldıkça, geçerli olmayan gerçeğin de tek yanlı iddiacıları bulunacağını ve bunun da başka tür!ü olmasından daha çok istenecek bir şey olduğunu düşünecektir; çünkü çoğu kez en enerjik olanlar ve başkalarının isteksiz dikkatini, sanki gerçeğin bütünüymüş gibi ilan ettikleri bir gerçek parçasının üzerine zorla en çok çekebilecek olanlar böyleleri arasından çıkar. _18. yüzyılda, tüm aydınlarla bunların yol gösterdikleri aydın olmayanlar kesiminin tümü, uygarlık denen şeyin ve çağdaş bilimin, edebiyatın ve felsefenin olağanüstülüklerine duydukları hayranlık içinde kendilerini yitirmiş bulunurlarken; ve çağımızın insanlarıyla eski zamanların insanları arasındaki benzemezlik ölçüsünü gereğinden çok fazla önemseyip aradaki farkın tümünün kendi lehlerinde olduğu kısmına kendilerini kaptırdıkları bir sırada; Rousseau'nun ortada birer bomba gibi patlayan aykırı düşünceleri, tek yanlı düşüncenin yoğun kitlesini paramparça edip ögelerini yeni katkılarla tekrar ve daha iyi bir biçimde bir araya gelmeye zorlayan ne kurtarıcı ve yararlı bir darbe olmuştur. Genel olarak, geçerli düşünceler gerçeğe Rousseau'nunkilerden daha uzak değildiler; aksine ona daha yakındılar; onlarda daha çok tanıtlı gerçek ve çok daha az yanılgı vardı. Rousseau'nun öğretisinde, işte kamuoyunda eksik olan ve bu öğretinin düşünsel akıntısında birlikte sürükleyip götürdüğü pek çok gerçek bulunuyordu; sular çekildiği zaman da, giden selden geriye bunlar kalmıştır. Yaşam sadeliğinin üstün değeri, yapay toplumun tuzaklarının ve ikiyüzlülüklerinin sinirlendirici ve ahlak bozucu etkisi, Rousseau'nun yazılarını yazdığı zamandan beri, kültürlü kafalardan hiçbir zaman eksik olmamış düşüncelerdir. _Ciddi anlaşmazlıkların birbiri ardınca her sorunda ortadan kalkması, düşünce pekişmesinin zorunlu bir etkenidir; bu pekişme yanlış düşüncelerde ne kadar tehlikeli ve zararlıysa, düşüncelerin doğru olması durumunda o kadar yararlı bir şeydir. Bir gerçeğin akıllıca ve canlı biçimde anlaşılmasında -onu karşıtlara açıklamak veya onlara karşı savunmak gereksiniminin sağladığı- bu kadar önemli bir yardımcının yitirilmesi, o gerçeğin evrensel kabulündeki yarardan daha ağır basabilecek kadar zararlı olmazsa da, o yararın birçoğunu geri verdiren bir şeydir _Hristiyanlık_ _Hristiyanlık, hor görülen Yahudilerin silik bir mezhebidir, tıpkı islam gibi. Hristiyan öğretilerin sıradan inananlar üzerinde hiç bir etkisi yoktur. İnançlıların sadece alışkanlıktan ileri gelen bir saygıları vardır. Her zaman övülüp de hiç tartışıldığını duymadıkları şeylere inanmaları gibi inanırlar. Bu dar kuram, uygulamada çok tehlikeli bir kötülük halini almaktadır. Düşünceyi ve duyguları yalnız dini olan bir örneğe göre kalıba dökmeye kalkışmakla; aşağı, iğrenç, kölelere yaraşır bir karakter örneği meydana gelecektir. Bu öyle bir karakter örneğidir ki, Tanrının Yüce İyiliği kavramına yükselmek ya da onu anlamak yeteneğinden yoksundur. Yüksek yaşamsal konularda, doğru diye kabul edilen ilkelerin bazıları hiç de gerçek değildir. Örneğin, Hristiyan ahlak. Kim ondan başka türlü bir töre öğretirse bütünüyle sapkınlıktır. Hristiyanlık, eksiklerini Eski Ahit'ten -yani, gerçekten iyi düşünülmüş, fakat birçok bakımlardan ilkel olan ve yalnız barbar bir halk için hazırlanmış bir sistemden- tamamlamadıkça, hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Hristiyan ahlakı denen şey bir tepkinin tüm niteliklerine sahiptir; büyük bir kısmı bakımından, putperestliğe karşı bir protestodur. İdeali, olumlu olmaktan çok olumsuzdur; aktif olmaktan çok pasiftir; soyluluktan çok masumluktur; enerjik bir biçimde iyiliği aramadan çok kötülükten kaçınmadır. Bu, esas olarak pasif bir boyun eğme öğretisidir. Hristiyan ahlakı denen, fakat daha çok teojik ahlak denmesi gereken şey, İsa'nın eseri değildir. Katolik Kilisesi tarafından yavaş yavaş kurulmuştur; her mezhep bunların yerine kendi karakterine uyan yeni şeyler eklemiştir. Yüce ruhluluk, yüksek düşüncelilik, kişisel onur ve hatta şeref duygusu, eğitimimizin dini kısmından değil, yalnız insani olan kısmından çıkmaktadır. En yüksek töre sisteminin temel birçok ögesi, Hristiyanlığın kurucusunun yazıya geçirilmiş bildirilerinde söz edilmemiştir ve bir kenara atılmış olan şeylerin arasında bulunmaktadır. * * * * * * * * * * * * _ GİRİŞ _ _Özgürlük_ *_Özgürlük, başkalarına bir zararı dokunmadan, kendi sınırları içinde, dilediği her şeyi yapabilme şeklidir. Özgür olmayı istememe özgürlüğü diye bir şey yoktur yani köle olmayı istemek, özgürlük değildir. Özgürlük ilkesi, insana böyle bir hak vermez. Özgürlüğünü bir başkasına devretmek, kendine efendi yaratmak, özgürlük değildir. Bir kişinin özgürlüğüne karışmak, sadece başkasına zarar vermesini engellemek içinse doğrudur. Başkalarına zarar vermeden bütün yaşam tarzları özgürce deneyimlenmeli, kişi istediği hayatı yaşayabilmelidir. Unutulmamalıdır ki, insanlık herkesin özgürce yaşamasına tahammül gösterdiği zaman, kişileri başkalarına hoş gelecek şekilde yaşamaya zorladığından daha büyük kazanç elde eder. Bir ilke olan özgürlüğün, insanlığın henüz tartışmayı bilmediği bir ortamda uygulanıp uygulanamayacağı meçhuldür. Özgürlüğün genel ilkeleri kabul edilmediğinde, özgürlük onu hak etmeyenlere verilir. _Konu, irade özgürlüğü dedikleri özgürlilük değil; medeni ya da toplumsal özgürlüktür. Toplum tarafından birey üzerinde meşru bir biçimde kullanılabilen, iktidarın sınırlarıdır. Özgürlükle otorite arasındaki mücadele, tarihin en eski çağlarında, en göze çarpan özelliktir. Özgürlük denince bundan, politik egemenlerin zorbalığına karşı korunma anlaşılırdı. _Dini özgürlük hemen hemen hiçbir yerde fiilen oluşmamışır. Aşağı yukarı bütün dindar insanların kafalarında, hatta en hoşgörülü ülkelerde bile, hoşgörü ödevi ancak kesin birtakım çekincelerle kabul edilmektedir. _Negatif anlamda özgürlük (liberty) bir araçken, özerklik olarak özgürlük (freedom) bir sonuçtur. *_Medeni olmayanları yönetmede istibdat yani baskı, meşru bir hükümet biçimidir. Yeter ki gaye onların düzeltilmesi olsun. Özgürlük, insanların serbest ve eşit tartışmayla düzelebilir hale gelmelerinden önceki herhangi bir durumda, asla uygulama yeri yoktur. O zamana kadar, onlar için, kesin olarak boyun eğmekten başka yapacak birşey yoktur. Zor kullanmak, insanların kendi yararlarına bir çare olarak kabul edilemez; yalnızca başkalarının güvenliği için haklı görülebilir. _Bireyin eylemlerine müdahalede bulunulmasının yegâne meşru nedeni, onun diğer bireylere zarar vermesini önlemektir. *_Özgürlükler, Devlet otoritesi yoluyla düzenlenlenebilir mi? Bu düşünce biçimi, etrafları güçlü düşmanlarla çevrili, sürekli olarak dış saldırı veya iç sarsıntıyla yıkılma tehlikesi içinde bulunan küçük cumhuriyetlerde güün çok kısa bir dönem için bile gevşetilmesi çok kolaylıkla ölümcül olabileceğinden, özgürlüğün yararlı ve kalıcı sonuçlarını beklemeyi göze alamadıklanndan kabule değer bulunmuş olabilir. _Filozofların ve hükümdarlann en yumuşak huylusu ve en sevimlisi olan Aurelius, yüce bir görev duygusu içinde, Hristiyanlığa zulmedilmesini buyurdu. _Her insana yaşamayı değerli kılan her şey, diğer insaların eylemleri üzerine birtakım sınırlar konmasına bağlıdır. _Toplumsal düşüncenin, bireyin bağımsızlığına meşru müdahalesinin bir sınırı vardır. Bu sınırı bulmak ve onu saldırıya karşı korumak, vazgeçilmezdir. _Uygar bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde, onun arzusuna rağmen kuvvetin haklı olarak kullanılabileceği tek amacın, başkalarına gelecek zararı önlemek olduğudur. Bir kimse bir şeyi yapmaya veya buna katlanmaya, salt böyle yapması onun hakkında hayırlı olacaktır diye, onu daha mutlu kılacaktır diye başkalarının fikirlerine göre böyle yapmak doğru olacaktır diye, haklı olarak zorlanamaz. Bunun haklı oiabilmesi için, onun yapmamasını istediğimiz davranışın bir başkasına zarar vereceği saptanmış olmalıdır. _Herhangi bir bireyin davranışından toplunu karşı sorumlu olabileceği kısım, o hareketin başkalarını ilgilendiren kısmıdır. Yalnız kendisini ilgilendiren kısmında, onun bağımsızlığı, hak olarak mutlaktır. Kendisi üzerinde, bizzat kendi vücudu ve beyni üzerinde birey, başına buyruktur. _Bu öğreti, yetilerinde erginleşmiş olan insanlara uygulanmak üzere ortaya atılmıştır. Henüz başkaları tarafından gözetilmeye gereksinimi olanların, başkalarından gelecek zararlara olduğu kadar, bizzat kendi eylemlerine karşı da korunmalan gereklidir. Aynı sebepten dolayı, bizzat ırkın daha ergenlik çağına gelmemiş sayabileceği o geri toplum hallerini de düşünce dışı bırakabiliriz. Kendiliğinden ilerlemenin yolu üzerinde dikili ilk güçlükler çok büyüktür. Onları yenme yollarını seçme olanağı da pek yoktur ve içi ıslahat ruhuyla dolu bir yöneticinin, ihtimal başka türlü varılamayacak olan bir gayeye ulaştıracak her türlü çareyi kullanması uygundur. _Vicdan özgürlüğünü, bütün dünyevi veya dinsel konularda, mutlak düşünce özgürlüğünü gerektiren, bilincin iç alanı girer. _Özgürlüğü kendi karakterimize uyacak şekilde düzenlemek, başkalarının fikrince, bizim karakterimiz avanakça ters veya yanlış bile olsa, yaptığımız şey kendilerine zarar vermediği sürece, beğendiğimiz biçimde davranmak özgürlüğünü gerektirir. _Hükümetinin şekli ne olursa olsun, özgürlüklere saygı gösterilmeyen hiçbir toplum özgür değildir. Bu özgürlüklerin kayıtsız ve koşulsuz var olmadığı hiçbir toplum tam özgür değildir. Özgürlük denemeye layık biricik özgürlük başkalarını mutluluklarından yoksun bırakmaya ya da onların mutluluğa ulaşma çabalarına engel olmaya kalkışmadıız sürece, kendi iyiliğimizi kendi bildiğimiz yolda aramak özgürlüğüdür. ___ *_Çoğunluk Diktatörlüğü ve Zorbalığı: _Kararlar çoğunluğun istekleri doğrultusunda alınırken, bireylere ve azınlıkta kalan vatandaşlara yönelik de faşist baskı uygulanır. Toplumsal zorbalık, bizzat ruhun kendisini tutsaklık altına aldığı için, bireye daha az kurtuluş yolu bırakır. Bundan dolayı, devlet yöneticilerinin diktatörlüğüne karşı korunma yeterli değildir. Egemen düşüncenin diktasına karşı da korunma gereklidir. Kendi düşüncesine uymayan herhangi bir kişiliğin gelişmesini kösteklemek, insanların hepsini toplumun örneğine uymaya zorunlu kılmak eğilimine karşı da bir korunma ister. Diğer diktatörlükler gibi, çoğunluk diktatörlüğü de, devlet yetkilileri eliyle uygulandığı için, sert bulunmakla birlikte kabul edilmekteydi. _Çoğunluğun iktidar zorbalığı, öyle bir baskı ve korku yaratılır ki, bu korkuyu en zorba hükümdar bile yaratamaz. Çoğunluğun zorbalığını anlamak istiyorsak, dinler tarihinin zorbalığına bakmalıyız. _Zorbalık ruhu, zorbalığa karşı bir direnme ruhu uyandırır. Ahlaki bir direnmedir bu. Başarısız kalırsa bunu fizik direniş izleyecektir. _Azınlıklar için tehlike, çoğunluğun çıkarlarından değil, onların dinsel, siyasal ve ırkçı anti-partilerinden kaynaklanır ve Amerikan deneyleri, çoğunluk zorbalığının zorbaca bütün yasaları hiçe saymak biçimini alacağını doğrulamış görünüyor. New York halkı siyah yurttaşların okul ve kiliselerini yıkıp evlerini yağmaladı. Şiddet eylemlerine katılmayan bir insan kalabalığı da seyrederek eğleniyordu. _Kötü olan bizzat aşrılıklann kendisi değildir. Kötü olan halk hükümetinden yardım almanın imkansızlığı. Parayla tutulmuş bir avuç katil, katliam gerçekleştirirken Paris halkının budalaca pasifliğinin bu katillerle özdeşleşmesidir. _Tecrübe çoğunluğa başka despot iktidarlar gibi, hem uygar bir toplumun hem de barbarlığın, insanların malları ve canlarını keyfi biçimde alma özgürlüğünün yararlarına aynı zamanda sahip olamayacağını öğretecektir. _Bizim korktuğumuz zorbalık –beden üzerinde zorbalık değil, ruh üzerindeki zorbalıktır. _İnsanların bedenleri üzerinde mutlak iktidara sahip olan birinin, insanların düşünceleri üzerinde de iktidar talep etmeyeceğini var saymak olanaksızdır. Kendi ölçüsünden sapan düşünce ve duygulan (toplumsal baskı yardımıyla) kontrol altına almaya çalışmayacağını; gençliğin eğitimini kendi modeline göre biçimlendirmeye, kendisininkiyle çelişki içinde olan bir düşünceyi canlı tutmayı hedefleyen bütün kitapları. bütün okulları, toplum üzerinde ortak bir etki sağlamayı amaçlayan bireylerin bütün birleşmelerini ortadan kaldırmaya çalışmayacağını varsaymak olanaksızdır. _Uzun bir zamandan bu yana ilerleme yolunda olan ya da her zaman büyük olmuş bütün ülkeler, bu ülkelerde egemen iktidara karşı. iktidarın türü ne olursa olsun –krallara karşı kilise, kiliseye karşı özgür düşünenler, baronlara karşı krallar, kral ve aristokrasiye karşı halk- örgütlü bir muhalefet olduğu için büyük olmuşlardır. Büyük adamlann hemen hepsi böyle bir muhalefetin parçasıydılar. Böyle bir çatışmanın yerini yenisinin almadığı yerde toplum, ya Çin hareketsizliği içinde donmuş ya da çözülmüştür. ___ *_Halk, “Efendi” olmalı ve seçilen vekiller ise “Vasıflı Hizmetçiler” olarak istihdam edilmelidir. Eğer hükümeti belirlemede, halkın eğitimli-eğitimsiz tüm üyelerinin eşit söz sahibi olmasını kabul edecek olursak, toplumun geleceğini, “Cehaletin” kaprislerine mahkum etmemiz anlamına gelecektir. Çözüm olarak Mill Elitist bir yaklaşımla çoğul oy sistemidir. Bu sistem eğitimli kişilerin hükümetin belirlenmesi sürecine daha fazla etkide bulunmasına imkan sağlamaktadır. Yönetilenlerin tamamının yönetimde söz sahibi olması önemlidir. Siyasal meselelere katılımdan tamamıyla dışlanmış bir kimse vatandaş değildir. Fakat, herkes eşit söz hakkına sahip olmalı mıdır? Bu tamamıyla farklı bir önermedir ve kanımca. Açıkça yanlıştır. Kendisini ilgilendiren hiç bir meselede, işlerinin yönetimini daha az bilgi ve zeka sahibi biri yerine bunlara daha fazla sahip olan birisine bırakmayacak bir kimse yoktur. _Thomas Paine, Yönetimin İlk İlkeleri Üzerine Tez adlı eserinde seçim ve temsile dayalı yönetim ile soya dayalı yönetim arasında ikili bir ayrım yapar. Bunlardan seçim ve temsile dayalı yönetim, halkın haklarına dayanırken, soya dayalı yönetim gaspa dayanmaktadır. Paine’e göre, temsili yönetim, halkı oluşturan fertlerin eşit hakları üzerinde yükselir. Buna göre, Paine temsilcilerin seçiminde, eğitimli eğitimsiz her bireyin sadece bir oya sahip olması gerektiğini ileri sürer. *_İktidarı elinde tutmaktan duyulan gurur ve iktidarı kullanmaktan sağlanan kişisel çıkar ne olursa olsun, iktidarı elinde tutma bir sınıfla sınırlı olmayıp, erkek cinsinin tümünü ilgilendirmektedir. Bu iktidarın özlemi her eve sızmıştır, her aile babasının, her erkeğin gönlünde yatar. Bu öyle bir iktidardır ki, köylü de bu iktidardan, en üst mertebedeki soylu kadar eşit bir pay alır. Aynca bu durumda iktidar hırsı en üst düzeyine varmıştır çünkü bu iktidarı isteyen herkes onu, kendisine en yakın olan, hayatını birlikte geçirdiği, onunla en fazla ortak şeyi paylaşan yani otoritesinden bağımsızlaşacak olsa kişisel tercihlerini en çok etkileyecek olanlar üzerinde kullanmak ister. ___ _Karakter_ _Modem ahlaki ilke, yalnızca davranışın saygıya değer olduğudur. İnsanlar ne olduklarına göre değil, nasıl davrandıklanna, ne yaptıklarına bakılarak saygıya değer bulunacaklardır. İktidar ve otoriteye hak kazanmanın tek yolu, doğuş değil; Hak etmedir. Eğer, kişiye, ne kadar geçici olursa olsun, başka birisi üzerinde otorite kullanma hakkı verilmese, toplum bir elden verdiğini, öbür elden geri almak zorunda kalmazdı. Karakter üzerinde kaba kuvvet yasasının izlerini silmek ve yerine adaletin yasalarının egemenliğini koymak için eğitim ve uygarlığın tüm çabaları düşmanın kalesine saldırmadıkça, yüzeyde kalacaktır. _Entelektüel ve estetik hazlar, bedensel/fiziksel hazlardan daha üstündür. _Arzuları ve dürtüleri kendisine ait olan bir kimsenin karaktere sahip olduğu söylenir. Arzu ve dürtüleri kendisinin olmayan birinin karakteri de yoktur ve bir buhar makinesinin karakteri ne derecede varsa, onunki de o kadardır _Geleneklere uygun olsun diye bir şey yapan kişi, tercih yapmış olmaz. Bu şekilde ne ayırt etme pratiği doğrultusunda ne de en iyiyi arzulamasında herhangi bir kazanımı olacaktır. Tıpkı bedenin, kas gücünün ancak kullanıldığında gelişim göstermesi gibi mental ve ahlaki melekelerinin gelişimi de kullanılmalarıyla mümkündür. ___ _Devlet_ *_Toplumun daha güçsüz vatandaşlarını, sayısız akbabalara yem olmaktan korumak için, öbürlerinin yükselmesini önlemekle görevli, onlardan daha güçlü bir avcının bulunması gerekliydi. Fakat akbabaların en büyüğü de sürünün üzerine çullanmaya meyilli olduğundan onun gagasına ve pençelerine karşı da olabildiğince savunma halinde bulunmak mutlaka gerekliydi. Onun için iktidara sınırlar koymak gerekti. Onların özgürlükten kastettikleri şey, işte bu sınırlama idi. Buna iki yoldan erişildi. Birincisi, özgürlükler denen bir takım dokunulmazlıkları yerleştirmekti. Yönetenin bu haklara müdahalesi, görevini kötüye kullanmak sayılır. Bu durumda belirli direnişler veya genel ayaklanma hakkı doğardı. Bir ikinci çare anayasal denetimler getirilmesiydi yani bir meclisin onayını almak. _İnsanlar bir efendi tarafından yönetilmekten hoşnut oldukları sürece, istemlerini bu noktadan öteye götürmediler. Zamanla devletteki çeşitli makam sahiplerini, diledikleri zaman görevden alabilecekleri birer ücretli memur haline getirmek çok daha uygun göründü. İktidarı sınırlama, çıkarları halkın çıkarlarına zıt olan yönetenlere karşı bir önlemdi. Halkın bizzat kendi iradesine karşı korunmaya gereksinimi yoktu. Onun kendine zorbalık yapması düşünülemezdi. _Kendi kendini yönetme de her bireyin kendi tarafından yönetilmesi değil, bütün diğer kimseler tarafından yönetilmesidir. Üstelik halkın iradesinin gerçekte ifade ettiği mana, halkın en çok sayıda olan kısmını iradesidir. Bunun sonucu olarak halk, bir kesimi üzerinde baskı uygulamak isteyebilir; diğer herhangi bir iktidarın kötüye kullanımına olduğu kadar buna karşı da önlemler gereklidir. Onun için, hükümetin bireyler üzerindeki yetkisinin sınırlandırılmalıdır. _Devletin varlığı ve ona itaat bir sosyal sözleşme ile açıklanamaz. Siyasal otoriteye itaatin temelinde yine fayda vardır. Devletin temel fonksiyonu bireylerin özgürlüğünü garanti altına almaktır. Devlet vatandaşların ebeveyni değildir. Siyasal otorite mutluluğa ulaşma yolunda bireylere nasıl bir yaşam sürdürmeleri gerektiğini söyleyemez. Onları belli bir eğitime tabi tutarak erdemli, mutlu bireyler yaratmaya kalkışamaz. (Hobbes, Locke ve Rousseau gibi düşünürlerden ayrılır.) ********* Devamı yorumda
··
1 artı 1'leme
·
931 görüntüleme
Onur okurunun profil resmi
_Sözleri_ _Bağnazlar aptaldır demiyorum ama aptallar genellikle bağnazdır diyorum. _Hakikatin yasaklanması, hakikatten bir şey eksiltmez. Tarih, zulümlerle susmak zorunda bırakılmış doğrularla doludur. _Eylemler mutluluğu artırmaya yöneldiği ölçüde doğru, mutluluğun tersini üretmeye yöneldiği ölçüde yanlıştır. _Memnun bir domuz olmaktansa, memnun olmayan bir insan olmak daha iyidir; memnun bir aptal olmaktansa, memnun olmayan bir Sokrates olmak daha iyidir. Ama aptal ya da domuz farklı bir görüşteler ise, bu, onların, meselenin sadece bir yanını bildiklerinden ileri gelmektedir. Diğer taraf ise meselenin iki yanını da biliyor. _İster ahlaki ister bilimsel olsun, ilerleme tipik olarak dini düşüncelerden uzaklaşan ve kalabalıklardan kopan bireyden gelir. _Arzularımı tatmin değil, sınırlandırmak sayesinde mutlu olmayı öğrendim. _İnanmış iradeli bir kişi; sadece çıkarlarına göre hareket eden doksan dokuz kişiye denk toplumsal bir güçtür. _İnsanlar kötülük yaparlar; arzuları çok şiddetli olduğu için değil, vicdanları çok zayıf olduğu için. _İnsanlar, boş korkuların başkalarının yerini almasına, şikayet ettikleri kötülüklerin yerine daha büyük kötülüklerin geçmesine izin vermemeli; insanların hareket özgürlüğüne getirilen her kısıtlamanın (ki bunun tek kabul edilebilir biçimi, onları, yaptıkları kötülüklerden sorumlu tutmaktır) insan mutluluğunu kurutacağını ve insan soyunu yoksullaştıracağını hatırda tutmalı. Çünkü insan yaşamını değerli kılan tek şey budur. _Toplumun, beğendiği ya da beğenmediği şeyler, herkesçe uyulmak üzere konan kuralları uygulamada tayin etmiş olan başlıca etmenlerdir. Genellikle de düşüncede ve duyguda toplumun ilerisinde olanlar, bu duruma, her ne kadar ayrıntılarında karşı çıkmış olabilirlerse de, özüne yönelik bir mücadeleye girmemişlerdir. Toplumun beğendiği ya da beğenmediği şeylerin bireyler için bir yasa olması gerekip gerekmediğini soruşturmaktan çok, toplumun neleri beğenip neleri beğenmemesi gerektiğini araştırmakla uğraşmışlardır. Genel akıma uymayanlarla birlikte özgürlük savunmasında dava birliği etmekten çok, bizzat kendilerinin herkesten ayrıldıkları belirli konularda insanların duygularını değiştirmeye çalışmayı yeğlemişlerdir. Biricik hal, dini inanç olayıdır: ahlaki duygu denen şeyin yanılabilirliğinin en göze çarpar örneğidir. Çünkü, samimi bir bağnazın gözünde, en kuşku götürmez duygu hallerinden biridir. _Bana öyle geliyor ki, bir ilke yokluğunun sonucu olarak hala taraflardan biri öbürü kadar sık yanılıyor. _Bütün ahlaki sorunlarda ben faydayı başvurulacak en yüksek ölçü olarak görüyorum. _Bir çağın veya ülkenin kararı da, öbürlerinin gözünde şaşılalacak bir şeydir. Kendi belirledikleri kurallar onlara son derece açık ve haklı görünmektedir. Bu evrensel yanılsama, atalar sözünün dediği gibi yalnız «ikinci tabiat> olan değil, ama yanlış olarak sürekli birinci tabiat diye alınan geleneğin sihirli etkisinin örneklerinden biridir. _Çoğunluk, hükümetin kuvvetini kendi kuvveti, fikirlerini kendi fikirleri olarak hissetmeyi henüz öğrenmemişlerdir. Bunu öğrendikleri gün, olasıdır ki bireysel özgürlük hükümet tarafından, bugün kamuoyu tarafından olduğu derecede istilaya uğrayacaktır. _İnsanlar, hükümetin yapacağı ya da yapmayacağı konusunda besledikleri inanca göre, veya hükümetin onu kendilerinin beğendikleri tarzda yapacağı ya da yapmayacağı konusunda besledikleri inanca göre taraf tutarlar. _Kendisinin dış ilişkilerine ait olan her konuda birey, çıkarları söz konusu olan şahıslara karşı ve gereğiınde onların koruyucusu durumundaki topluma karşı hukuken sorumludur. _Geçmişin dinlerine karşr en şiddetli muhalefeti gösterıniş olan modern reformculann bazıları, ruhani egemenlik hakkı iddia etmekte ne kiliselerden ne de mezheplerden hiç de geri kalmamışlardır. _İnsanoğlunun ister yönetenler, ister basit vatandaşlar olarak, kendi düşünce ve eğilimlerini başkalarına birer davranış kuralı olarak zorla kabul ettirmek eğilimi, insanın doğasındaki en iyi ve en kötü duyguların bazılarıyla öyle güçlü bir biçimde desteklenmektedir ki, bunu olsa olsa ancak yetki yokluğu disiplin altında tutmaktadır. _Çağımız; inançtan yoksun fakat kuşkuculuk karşısında dehşete düşmüş, diye nitelendirilmiştir. * * * * * * * * * * * * _Düşünce ve Tartışma Özgürlüğüne Dair_ _Yargı yetisi, insanlara, onu kullansınlar diye verilmiştir. Bu yargılamanın hatalı olarak kullanılması olasılığı var diye, insanlara, onu hiç kullanmayacaksınız mı diyeceğiz? Onların zararlı saydıkları şeyi, yasak ettikleri, hatadan affolunmayı iddia etmek değil, aksine kendilerine düşen vicdan kanılarına göre davranmak görevini, yanılır dahi olsalar, yerine getirmeleri demektir. Düşüncelerimizin yanlış olması olasılığı var diye hiçbir zaman bu düşüncelere göre harekete geçmeyecek olursak, bütün çıkarlarımızı yüzüstü ve bütün görevlerimizi yapılmamış bırakırız. Her davranışa uygulanan bir itiraz, herhangi tek bir davranış biçimine karşı hiç de sağlam bir itiraz olmayabilir. Ellerinden gelen en doğru düşünceleri edinmek; bunları dikkatli bir biçimde edinmek; doğru olduklanna iyice emin olmadıkça da bunları başkalarına asla zorla kabul ettirmemek, hükümetlerin ve bireylerin görevidir. _(Böyle akıl yürütenler, sözlerine devamla diyebilirler ki) : Fakat onlar bundan emin olunca, kendi düşüncelerine göre harekete geçmekten kaçınmaları, salt daha az aydın olan çağlarda başka insanlar şimdi doğru olduğuna inanılan düşüncelere zulümle karşılık vermişlerdir diye, insanlığın iyiliği için bu ya da öbür dünyada tehlikeli olduğuna kendilerinin içtenlikle inanmış bulundukları öğretilerin etrafa sınırsızca yayılmasına izin vermeleri artık insaf değil korkaklık olur. Aynı yanılgıya düşmemeye dikkat edelim denebilir ama hükümetler ve uluslar, otoritenin kullanılmasına elverişli konular olduğu yadsınamayan diğer şeylerde de yanılgıya düşmüşlerdir. Kötü vergiler koymuşlar, haksız savaşlar yapmışlardır. Böyledir diye hiç vergi koymamamız; ve ne gibi bir kışkırtma karşısında kalırsak kalalım, hiç savaşmamamız mı gerekir? _Zorbaları öldürmek öğretisi, bütün zamanlarda ahlakın kapanmamış sorunlarından biri olmuştur. Yasanın üstüne çıkarak kendini yasal ceza veya denetimin erişemeyeceği bir yere koymuş olan bir caniyi yere seren bir yurttaşın eylemi, bütün uluslarda en iyi ve en akıllı bazı insanlar tarafından, bir cinayet değil yüksek bir erdemlilik sayılmıştır. Bu eylem, ister doğru ister yanlış, adam öldürme olarak değil, iç savaş olarak değerlendirilmiştir. Böyle olunca, bence bu eylem kışkırtma, belirli bir durumda cezayı gerektiren bir konu olabilir. Fakat ancak şu koşulla ki bunun ardından açık bir eylem gelmesi ve hiç olmazsa eylemle kışkırtma arasında olası bir bağlantı kanıtlanabilmiş olması koşuluyla. Bu durumda saldırıya uğrayan hükümet, kendi varlığına karşı yöneltilmiş olan saldırıdan, öz varlığı korumak hakkını kullanarak yasal bir biçimde cezalandırılabilir. _Ümit olunur ki, basın özgürlüğünün, yoz ya da zorba hükümete karşı güvencelerden biri olarak herhangi bir savunmaya gereksinim gösterdiği zamanlar artık arkada kalmıştır. Çıkarları halkın çıkarlarıyla bir olmayan bir yaşama veya yürütme organının onlara bir takım fikirleri zorla kabul müsaade etmenin aleyhinde şimdi artık hiçbir kanıtın gerekli olamayacağını var sayabiliriz. (Tudorlar zamanında basın, emir kuluydu.) _Mutlak hükümdarlar her zaman, hemen her konuda kendi düşüncelerine tam güven duyarlar. Kendi düşüncelerine zaman zaman karşı çıkılan ve yanıldıklarında hatalarını düzeltmek alışkanlığından tamamiyle yoksun bulunmayan daha mutlu konumdaki insanlarsa, aynı sınırsız güveni, kendi düşüncelerinden, yalnız, çevrelerinde bulunanlarca ya da sürekli görüşlerini sordukları kimselerce paylaşılanlar hakkında gösterirler; çünkü insan hep tek başına yargılamasına güveni olmayışı oranında gizli bir güvenle, genel olarak alemin yanılmazlığına, dayanır. Alemse, her bireye göre, kendisinin temasta bulunduğu kesimdir. Kendi partisi, kendi mezhebi, kendi kilisesi, kendi toplumsal sınıfı gibi; eğer bu bir kimse için kendi ülkesi, kendi çağı kadar geniş herhhangi bir anlam taşıyorsa, ona, diğerleriyle ölçülünce, hemen hemen liberal ve geniş düşünceli denebilir. Diğer çağ, ülke, mezhep, kilise, sınıf ve partilerın bir zamanlar kendi düşüncesinin tam aksini düşünmüş ve hatta şimdi bile düşünmekte olduklarını bilse dahi, onun bu kolektif otoriteye inancı yine sarsılmaz. Ayrı düşüncede olan başka insanların alemlerinin tam karşısında olmanın sorumluluğunu kendi aleminin omzuna bırakır. Bununnla birlikte hiçbir kanıt gerektirmeyecek kadar açıktır ki, bireyler kadar çağlar da yanılmaz değildir; her çağın tuttuğu düşüncelerden bir çoğunu sonraki çağlar yalnız yanlış değil, aynı zamanda saçma saymışlardır; bir zamanlar genel olan birçok düşünceleri günümüz nasıl kabul etmiyorsa, şimdi genel olan düşünceleri de gelecek çağların kabul etmeyeceği aynı derecede kesindir. _Mutlak kesinlik diye bir şey aradığımız yok, insan yaşamının amaçları için yeter güvence arıyoruz. Bizzat kendi davranışımıza kılavuz olması için düşüncemızın doğru olduğunu varsayabiliriz, saymalıyız da. Kötü adamların bizim yanlış ve zararlı saydığımız düşünceleri yayarak toplumu bozmalarına engel olduğumuz zaman ondan daha fazla bir şey varsaymış olamayız ki. Yanıtlıyorum, bu çok daha fazla şey varsaymak olur. _Gerek düşünce tarihini ve gerekse insan yaşamını ele aldığımızda, bunların her ikisinin de olduklarından daha kötü olmayışlarını neye bağlamalı? Kuşkusuz bunu insan anlayışının öz gücüne bağlayamayız, çünkü açık olmayan herhangi bir konuda, onu usa vurabilecek yetenekte bir kişiye karşılık bu yetenekten yoksun doksan dokuz kişi vardır; yüzüncü şahsın yeteneği de salt görelidir, çünkü geçmişteki her kuşağın seçkin insanlarının çoğunluğu, şimdi yanlış olduğu bilinen birçok düşünceyi tutmuşlardır. Kimsenin haklı gösteremeyeceği birçok şeyleri yapmışlar veya onaylamışlardır. O halde, insanlar arasında, akla uygun düşüncelerin ve davranış biçimlerinin genellikle üstün gelmesinin nedeni nedir? İnsan ilişkileri hemen hemen umutsuz bir duruma düşmedikçe ki daima düşegelmiştir, var olması gereken bu üstünlük eğer gerçekten varsa, nedeni, insandaki gerek düşünsel gerekse ahlaki bir yaratık olarak saygıya değer her şeyin kaynağı olan insan beyninin bir özelliğidir; yani, akla uygunluğun üstünlük kazanması, insanın yanılgılarının düzeltilmesin mümkün oluşundan ileri gelmektedir. İnsanın, yanılgılarını tartışma ve deneme yoluyla düzeltmek yeteneği vardır. Salt deneme elvermez. Denemenin nasıl yorumlanacağını göstermek için, tartışma da olmalıdır. Yanlış düşünceler, yanlış uygulamalar olgunun ve kanıtın karşısında yavaş yavaş teslim olurlar; fakat akıl üzerinde herhangi bir etki yaratmaları için olguların ve kanıtların, anlayışın önüne serilmesi gereklidir. Anlamlarını ortaya çıkaran yorumlar olmadan kendi kendilerini açıklayan pek az olgu vardır. Şu halde insan uslamlamasının bütün gücü ve değeri bu tek özelliğe, yani yanlış olduğu zaman düzeltilebilmesine bağlı olduğundan, ona ancak onu düzeltme çareleri devamlı olarak elde bulundurulduğu zaman güven beslenebilir. _İnsanların en bilgelerinin, o kendi yargılamalarına güvenmeye en çok hakkı olan kimselerin bile, bu güvenlerini bir güvenceye bağlamak için gerekli bulduklarına, halk denen o birkaç akıllıyla birçok akılsızdan oluşan karışık topluluğun da uymasını istemek hiç de aşırı bir istek değildir. Kiliselerin en hoşgörüsüzü olan Roma Katolik Kilisesi, bir azizin azizliğini resmen tanıma töreninde bile, bir Şeytanın avukatını kabul edip onu sabırla dinler. Görülüyor ki, insanların en azizi ölümünden sonra azizlik mertebesine, ta şeytanın onun aleyhinde söyleyebileceği her şey bilinip tartılıncaya kadar kabul edilemiyor. Hatta eğer Newton felsefesinin bile tartışılmasına izin verilmemiş olsaydı, insanlar onun doğruluğu hakkında bugün duydukları kadar tam güven duyamazlardı. Haklarında en fazla güvenceye sahip olduğumuz inançların, herkesi onların asılsız olduklarını kanıtlamaya durmaksızın çağrıdan başka bel bağlayabilecekleri hiçbir koruyucu şey yoktur. Eğer bu meydan okumayı kabul eden çıkmaz ya da çıkıp da girişimi sonuçsuz kalırsa, kesinlikten gene oldukça uzağa, eğer tartışma alanı açık bulundurulursa, daha üstün bir gerçek var olduğu takdirde, insanın aklı onu alabilecek duruma geldiği gün onun da bulunacağını umut edebiliriz; arada geçecek zaman süresince de gerçeğe yaklaşmanın kendi zamanımızda mümkün olan kadarını elde etmiş olduğumuza güvenebiliriz. Yanılabilir bir yaratığın elde edebileceği işte bu kadardır ve onu elde etmenin tek yolu budur. _Sokrates_ _Sokrat öldürülmüştü fakat Sokrat'ın felsefesi gökyüzünde güneş gibi yükseldi ve nurunu bütün düşünce semasına yaydı. Hristiyanları aslanlara atıp parçalatmışlardı, fakat Hristiyanlık büyüyüp dalları etrafa yayan ulu bir ağaç oldu; daha yaşlı, daha güçsüz bitkilerin tepelerinden aşıp onları gölgesinde boğdu. Sokrates’e öyle bir kafirlik ucubesi gibi davrandılar ki, şimdi ona uygun gördükleri davranıştan dolayı, asıl kendileri öyle sayılmaktadırlar. _İnsanlara bir zamanlar, zamanının yasal yetkilileri ve kamuoyu arsında unutulmaz bir çatışma olarak geçen Sokrat diye bir adamın yaşadığını sık sık hatırlatılmalıdır. Bu adam, hem onu hem o çağı en iyi bilenler tarafından, kuşaktan kuşağa bize kadar o çağın en erdemli insanı olarak aktarılmıştır. O zamandan beri dünyaya gelmiş bütün yüksek düşünürlerin üstadı, ahlaksızlık ve kafirlik suçlamasıyla yargılanarak yurttaşları tarafından idama mahkum edilmişti. Diğer yandan biz onu bütün sonraki erdem hocalarının başı ve asıl örneği olarak; ahlakın olduğu gibi diğer her felsefesinin iki pınarını oluşturan Platon ile Aristo felsefesinin kaynağı olarak tanıyoruz. Kafirliği, devlet tarafından tanınmış olan ilahları yadsımasıdır; Sokratesi suçlayan kişi onun ilahlara hiç inanmadığını söylemişti. Ahlaksızlığı da, öğretileriyle gençliği yozlaştırmış olması dolayısıyladır. Mahkeme kendisini bu suçlardan, her bakımdan inanılabilir ki, samimi clarak suçlu buldu ve belki o zamana kadar doğanlar içinde insanlığa en yaraşır olan adamı bir cani gibi ölüme mahküm etti. Tinsel büyüklüğü, yaşamına ve konuşmalarına tanık olmuşların anılarında, sonraki 18 yüzyılda onu bizzat Kadir-i Mutlak diye yücelttirecek bir izlenim bırakmış olan adam, nefret uyandıracak bir biçimde öldürülmüştü; hem de ne diye? Kutsal kavramlara söven biri diye. İnsanlar sadece velinimetlerini tanımamakla kalmadılar; tam tersi bir biçimde tanıdılar. Bundan, adli haksızlığın bir başka örneğine geçersek; 1800 yılı aşkın bir süre önce Golgota'da meydana gelmiş olan olayı, Sokrat'ın mahkümiyetinin arkasından anmak, hiç de birıncirıin etkisini zedelemez.(Golgota tepesi Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği tepe) Bu işleri yapanlar, her bakımdan, kötü adamlar, insanların her zaman olduğundan daha kötü adamlar olmaktan çok, aksine iyi insanlardı; çağlarının ve uluslarının din, ahlak ve vatanseverlik duygularına tamamen, hatta belki daha da fazla sahiptiler. Bugün onun bu davranışından tüyleri ürperenlerin çoğu, onun zamanında yaşamış bulunsalar ve Yahudi doğmuş olsalardı, tam da onun gıbi davranırlardı. _(Sokrat ve isa, canice öldürüldü ve bu o zamanlara göre normaldi ama bugün, öldürülenler kahraman, öldürenler ise cani olarak tanımlanıyor.) _Kadir-i Mutlak: Her şeye gücü yeten, tanrı, _Marcus Aurelius_ _Elinde güç olan insanlardan, kendini çağdaşları arasında en iyi ve en aydıın saymakta hakkı olan biri varsa o da Marcus Aurelius'tu. Bütün uygar dünyanın mutlak hükümdarı olan bu kimse ömrü boyunca yalnız en kusursuz adaleti korumamış fakat aynı zamanda aldığı stoacı eğitimden hiç de umulmayan en merhametli yüreği taşımıştır. Kendisine yüklenen birkaç zaafın hepsi de hoşgörürlükten yanaydı; eski düşüncenin en yüksek ahlaki ürünü olan yazılanysa İsa 'nın en karakteristik telkinlerinden, eğer farklıysa, hemen hemen göze görüınmeyecek kadar az farklıdır. O zamandan beri saltanat sürmüş olan görünürde Hristiyan hükümdarların aşağı yukarı hepsinden, kelimenin dogmatik anlamından başka her anlamıyla, daha iyi bir Hıristiyan olan bu adam, Hristiyanlığı ezmiştir. İnsanlığın bütün daha önceki edinilmiş bilgilerinin en üstüne çıkmış, özgür düşünceli ve kendisini ahlaki yazılarına Hristiyan ülküsünü kendiliğinden sokmaya yöneltmiş bir karaktere sahip olan Aurelius, yine de Hristiyanlığın dünya için bir kötülük değil bir iyilik olacağını -dünyaya karşı yükümlü olduğuna o kadar derinden inandığı görevleri endişesiyle- görememiştir. O dönemdeki toplumun acınacak bir durumda olduğunu biliyordu. Fakat toplumu bir arada tutan ve daha kötü olmasını önleyeniın, tapınılan ilahlara inanç ve saygı gösterilmesi olduğunu görüyor, ya da gördüğünü sanıyordu. İnsanlığın yöneticisi olarak, toplumun paramparça olmasma meydan vermemeyi kendi görevi sayıyordu; ve eğer toplumun var olan bağları çözülecek olursa, bir daha onu tekrar bir araya getirecek başka bağların nasıl oluşturulabileceğini aklı almıyordu. Yeni din açıkça bu bağları çözmeyi amaçlıyordu: Şu halde bu dini kabul etmek olmadığı sürece, görevi, onu yıkmak gibi görünüyordu. Bu bakımdan, Hıristiyanlık teolojisi ona hak veya ilahi kaynaklı görünmediği için; çarmıha gerilmiş bir tanrının bu garip öyküsü ona göre inanılır bir şey olmadığı için; ona göre, baştan aşağı bu derece inanılmaz bir temele dayanmak iddiasını taşıyan bir sistemin, bütün budamalardan sonra yeniden boy veren, böylece doğruluğu fiilen kanıtlamış bulunan bir hareket olduğunu önceden göremediği için; filozofların ve hükümdarlann en yumuşak huylusu ve en sevimlisi olan Aurelius, yüce bir görev duygusu içinde, Hristiyanlığa zulmedilmesini buyurdu. Bence bu, bütün tarihin en trajik olaylarından biridir. Hiçbir Hristiyan, tanrıtanımazlığın toplumu dağılmaya doğru götürdüğüne. Marcus Aurelius'un aynı şeylere Hristiyanlık hakkında inandığından daha kuvvetli bir şekilde inanmaz; o Aurelius ki, o zamanda yaşayan bütün insanlar içinde, bunu en fazla değerlendirebilecek insan sayılabilirdi. Düşüncelerin yayılmasını cezalandırmaktan yana olan herhangi bir kimse, kendisini Marcus Aurelius'tan daha akıllı, daha iyi zamanının bilimini ondan daha derin bır biçimde bilen, kafaca zamanının üstüne ondan daha fazla çalışmış, gerçeği aramakta ondan daha ciddi ya da gerçeği bulunca kendini ona adamakta ondan daha ileri bir adam sanmadıkça; büyük Antonious'un yapıp da o kadar başarısız bir sonuç veren girişiminde olduğu gibi, ne kendisi için ne de çoğunluk için yanılmazlık taslamasın. _Dine aykırı düşünceleri sınırlamak için cezaya başvurulmasını -Marcus Aurelius'u haklı göstermeyecek herhangi bir kanıtla- savunmanın olanaksızlığını bildiklerinden, diın özgürlüğünün düşmanları, çok sıkıştıklarında, zaman zaman, bu sonucu kabul ederek, Dr. Johnson'la birlikte, Hristiyanlığa eziyet etmiş olanlarıın haklı olduklarnı; işkencenin, gerçeğin geçmesi gereken güç bir sınav olduğunu, her zaman da bundan başarıyla geçtiğini, çünkü yasal cezaların, zararlı yanılgılara karşı bazen yararlı bir biçimde etkili olsalar da, sonuçta gerçek karşısında güçsüz olduklarını söylerler. Bu, dini hoşgörüsüzlüğü savunmanın, işaret edilmeden geçilemeyecek kadar dikkate değer bir şeklidir. Gerçeğe işkence edilmesinin ona hiçbir zarar verebilme olasılığı yoktur deyip, gerçeğe haklı görülebilecek bir biçimde zulmedilebileceğini ileri süren bir kuram, yeni gerçeklerin kabulüne bilerek karşıt olmakla suçlanamaz ama biz de bu kuramın insanlığın yeni gerçekleri kendilerine borçlu olduğu şahıslara uygun gördüğü davranışın yüce gönüllülüğünü övemeyiz. _Cicero_ _Eski çağın en büyük söz ustası. Karşıtının davasını her zaman, kendi davasından daha fazla değilse bile, aynı ölçüde büyük bir titizlikle incelermiş. Herhangi bir konuyu gerçeğe ulaşmak için inceleyen herkes, Cicero'nun bir davanın kazanılma aracı olarak kullanmış olduğu bu yolu taklit etmelidir. Kim bir davanın yalnız kendi tarafını bilirse, o davayı az bilir. Kendisi de karşı tarafın nedenlerini çürütme gücüne sahip değilse, bunların ne olduklarından bile haberi yoksa, o kimsenin elinde bu düşüncelerden ne birini ne de ötekiıni yeğlemek için dayanabileceği hiçbir dayanak yoktur. Bu kişi için akıllıca olan durum, kararı ileriye bırakmak olabilir; ve o bununla yetinmedikçe, ya otorite tarafından güdülür, ya da insanların çoğunluğunun yaptığı gibi, kendisinin en çok eğilim duyduğu düşünce hangisiyse onu kabulleniverir. Kimse o kanıtları asıl onlara inanan, onları ciddi olarak savunan ve onlar için ellerinden gelenin en çoğunu yapan kimselerin ağzından dinleyebilmelidir. O bu kanıtları en akla uygun ve en inandırıcı şekilleriyle bilmelidir: konuyu doğru olarak görmenin, karşılaşması ve ortadan kaldırması gereken zorluğun bütün gücünü hissetmelidir; yoksa bu zorluğu karşılayan ve gideren gerçek parçasını hiçbir zaman gerçekten elde edemez. Öğretim görmüş denen insanların yüzde doksan dokuzu bu durumdadır, hatta kendi düşüncelerini düzgün bir biçimde savunabilenlerin bile yargıları doğru olabilir, fakat her bildikleri yanlış da olabilirdi. Çünkü onlar hiçbir zaman kendilerini başka türlü düşünenlerin yerine koymamışlar, böyle kimselerin neler söyleyebilecekleri üzerinde kafa yormamışlardır; bunun sonucu olarak da dile getiırdikleri öğretiyi kendileri de, kelimenin hiçbir yönüyle asıl anlamıyla bilmezler. O öğretinin geri kalan kısmını açıklayan ve gerçekliğini tanıtlayan yanlarını bir başkasıyla çatışır gibi görünen bir olgunun onunla bağdaşır olduğunu, ya da her ikisi de açıkça güçlü olan iki nedenden ötekinin değil berikinin yeğlenmesi gerektiğini gösteren düşünceleri bilmezler. Gerçeğin, ibrenin yönünü değiştiren ve tam olarak bilgilenmiş bir beyinin yargısını belirleyen bütün o kısmına onlar yabancı kalırlar; zaten gerçeğin bu kısmı olsa olsa ancak tartışmanın her iki tarafını aynı şekilde ve tarafsızlıkla dinlemiş ve her iki tarafın nedenlerini en güçlü bir ışık altında görmeye çabalamış olanlar, gerçekten bilirler. Bu disiplin ahlaki ve insani konuların gerçekten anlaşılması için o kadar esaslı bir koşuldur ki, eğer bütün önemli gerçeklere itiraz edenler yoksa, onların var olduğunu düşünüp en becerikli şeytanın avukatının büyüyle toplayabileceği en güçlü kanıtlarla donatmak çok gereklidir _Baskılanan Düşünceler hakkında_ _Bizim salt toplumsal hoşgörüsüzlüğümüz kimseyi öldürmez, hiçbir fikri kökünden sökmez, ancak insanları, o düşünceleri gizlemeye ya da onları yaymak konusunda herhangi bir etkin çaba sarfından kaçınmaya yöneltir. Bizde genel fikre uymayan düşünceler, ne gözle görülür bir ilerleme ve ne de bir gerileme kaydeder; hiçbir zaman geniş bir çevreye ve uzaklara ışık salacak şekilde parlamaz; ancak ilkin hangi daracık düşünce çevrelerinden çıkmışlarsa gene oralarda ya da okumayı seven kimselerin çevrelerinde -genel insan ilişkilerini ne gerçek ne aldatıcı hiçbir ışıkla asla aydınlatmadan- tıpkı küllenmiş bir ateş gibi, için için yanmakta devam eder. Böylelikle de, bazı kafalara çok hoş gelen bir düzen devam ettirilir; çünkü bu düzen bir taraftan, düşünme hastalığına tutulmuş olan karşıtlara akıl kullanmayı kesin olarak yasaklamazken öte yandan, kimse hakkında para cezası ya da hapis gibi hoş olmayan bir yola başvurma, bütün egemen düşünceleri görünüşte bozulmadan korur. Düşürıce dünyasnı da rahatlık elde etmek ve orada her şeyin şimdiki gidişine çok benzer bir gidişte sürmesini sağlamak için ne uygun bir plan! Fakat düşünceleri bu türden bir rahatlığa kavuşturmak için ödenen karşılık, insan beyninin bütün tinsel yürekliliğini gözden çıkarmaktır. _En çalışkan ve en soruşturan beyinlerin büyük bir kısmının, kendi inançlarının genel ilkelerini ve dayanaklarını kendi içlerinde saklamayı uygun buldukları ve halka seslenirken de ellerinden geldiği kadar, kendi yargılarını, kendi içlerinden reddettikleri önermelere uydurmaya kalktıkları bir toplum düzeni, bir zamanlar düşünce dünyasını bezemiş olan açık ve korkusuz insanları, mantıklı ve özü sözüne uygun aydın kişileri ortaya çıkaramaz. Böyle bir düzenin geçerli bulunduğu yerde ancak ya basmakalıp düşüncelerle uzlaşan ya da gerçek konusunda zamana uyan türden insanlar bulunabilir ki, bunların bütün büyük konulardaki kanıtları, kendi dinleyicilerini göz önünde tutarak söyledikleri kanıtlardır, yoksa bizzat kendilerini inandırmış olan kanıtlar değildir. Bu iki şıktan birirıe düşmekten sakınabilenler bunu şu yoldan yaparlar: Düşünce ve ilgilerini ilkelerin tehlikeli alanına girmeden konuşulabilecek şeylere yôneltirler; yani, ancak insanların kavrayışları güçlendıği ve genişlediği takdirde düzelebilecek ve o zamana kadar fiilen asla düzelmeyecek olan küçük pratik sorunlarla uğraşmakla yetinirler; ama öte yandan, insanların anlayışlarını güçlendirip genişletebilecek olan şey, yani en yüksek konular üzerinde özgür ve atılgan düşünceler bir yana bırakılır. _Genel düşünceden ayrılanların bu çekingenliğinde hiçbir sakınca görmeyenler ilk önce şunu dikkate almalıdırlar ki, bu çekingenlik sonucunda aykırı düşüncelerin hiçbir zaman açık ve tam bir tartışması yapılmaz; yasaktan en çok zarar gören, aykırıların düşünceleri değildir. Yapılan en büyük zarar, aykırı olmayanlara ve aykırılık korkusuyla tüm düşünsel gelişmelerine tutukluk ve akıllarına yılgınlık gelen kimseleredir. _Bir düşünür olarak ilk görevinin, kendisini hangi sonuçlara ulaştırırsa ulaştırsın anlayışının izinden ayrılmamak olduğunu önceden kabul etmeyen hiç kimse, büyük bir düşünür olamaz. Gereği gibi araştırma ve hazırlıktan sonra kendi başına düşünen bir kimseniın yanılgılarının bile, doğru düşünceleri, salt kendileri düşünmek yorgunluğuna katlanmadıklarından dolayı kabul edenlerin bu doğru düşünceierinden daha çok yararı dokunur gerçeğe. _Düşünme özgürlüğü, büyük düşünürler yetiştirmek için gerekli değildir. Tam tersine, düşünce özgürlüğü, ortalaIıkta insanların düşünsel olarak ulaşmak yeteneğinde oldukları çapa varabilmelerini olanaklı kılmak için de yine o kadar hatta daha bile çok gereklidir. Genel bir zihin tutsaklığı havası içinde tek tek büyük düşünürler çıkmıştır, yine de çıkabilir. Fakat bu hava içinde işlek kafalı bir halk hiçbir zaman var olmamıştır, ne de olacağı vardır. Nerede ilkelerin tartışılmayacağına dair dolaylı bir anlaşma varsa, nerede insanlığı uğraştırabilecek en büyük sorunların tartışması kapanmış sayılıyorsa, oralarda bazı tarih dönemlerine o kadar olağanüstülük vermiş olan o genellikle yüksek düşünsel canlılık derecesine rastlayabileceğimizi hıç umamayız. Ancak coşku uyandıracak büyüklükte ve önemde olan konuların tartışılmasından kaçınılmadığı zamanlardadır ki bir halkın düşünceleri ta temelinden sarsılıp en gelişigüzel kavrayış sahibi kişileri bile düşünen birer yaratık olma onuruna yükselten itici güç verilebilmiştir. Böyle örneklerden birine, Avrupanın, Reformu hemen izleyen zamanlardaki durumunda tanık olduk; bir diğeriıni, kıta Avrupası ve daha aydın bir sınıfla sınırlı olmakla birlikte, onsekizinci yüzyılın ikinci yarısındaki düşün hareketi sırasında; ötekilerden daha da kısa süren bir üçüncüsünü de Goethe ve Fichte'nin çağlarında Almanya'nın düşünsel mayalaşmasında gördük. Bu dönemler geliştirdikleri belirli düşünceler bakımından birbirlerinden çok ayrıydılar; fakat şu anda birbirine benziyorlardı ki her üçü sırasında da otoritenin boyunduruğu kırılmıştı. Bunların her birinde, eski bir düşünce yobazlığı kovulmuş ve bunun yerini henüz hiçbir yenısı almamıştı. Bu üç dönemde verilen itici güç Avrupa'yı bugünkü Avrupa yapmıştır. İnsanlığın gerek düşüncesinde, gerek kurumlarında olan her iyileşmenin izi takip edilirse açık bir biçimde bu üç dönemden birine dönülebilir. Bir süredir durum öyle gösteriyor ki bu itici güçlerin her üçü de artık hemen hemen tükenmiştir; düşünce özgürlüğümüzü tekrar sağlamlaştırıncaya kadar da hiçbir taze hareket başlangıcı bekleyemeyiz. _Söz götürmez diye kabul edilen düşüncelerin herhangi birinin yanlış olabileceği varsayımı bir yana bırakarak onların doğru olduklarını varsayalım ve doğrulukları özgürce ve açıkça araştırılmadığı zaman bunlara olası inanış biçiminin ne değer taşıyabileceğini inceleyelim. _İnsanlığın kavrama ve yargılamasının geliştirilmesi gerekli. Anlayışın işlenmesinin nispeten en çok bağlı bulunduğu bir şey varsa o da muhakkak ki bir kimsenin kendi düşüncelerinin dayandığı dayanakları öğrenmesidir. Doğru olarak inanılması en başta gelen bir önem taşıyan konularda, insanlar inandıkları her ne olursa olsun, hiç değilse sıradan itirazlara karşı savunabilmelidirler. Düşüncelere hiç itiraz edildiği duyulmuyor diye bundan o düşüncelerin salt papağan gibi tekrarlandığı sonucu çıkmaz. Heliosantrik (güneş merkezli) yerine bir geosantrik (yer merkezli) teori, oksijen yerine bir flojiston gibi ve diğer kuramın neden doğru bir teori olamayacağının gösterilmesi gereklidir. _Düşünceleri güçten düşürmek için, özgür tartışmaya karşı olan birinin şunları söylemesi beklenebilir: Genellikle insanlar için filozoflar ve ilahiyatçılar tarafından, düşüncelerinden yana ya da karşı söylenebilecek olan her şeyi bilmek ve anlamak zorunluluğu asla yoktur. Sıradan insanların çok kurnaz bir karşıtın bütün yanlış sözlerini ve yanılgılarını ortaya koyma gücüne sahip olmalarına gerek yoktur. Onları yanıtlayabilecek güçte birinin her zaman var olması yeterlidir; böylece bilgisiz kimseleri yanlış yollara yöneltebilmesi olasılığı olan hiçbir şey, çürütülmeden kalmaz. Basit düşünceliler, kafalarına sokulmuş olan gerçeklerin dayanakları kendilerine öğretilmiş olduğundan geriye kalan kısmı için otoriteye güvenebılir; ortaya çıkarılabilecek her güçlüğü çözümlemek için ne gerekli bilgiye ne de beceriye sahip olmadıklarını kendilerı de bildiklerine göre, çıkarılmış olan tüm zorluklara, bu görev için özel biçimde yetiştirilmiş kimseler tarafından yanıt verilebileceği güvencesine de bel bağlayabilirler. _Ruhban sınıfı_ _Hiç değilse onlara tam bir güven duyulabileceğinden, karşıtların kanıtları konusunda, onları yanıtlamak için, kendilerini yetkili ve geçerli bir biçimde bilgili kılabilirler ve bundan ötürü aykırı kitapları okuyabilirler; papaz olmayanlarsa alınması güç özel bir izin olmadıkça bunları okuyamazlar. Bu disiplin, davasının bilinmesinin öğretmenlere yararlı olacağını kabul ediyor, fakat bunu diğer insarlar için reddetmenin çarelerini de buluyor. _Hristiyanlık_ _Nitelikleri gereğince beyin üzerinde en derin etkiyi yapmaya elverişli olan öğretilerin, hayal gücünde, duygularda ya da kavrayışta hiç yaşanmadan, beyinde ölü fikirler halinde ne dereceye kadar kalabileceğine, Hristiyanların çoğunun bu dinin öğretilerine inanış biçimleri bir örnek oluşturur. Hristiyanlığın binde biri dahi kendi kişisel davranışını bu yasalara başvurarak yönetmez ya da ölçüye vurmaz. Onun davranısında başvurduğu ölçü kendi ulusunun, kendi sınıfınn ya da kerıdi dini mesleğinin töresidir. Böylece bir elinde, yalnız hikmet tarafırdan ona kendini yönetmesi için kurallar olarak bağışlanmış olduklarına inandığı bir ahlaki veczeler derlemesi, öbüründe ise bir dizi gündelik kararlar ve uygulamalar vardır. Hristiyanlık inancıyla dünyevi yaşamın çıkarları ve telkinleri arasında bir uzlaşmadan ibarettirler. Bu ölçülerden birincisine saygı gösterir; gerçek bağlılığını ise ötekine saklar. _İnsanın davranışını düzenleyen o canlı inanç anlamında düşünüdüğünde, bu öğretilere ancak onlara uygun olarak davranmanın alışılmış olduğu noktaya kadar inanırlar. _Hristiyan öğretilerin sıradan inananlar üzerinde hiç bir etkisi yoktur. Bu gibi inançlıların, öğretilerin sözlerine karşı, alışkanlıktan ileri gelen bir saygıları vardır; fakat kelimelerden onların gösterdiği nesnelere uzanan ve beyni bu nesneleri algılayıp inanç formülüyle bağdaştırmaya zorlayan hiçbir duyguya asla sahip değillerdir. Bunlara kesinlikle inanırlar. İnsanların her zaman övülüp de hiç tartışıldığını duymadıkları şeylere inanmaları gibi inanırlar. Fakat, insanın davranışını düzenleyen o canlı inanç anlamında düşünüldüğünde, bu öğretilere ancak onlara uygun olarak davranmanın alışılmış olduğu noktaya kadar inanırlar. İnsanlar düşüncelerine göre övülmeye değer ne yaparlarsa onu ilke aşkına yaptıklarını da öne sürerler. Ne zaman inançların uygulamaya geçirilmesi gerekse, İsa'ya ne dereceye kadar uyabilecekleri hakkında kendilerine yol göstermesi için etraflarında bir Bay A ya da B aranırlar. Şimdi iyice emin olabiliriz ki ilk Hristiyanlarda durum böyle değildi, bambaşkaydı. Eğer böyle olmuş olsaydı. Hiçbir zaman Hristiyanlık, hor görülen İbranilerin silik bir mezhebi halinden Roma İmparatorluğunun dini durumuna gelip yayılamazdı. İsa'nın sözleri, onların kafalarında, hemen de gayet hoş ve tatlı olan sözleri salt dinlemenin yarattığından öte herhangi bir etki yapmaksızın, pasif bir şekilde ötekilerle yan yana yaşarlar. Bunların anlamlannı canlı tutmak için öğretenlerin neden sıkıntıya girdiklerinin birçok nedenleri vardır; ama bunlardan biri muhakkak şudur ki yalnız bir mezhebe has olan öğretiler daha çok tartışılır ve açıkça yadsıyıcı olanlara karşı bunların savunmasına daha sık gerek duyulur. Ortada düşman kalmayınca öğretenler de öğrenenler de nöbet yerinde uykuya dalıverirler. _Hristiyan ahlak_ _Eğer Hristiyanlar, Hristiyanlığa karşı adil olmayı, inanmayanlara öğretmek isterlerse, kendileri de inançsızlığa karşı adil olmalıdırlar. _Bütün Hristiyanlar, tanrının sevgili kullarının yoksullar, alçakgönüllüler ve toplumda horlanan kimseler olduğuna; bir devenin iğnenin deliğinden geçmesinin bir zenginin cennete girmesinden daha kolay olduğuna; kendileri hakkında hüküm verilmemesi için onların başkaları hakkında hüküm vermekten sakınmaları gerektiğine; hiç yemin etmemeleri gerektiğine; komşularını kendileri gibi sevmeleri gerektiğine; eğer biri abalarını alacak olursa ona hırkalarını da vermelerinin doğru olduğuna; yarını düşünmemeleri gerektiğine; eğer mükemmel olmak isterlerse bütün ellerindekini satıp bedelini yoksullara dağıtmalarırun gerekli olduğuna iman ederler. _Şöyle bir itiraz ileri sürülebilir, öyle ama özellikle en yüksek ve yaşamsal konularda, doğru diye kabul edilen ilkelerin bazıları hiç de gerçek değildir. Örneğin, Hristiyan ahlak. Kim ondan başka türlü bir töre öğretirse bütünüyle sapkınlıktır. Hristiyan ahlaklılığının ne olduğunu ya da olmadığını ifade etmeden önce, Hristiyan ahlakından ne amaçlandığını belirlemek yerinde olacaktır. İncil her zaman daha önce var olan bir ahlaka işaret eder; emirlerini bu ahlakta daha geniş ve daha yüksek bir ahlakla düzeltilmesi ya da değiştirilmesi gereken belirli noktalara toplar. Ondan ahlaklı bir öğreti sistemi çıkarmak, eksiklerini Eski Ahit'ten -yani, gerçekten iyi diişünülmüş, fakat birçok bakımlardan ilkel olan ve yalnız barbar bir halk için hazırlanmış bir sistemden- tamamlamadıkça, hiçbir zaman mümkün olmamıştır. İsa'nın öğretisinin Yahudivari yorumlama ve onun eserine tamamlayıcı şeyler katılma biçimine kesinlikle karşıt olan St. Paul bile aynı şekilde, daha önceden var olan bir ahlak, Eski Yunanlıların ve Romalıların ahlakını temel alır. Hristiyanlara öğüdü de büyük ölçüde bu ahlaka bir uyum sistemidir; hatta bunda kölelik sistemini açıkça onaylayacak kadar ileri gider. _Hristiyan ahlakı denen, fakat daha çok teojik ahlak denmesi gereken şey, İsa'nın ya da Havarilerin eseri değildir. İlk beş yüzyıldaki Katolik Kilisesi tarafından yavaş yavaş kurulmuştur; her mezhep bunların yerine kendi karakterine ve eğilimlerine uyan yeni şeyler eklemiştir. Bu ahlaka ve onun ilk öğreticilerine insanlığın çok şey borçlu olduğunu en son yadsıyacak biri varsa o da benimdir; fakat şunu da çekinmeden söylerim ki bu ahlak, birçok önemli noktalarda eksiktir, tek yanlıdır; ve eğer onun tarafından onaylanmayan düşünceler ve duygular Avrupai yaşam ve karakterin oluşmasma yardım etmemiş olsaydı, insanoğlunun hali şimdi olduğundan daha kötü bir halde olurdu. _Hristiyan ahlakı denen şey bir tepkinin tüm niteliklerine sahiptir; büyük bir kısmı bakımından, putperestliğe karşı bir protestodur. İdeali, olumlu olmaktan çok olumsuzdur; aktif olmaktan çok pasiftir; soyluluktan çok masumluktur; enerjik bir biçimde iyiliği aramadan çok kötülükten kaçınmadır; emirlerinde, yapmayacaksın sözü, yapacaksın sözünden daha fazla geçer. Özvarlığın istekleriyle ilgili zevklere dalmaya karşı olan büyük korkusu yüzünden, bu istekleri kılmayı bir put yapmıştır ki bu da git gide legal putu haline gelerek bozulup gitmiştir. İnsanları erdemli yaşamaya özendirmek için, belli ve uygun nedenler diye, onlara tutup cennet umuduyla cehennem korkusunu gösterir; erdemli yaşama niteliğinde, eskilerin en iyi örneğinin çok aşağısına düşer; Bu, esas olarak pasif bir boyun eğme öğretisidir; kurulmuş olarak buldukları tüm otoritelere boyun eğmeyi beyinlere sokar. “Resmi bir makam için vasıflı biri varken oraya vasıfsızı atayan bir hükümdar, Allaha ve Devlete karşı günah işlemiş olur” kuralını, Yeni Ahitte değil Kuranda buluruz. Çağdaş törebilimde, kamuya karşı sorumluluk düşüncesinin kabul edilen kadarcığı da, Hristiyan kaynaklarından değil, Eski Yunan ve Roma kaynaklarından gelmektedir; bunun gibi özel yaşamın ahlakiyatında bile, yüce ruhluluk, yüksek düşüncelilik, kişisel onur ve hatta şeref duygusu, eğitimimizin dini kısmından değil, yalnız iınsani olan kısmından çıkmaktadır; zaten, biricik değer olarak -açıkça kabul edildiği üzere, yalnız boyun eğmeye değer veren bir ahlak ölçüsü böyle güzel huyları geliştiremezdide. Bunların Hristiyan ahlakının tasarımı mümkün olan her tarzında bünyesinde zorunlu olarak bulunan kusurlar olduklarını; ya da tam bir töresel öğretinin gereklerinden olup da Hristiyanlıkta bulunmayan birçok koşulların Hristiyanlıkla uzlaşma kabul etmez olduklarını iddia etmekten herkes kadar ben de ırağım. İsa'nın sözleri, kapsamlı bir ahlakın istediği hiçbir şeyle uyuşmaz değildirler; ahlak kurallarından mükemmel olan her şey bunlara sokulabilir. İsa'nın sözleri gerçeğin yalnız bir kısmını içerir ve onun bir kısmını içermesi amaçlanmıştır; en yüksek töre sisteminin temel birçok ögesi, Hristiyanlığın kurucusunun yazıya geçirilmiş bildirilerinde söz edilmemiş -ve söz edilmesi de amaçlanmamış ve Hristiyan Kilisesi tarafından bu bildiriler temel tutularak kurulan ahlak sisteminde bütünüyle bir kenara atılmış olan şeylerin arasında bulunmaktadır. _Bu dar kuram, en sonunda şimdi iyi niyetli bunca insanın ilerletmek için didindikleri töresel öğretimi, değerden epeyce düşürmek yoluyla, uygulamada çok tehlikeli bir kötülük halini almaktadır. Çok korkarım ki, düşünceyi ve duyguları yalnız dini olan bir örneğe göre kalıba dökmeye kalkışmakla; ve şimdiye dek hristiyanlık töre sistemiyle yaşamış olup bir yandan onun özünün bir kısmı almak ve diğer yanda da ona kendi özünden bazı şeyler aşılamak yoluyla onun eksiklerini tamamlamış bulunan ölçüleri bir kenara atmakla, sonuçta, aşağı, iğrenç, kölelere yaraşır bir karakter örneği meydana gelecektir ve zaten şimdiden gelmektedir bile; bu öyle bir karakter örneğidir ki, tanrının Yüce İradesi saydığı şeye karşı, istediği kadar itaatli olsun yine de, Tanrının Yüce İyiliği kavramına yükselmek ya da onu anlamak yeteneğinden yoksundur. ___ _Atasözü_ _Beklenmedik bir felaket ya da düş kırıklığı altında bunalmış kıvranırken insanın aklına bir atalar sözü gelmesi ne kadar sık olan bir durumdur; bu onun tüm yaşamı boyunca hep bildiği bir sözdür; bu sözün anlamı, eğer bu kişi onu eskiden de şimdi anladığı şekilde anlamış olsaydı, onu kötülükten korumuş olurdu. Gerçekten bunun tartışma yokluğundan başka nedenleri vardır: Fakat o kimse bir düşüncenin onu anlamış olan insanlar tarafından yandaş ya da karşı olarak tartışılmasını işitmeye alışık olsaydı, böyle gerçeklerin bile manasının çok daha fazlası anlaşılmış ve önceden anlaşılmış olanı da belleğe daha derin bir biçimde işlenmiş olurdu. Bir şey gözümüzde artık kuşkusuz hale geldi mi insanlar onun üzerinde düşünmeyi elden bırakma eğilimi kazanırlar; onların yanılgılarının yarısının nedeni işte bu öldürücü eğilimdir. Çağımızın yazarlarından biri bunu, «kesinleşmiş bir düşüncenin derin uykucusu» diyerek, güzel anlatmıştır. _Genel olarak konuşursak, aynı şey, ahlak ve din öğretilerinde olduğu kadar, sağduyu ve yaşam bilgisi gibi tüm geleneksel öğretiler için de doğrudur. Bütün diller ve edebiyatlar, yaşam hakkında, hem yaşamın ne olduğu hem de bir insanın hayatta nasıl davranması gerektiği üzerine genel düşüncelerle dolup taşar; bunlar herkesin bildiği, herkesin yinelediği, baş sallayarak dediği ya da apaçık şeyler olarak kabul ettiği, böyle olmakla birlikte yine de insanların çoğunu bunların gerçek anlamını ilk kez ancak denemeyle, çoğunlukla acılı türden bir denemeyle, edimli olarak kendi başlarına geldiği zaman öğrendikleri gözlemlerdir. _İnsanlık geliştikçe, üzerlerinde tartışılmayan ya da kuşkulanılmayan öğretilerin sayısı epeyce artacaktır. _Sokrates_ _İtiraf edeyim ki, insanlığın öğretmenlerini, o yardımcının artık elde edilemeyeceği durumlarda onun yerini tutacak bir şey bulmaya; kendilerine inananların bilincinde sorunun güçlüklerini -sanki bunlar onu kendi tarafına çelmeye uğraşan bir muhalefet kahramanı tarafından ona ısrarla telkin ediliyorlarmışcasma- taze tutmak için bir çare sağlamaya çabalar görmek isterdim. Fakat bunun için çareler arayacak yerde, onlar, önceden ellerinde bulunanları da yitirmişlerdir. Platon'un diyaloglarında enfes bir örneğini gördüğümüz Sokrat'a ait tartışmalar işte bu türden bir çareydi. Bunlar büyük felsefe ve yaşam sorununun esas olarak olumsuz bir tartışması olup mükemmel bir ustalıkla, önceden doğru sayılan düşüncenin basmakalıp deyimlerini konuyu anlamadan kabul edivermiş bulunan -kabul ettiği öğretilere hiçbir belirli anlam vermemiş olan- her bireyi ikna etmek amacına yöneltilmişti; amaç, onun kendi bilgisizliğinin farkına vararak, öğretilerin hem anlamlarını hem kanıtlarını açık bir biçimde anlama temeli üzerine kurulmuş kararlı bir inanç elde edebilmesine yol açmaktı. Orta Çağın skolastik tarbşmalannın da bir ölçüye kadar buna benzer bir amacı vardı. Bu tartışmalarla güdülen amaç, öğrencinin bizzat kendi düşüncesini ve ona karşı ileri sürülen düşünceyi anlamasını, onun kendi fikrinin dayandığı dayanakları kuvvetlendirebilmesini ve ötekininkileri çürütebilmesini güvenlik altına almaktı. Bu son anılan tartışmaların gerçekten şöyle onulmaz bir kusuru vardı ki, bunlarda başvurulan önermeler akıldan değil otoriteden alınırdı; ve, beyin için birer disiplin kuralı olarak da bunlar, Sokrat'ın çevresinde toplanan insanların akıllanın geliştirmiş olan güçlü tartışmalardan her bakımdan daha aşağıydılar; fakat modern düşünce onların her ikisine de genellikle söylemeye razı olduğundan çok daha fazla şey borçludur; şimdiki eğitim yöntemlerinde ise ne birinin ne de ötekinin yerini en küçük bir ölçüde tutan hiçbir şey yoktur. _Tüm bilgisini öğretmenlerden ve kitaplardan alan biri, -üstelik çevresini saran o kafaya bilgi tıkıştırmakla yetinme eğiliminden kendini kurtarsa bile- asla her iki tarafı dinlemek zorunda değildir; bu sebepten dolayı, bir sorunun iki tarafını da bilmek, üstelik yazarlar arasınlda bile, sık elde edilen bir başarı olmaktan çok uzaktır; yine onun içindir ki, herkesin kendi düşüncesini savunmak için söylediği şeylerin en zayıf kısmı da, karşıtlara bir yanıt diye tasarladığı kısım oluyor. Ortaya tanıtlanmış gerçekler koymaksızın teorideki zaafları ya da uygulamadaki yanılgıları gösteren olumsuz mantığı kötülemek, zamanın modası olmuştur. Nihai bir sonuç olarak böyle olumsuz bir eleştiri gerçekten oldukça yararsız olurdu; fakat tanıtlı bir bilgiye ya da bu ada yaraşır bir kanıya ulaşmak aracı olarak buna ne kadar değer verilse yine azdır; herkes buna sistemli bir şekilde tekrar alıştırılmadıkça da, düşünselliğin matematikle fiziğe ait bölümlerinden başkasında, büyük düşünürler az çıkacak ve genel düşünce düzeyi düşük olacaktır. Hiç kimlsenin karşıtlarıyla aktif olarak tartışmaya girişmenin kendisinden isteyebilecek olduğu aynı düşünce faaliyetini, ister başkalarının zoruyla, ister kendiliğinden, göstermiş olmadıkça, matematikle fizikten başka herhangi bir konudaki düşünceleri bilgi adına yaraşır değildir. Şu halde, yok olduğu zaman o kadar gerekli, fakat meydana getirilmesi de o kadar zor olan bu şeyden, kendiliğinden karşımıza çıtığı zaman kaçınmak, saçmadan da kötü bir şey olur. Önceden doğru diye kabul edilen bir düşünceye karşı çıkan, ya da yasa veya kamuoyu bıraksa karşı çıkacak olan kimseler varsa bundan dolayı kendilerine teşekkür edelim; onları dinlemek üzere can kulaklarımızı açalım; ve eğer inançlarımızın gerek kuşkudan uzak oluşunun ve gerekse canlılığının gözümüzde bir değeri varsa, böyle kimseler bulunmasaydı çok daha büyük bir emekle kendimizin yapmak zorunda kalacak olduğumuz bir şeyi bizim yerimize yapan biri var diye sevinelim. _Gerçek_ _Gerçek, yaşamın tüm günlük konularında, o denli bir karşıtları uzlaştırma ve yaklaştırma sorunudur ki, bu ayarlamayı dürüstlükle yapabilecek kadar geniş ve tarafsız bir kafa çok az kimsede vardır; onun için bu işin birbirine düşman bayraklar altında çarpışan savaşçılar arasında geçen bir boğuşmanın sert yöntemiyle yapılması gerekmektedir. Biraz önce saydığımız son derece uyuşmaz sorunların herhangi birinde, eğer iki düşünceden yalnız hoşgörülmeye değil, aynı zamanda teşvik ve yardım görmeye ötekinden daha üstün hak iddia edebilecek bir tanesi varsa, o da belirli bir zamanda ve yerde azınlıkta kalmak durumunda bulunan düşüncedir. Şu olayın evrenselliğini doğruluğu teslim edilmiş birçok örnekleriyle göstermek için söylüyorum ki, gerçek davasındaki tüm taraflar için dürüst ve eşit koşullarla mücadele olanağı, insanoğlunun bugünkü anlayış düzeyinde, ancak düşüncelerin çeşitliliği sayesinde var olabilir. Herhangi bir konuda herkes oy birliği halinde görünürken buna istisna oluşturan kişiler bulunduğu sürece, üsleIik genelin düşüncesi doğru bile olsa, şu olasılık her zaman vardır: Genel düşünceden ayrılanların da kendi lehlerinde söyleyecekleri dinlenmeye değer bir şeyleri olabilir; ve bunların susmasıyla gerçek, bir şeyler yitirebilir. _İnsan beyninin olgunlaşmamış olduğu durumda, gerçeğin çıkarlarının düşüncelerde bir çeşitliliği gerektirdiği kanısındayım. _Gerçeğin bir kısmı tarafından gelen tekelci iddiayı protesto etmek gerekli ve zorunludur. Eğer protesto edenler, karşı koyuşlarındaki tepkinin kuvvetine kapılarak, bu kez de kendileri haksızlık etme durumuna düşecek olurlarsa, bu tek taraflılık da öteki gibi üzülmeye değer olabilir, fakat bu hoş görülmelidir. _Mümkün olan bütün düşüncelerin söylenmesinde, özgürlüğün en sınırsız bir şekilde kullanılmasıyla, dini ya da felsefi grupçuluğun kötülüklerine bir son verilmiş olacağını iddia etmiyorum. Dar kapasiteli insanların ciddiye aldıkları her gerçeğin, dünyada ondan başka gerçek yokmuş gibi, ya da her durum ve işte onu sınırlayabilecek ya da değiştirebilecek hiçbir gerçek yokmuşcasıına öne sürüleceği, kafalara sokulacağı ve hatta birçok yönden ona göre davranılacağı kesindir. Bütün düşüncelerin, mezhepçi olmak eğilimlerinin en özgür tartışmayla giderilmedikleri, aksine çoğunlukla bununla daha alevlenip şiddetlendikleri bir gerçektir; çünkü, görülmüş olması gereken, fakat görülmemiş olan gerçek, salt karşıt sayılan kişiler tarafından ilan edildiği için daha şiddetle reddedilir. Fakat bu düşünce çarpışması yararlı etkisini, tutkulu partizanların üzerinde değil, kenardaki daha sessiz ve daha tarafsız izleyicilerin üzerinde gösterir. Korkunç olan kötülük, gerçeğin parçaları arasındaki şiddetli çarpışma değil, gerçeğin yarısının sessiz sedasız ortadan kaldınlmasıdır; insanlar her iki tarafı dinlemeye zorlandıkça her zaman umut vardır; yalnız bir tarafa kulak verdikleri zaman yanılgılar birer önyargı haline dönüşür; gerçek de abartıla abartıla batıl haline gelerek, artık gerçek etkisine sahip olmaktan çıkar. Mademki akli yetenek huzurunda taraflardan yalnız birinin bir avukatla temsil edildiği bir davada iki taraf arasında aktllıca karar verebilecek ender yargıçlık özelliğinden daha az bulunur, o halde, gerçek için tek umut ancak, onda taraf olanlardan her birinin, bünyesinde gerçeğin herhangi bir parçasını içeren her düşüncenin, yalnız savunucular bulması değil, aynı. zamanda kendini dinletecek biçimde savunulması oranında, vardır. _4 Madde - Düşünce özgülüğü üzerine: _1. Herhangi bir düşünce, susmak zorunda bırakılırsa, bu düşünce, bizim kesin olarak bilebileceğimiz şeylere karşın, doğru olabilir. Bunu kabul etmemek, yanılmaz olduğumuzu sanmak olur. _2. Susturulan düşünce, yanlış bile olsa, bunda bir parça gerçek bulunması olanaklıdır; pek çok kez de bulunur ve madem ki herhangi bir konuda genel olan ya da baskın olan düşünce nadiren gerçeğin amacı olur ya da hiçbir zaman olmaz, o halde gerçeğin geriye kalan kısmının tamamlanması olasılığı ancak karşıt düşüncelerin çarpışmasındadır. _3. Doğruluğu belirlenmiş sayılan düşünce, yalnız doğru değil, aynı zamanda gerçeğin bütünü bile olsa; ona kuvvetle ve ciddi olarak itiraz edilmesine katlanılmadıkça ve fiilen itiraz olunmadıkça, o düşünceyi kabul edenlerin çoğunca, akla uygun nedenleri çok az anlaşılarak ve sezilerek, bir önyargı şeklinde inanılır. Sorun bu kadarla kalsa iyi, bir de 4. olarak, öğretinin kendi anlamı da, kaybolmak, zayıflamak ve insan karakteriyle yaşam tarzı üzerindeki hayat etkisinden yoksun kalmak tehlikesine düşer. _Düşünce özgürlüğü konusunu, sınırlarını aşmamak koşuluyla izin verilmelidir diyenler üzerinde de biraz durmak uygun olur. Bu tasarlanan sınırların konacağı yeri saptamanın olanaksızlıkları üzerine çok şey söylenebilir; kendilerini adamakıllı sıkıştıran ve yanıtlanmasını güç buldukları her karşıt da, hele bu konuda herhangi bir öfke belirtisi de gösterirse, onların gözüne derhal taşkın bir düşman olarak görünüyor. Pratik bakımdan önemli bir düşünce olmakla birlikte, daha temel bir itirazın içinde erir gider. _Taşkın tartışmadan -yani, hakaret, acı söz, kişiliğe yönelik uygunsuz sözler ve benzerleri gibi şeylerden- genellikle amaçlanan konuya gelince, bari bunların her iki taraf için de aynı şekilde yasaklanması önerilseydi, o zaman bu silahların kötü gözle görülmesi daha hoş karşılanmaya layık olurdu; fakat onların yalnız egemen olan düşünceye karşı kullanılmalarının sınırlanması isteniyor. Egemen olmayan düşünceye karşıysa salt genel onaysızlığa uğramadan kullanılabilmekle kalmayıp, aynı zamanda, bunları kullanan kimseye, namus ehlidir ve içerlemesinde haklıdır gibi övgüler kazandırması da olasıdır. __ . _Hristiyan ahlakı denen, fakat daha çok teojik ahlak, karakterin oluşmasma neden olur. _Golgota tepesi: Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiği tepe _Lokridyalılar: Halk meclisi onun ileri sürdüğü sebepleri dinledikten sonra önerisini hemen oracıkta kabul etmediği takdirde derhal sıkılmak üzere. _Tevarüs etmek: Miras kalmak _Tutkulu partizanlar _Bağnaz mezhepçiler ________ _Mutluluğun Öğelerinden Biri Olarak Bireysellik_75 __ _John Stuart Mill_(1806-1873) _İskoç asıllı İngiliz siyaset kuramcısı. _Düşünür olan babası James Mill, onu harika çocuk olarak yetiştirdi. 3 yaşında Yunan dili ve edebiyatı. 6 yaşında Latince, mantık, eski tarih okumaya başladı. Babasının katı denetimi altında Mill, 15 yaşına geldiğinde felsefe, psikoloji ve siyaset üzerine kapsamlı bir şekilde çalışmaya başlamıştır bile. Babasının arkadaşlarından ünlü düşünür Bentham'ın yardımı ile felsefeye daldı. Ricardo'dan iktisat öğrenmeye girişti. Olgunluk çağında, hassas bir Aydınlanma felsefesine sahip olan Mill, romantizm, felsefi radikalizm ve faydacılık düşüncesini birbirlerine eklemlemeye çabalamıştır. Liberal Parti’nin bir temsilcisi olarak bir dönemliğine milletvekili olmuştur. Bu dönemde Mill, özellikle kadınların oy hakları konusunda ses getiren bir mücadele vermiştir. 17 yaşında, 35 yıl boyunca çalışacağı Doğu Hindistan Kumpanyasına girdi. Çok küçük yaştan beri yoğun zihni çalışmalar yapması nedeniyle ruhsal çöküntü yaşadı. 1831 yılında eşi Harriet Hardy Taylor ile tanışması yaşamında, düşüncesinde önemli değişimlere yolaçtı. Özgürlük Üstüne de dahil bir çok çalışmayı birlikte yürüttüler. Babasının çevresindeki Filozofık Radikaller den sonra onu en çok etkileyen, üretmeye teşvik eden kişi Harriet Mill oldu. _Özgürlük Üstüne, zorunlu devlet denetimi ile bireysel özgürlük talepleri arasında denge kurmaya çalışan klasik liberalizmin en iyi anlatımlarından biridir. _İnsanların, kendilerini ve yakınlarındakileri tercih etme alışkanlık ve kolaycılığından vazgeçmeleri durumunda ütopik tasarımıyla sosyalizm, uygulanabilir bir öğreti olmanın ötesinde savunulabilir tek toplum biçimi olacaktır. _Yazılarımdan hiçbiri, bu kadar özenle hazırlanmamıştır. _Dönemin toplumsal reformlan içeren taslaklannın hemen hemen hepsi özgürlüğü katleder nitelikte. _Özgürlük, benim ismimi taşıyan herhangi başka bir şeyden daha doğrudan ve kelimesi kelimesine eşimle ortak ürünümüzdü. ___ _Victoria dönemi İngiltere’sinde var olduğunu düşündüğü ahlaki konformizme karşı çıkıp bireyselliğin taleplerini savunmuştur. _(Konformizm-Uydumculuk: Bireyin, toplumun kural ve değerlerine uygun biçimde davranması) _Mill, bireyin özgürlüğü ile sınırlanmış bir demokrasi, yani liberal demokrasi taraftarıdır. Toplumsal otoritenin kaynağını çoğunluk iradesine bağlayan demokratik meşruiyet ilkesi, Mill için, insani yaşamın her alanının toplumun kontrolü altına sokulabilmesi riskini doğurmaktadır ___ _Mantık alanında, yalnızca tümdengelimsel mantıkla ilgili çalışmalar yapmayıp, tümevarımsal mantığı da formüle ederek geliştirmiş olan Mill, mantıksal ilkeleri sosyal alana, siyaset ve ahlak alanına uygulamasıyla ün kazanmıştır. Psikoloji alanında, çağrışımcılığın babası olarak kabul edilen filozof, psikolojiyi "zihin kimyası" olarak tanımlamıştır. Psikolojik bir idealizm geliştirmiştir. Psikolojik idealizminde, maddesizciliği seçen Berkeley'den ayrılmış ve dış gerçekliğin varoluşunu kabul ederek, söz konusu nesnel gerçekliği "duyumları mümkün kılan, kalıcı dayanak" olarak tanımlamıştır. Ahlak alanında yararcılığı savunan Mill, hazzı ya da mutluluğu insan eylemlerinin en büyük amacı ve mutlak ölçüsü yapmış ve yararcılığında, genelin iyiliğini ve refahını temele almıştır. ___ _Çoğunluğun tiranlığını eleştirir. _İfade özgürlüğünün “zarar vermeme” ilkesi üzerinden savunur. _Eleştirel bir çözümleme _Körcahil : Bilmediğini bilmeyen ***********
Onur okurunun profil resmi
_Bireysellik_ _En büyük sanat eseri, insanın kendisidir. İnsan, kendi kendini yaratır. _İnsanların yalnız yaptıkları değil, yapanların da ne biçim insanlar oldukları ve amaçları da gerçekten önemlidir. Yapılan iyi şeyler, kötü niyetliler tarafından yapılan tehlikeli tuzaklar olabilir. _Tüm bireylerin sayısı kadar farklı yaşam tarzı vardır. Farklı kişiler, kendi ruhsal gelişimleri için farklı koşullara gereksinim duyarlar ve farklı türdeki bitkilerin aynı fizik, atmosfer ve iklim şartları altında yaşamaları ne denli mümkünse, insanların aynı ahlaki ortamda var oluşları da o denli mümkündür. _İstekleri ve dürtüleri kendinin olan insana karakter sahibi denir. Diğerleri ise sürü halinde davranırlar. Herkesten başka türlü davranmaktan tıpkı bir cinayetten kaçar gibi kaçınılır; bizzat kendi doğalarına uymaya uymaya, sonunda kendilerinde uyacak doğa kalmaz. _Herhangi bir şeyi, töredir diye yapan kimse hiçbir tercih yapmış olmaz. İnsanlar, gelenekleriyle yetişirler fakat yetileri olgunlaşınca, geleneği kendi karakterine göre yorumlamak bireyin özelliğidir ve kendilerine uygun olup olmadığını kontrol ederler ya da maymun gibi başkalarının dediklerini yaparlar. _İnsan yapısı, bir modele göre yapılıp kendisine emredilecek işi harfi harfine görmeye koşulacak bir makine -İnsan şeklindeki otomat- değildir; kendisini canlı bir varlık yapan iç kuvvetlerin eğilimine göre enine boyuna gelişmek ve büyümek isteyen bir ağaçtır. _Çoğunluk, insanlığın şimdiki gidişinden hoşnut olduğundan (çünkü o gidişe bu halini veren çoğunluktur), bu gıdişin neden herkes için yeterince hayırlı olmadığını anlayamaz. _İnsanın en yüksek hedefi, insani yetilerini en yüksek şekilde geliştirmektir. Bundan dolayı her insanın yönelmesi gereken hedef, bireyselliktir. Bireyselliğin koşulu da özgürlük ve düşünce çeşitliliğinin birleşmesidir ki bu birleşmeden çok yönlü düşünce zenginliği meydana gelir ve bunlar da kaynaşarak Özgünlüğü meydana getirir. Humboldt _İnsanın görmek için gözlemlemesi, ileriyi görmek için düşünmesi ve yargılaması, karar için gereç toplaması, ayrım yapması ve kararını verince de düşüne taşına verdiği bu karara bağlı kalmak için kararlılık ve öz denetimini kullanması gerekir. _Güçlü dürtüler enerjinin diğer bir adından başka bir şey değildir. İnsanın, arzularının ve duyularının çok güçlü ve çeşitli olması demek, o kişide insan doğasının hammaddesinin daha çok miktarda bulunması ve bundan dolayı onun, daha fazla kötülüğe ya da iyiliğe yatkın olması demektir. _Eylemlerin de düşünceler kadar özgür olması gerektiğini hiç kimse ileri süremez. _Karşıt düşünceler, tam ve özgür bir şekilde birbiriyle kıyaslanmadan ileri gelmedikçe, düşünce birliğinin hiç de önemi yoktur. _Bir ilkeyi savunurken karşılaşılacak en büyük güçlük, kabul edilmiş bir amaca ulaştıran araçların beğenilmesi değil, genel olarak insanların o amaca karşı kayıtsızlıklarıdır. (Örneğin, demokrasi ilkesi) * * * * * * BİREYSELLİK - Mutluluğun Öğelerinden Biri _İnsanların düşünmekte ve düşündüklerini çekinmeden söylemekte özgür olmalarını gerekli kılan nedenleri ve yasağa karşın bu özgürlük kabul edilmediği takdirde bundan insanların düşünsel ve dolayısıyla da ahlaki bünyesine gelecek zararlı sonuçları gördükten sonra; şimdi de aynı nedenlerin, insanların kendi düşüncelerine göre davranmakta -yarar ya da zararı yalnız kendilerine ait kaldığı sürece, bunları, diğer insanlaırdan gelen maddi ya da manevi bir engellemeye uğramaksızın, kendi yaşayışlarında eyleme koymakta- özgür olmalarını da gerektirip gerektirmediğini inceleyelim. ___ _Bireysellik_ _Başkalarını ilgilendirmeyen konularda, bireysellik, kendini ortaya koymalıdır. Şahsın bizzat kendi karakterinin değil de, başkalarının geleneklerinin ya da adetlerinin davranış kuralı olduğu bir yerde, insan mutluluğunun bileşimine giren başlıca ögelerden biri, hem de bireysel ve toplumsal ilerlemesinin asıl baş ögesi, eksik olur. _Bireysellik, gelişmeyle aynı şeydir ve gelişmiş insanı ancak bireyselliğin işlenmesinin meydana getirir. _Bireyselliği çökertip ezen her şey, istibdattır, adı ne olursa olsun; ister tanrının iradesini yerine getiriyorum desin, isterse insanların emirlerini. Ama istibdat bile, egemen bulunduğu yerde bireysellik hakim olduğu sürece, en kötü etkilerini meydana getirmez. _Yarar ya da zararın yalnız kendilerine ait kalma hali, kuşkusuz mutlaka gerekli olan bir koşuldur. Haklı bir neden olmaksızın başkalarına zarar veren eylemler, ne çeşitten olursa olsunlar, kesinlikle denetim altına alınmaları gerekir. _Farklı düşüncelerin var olması nasıl yararlıysa, başka başka yaşama biçimlerinin var olması da öyledir; başkalarına zarar vermemek koşuluyla, türlü mizaçlara özgür faaliyet alanı verilmeli; herhangi bir kimsenin, çeşitli yaşama biçimlerini denemeyi kendine uygun bulursa bunların değerini fiilen deneyden geçirmesine de olanak tanınmalıdır. _Kişiliğin özgür gelişmesinin yani bireyselliğin, mutluluğun başta gelen temel koşullarından biri olduğu, bunun uygarlık, eğitim, öğretim, kültür kelimeleriyle ifade edilen bütün şeylerle salt aynı değerde bir öge olmayıp, aslında bütün bu şeylerin zorunlu bir parçası ve koşulu oİduğu kavransa, özgürlüğe sahip olduğundan daha az kıymet verilme tehlikesi hiç var olmaz ve özgürlükle toplumsal denetim arasındaki sınırların ayarlanması hiçbir olağanüstü güçlük göstermezdi. Fakat kötülük şu ki, bireyin kendiliğinden davranış yeteneğinin özel herhangi bir değeri olduğu, ya da kendi başına herhangi bir saygıya değer bulunduğu alışılmış düşünce biçimleri tarafından çok güç kabul ediliyor. Çoğunluk, insanlığın şimdiki gidişinden hoşnut olduğundan (çünkü o gidişe bu halini veren çoğunluktur), bu gıdişin neden herkes için yeterince hayırlı olmadığını anlayamaz. _Hiçbir kimsenin davranış konusundaki mükemmellikten anladığı, insanların birbirlerini taklitten başka hiçbir şey yapmamaları şeklinde değildir. Hiç kimse insanların kendi yaşama biçimlerine ve kendi işlerinin yönetimine kişinin bizzat kendi düşünüşünden ya da kişisel karakterinden ne türlü olursa olsun bir özellik katmaması gerektiğini ileri süremez. _Kendiliğindenlik ve bireysellik ögesinin aşırı halde olduğu, toplumsal ilkenin onunla çetin bir mücadele yapmak zorunda bulunduğu bir dönem olmuştur. O dönemde güçlük, vücutça ya da kafaca güçlü olan insanları, onların dürtülerini denetim altına almalarını isteyen herhangi bir kurala boyun eğmeye inandırmaktaydı. Fakat şimdi toplum, bireyselliği adamakılı alt etmiştir; artık insan bünyesini korkutan tehlike, kişisel dürtülerin ve tercihlerin aşırılığı değil, yetersizliğidir. _Karakter_ _İstekleri ve dürtüleri kendinin olan insana karakter sahibi denir. Nasıl buharla işleyen bir makinenin karakteri olmazsa, istekleri ve dürtüleri kendinin olmayan bir kimsenin de karakteri olmaz. Eğer, kişinin dürtüleri hem bizzat kendinin, hem de üstelik güçlü olup da güçlü bir iradenin de güdümü altında bulunuyorsa, o kişinin karakteri enerjik bir karakter olur. İsteklerin ve dürtülerin bireyselliğinin serpilip büyümesi teşvik edilmelidir diye düşünen bir kimsenin toplumun güçlü karakterlere gereksinimi olmadığına -gelişkin karakterli çok sayıda insanın bulunmasıyla daha iyi bir toplum olmayacağına- ve yüksek bir genel enerji ortalamasının arzu edilir olmadığına inanması gerekir. _Karaktersizlik - Adet_ _Bazı insanlar kendilerine şunları sorarlar: Benim konumuma yakışan nedir? Benim durumumda ve mali koşullarımda bulunan kimseler ne yapıyorlar? Onların, adet olan şeyden başka bir şeye hiç eğilim duydukları görülmemiştir. Böylece düşünme yetisinin kendisi, boyunduruğa boynunu uzatmış oluyor. İnsanların zevk için yaptıkları şeylerde bile, adete uygunluk ilk akla gelen şey olur. Bunların zevklerinde artık bireysellik yoktur, sürü halinde davranış vardır; sadece, herkes tarafından yapılan şeyler arasından birini seçerler. Herkesten başka türlü davranmaktan tıpkı bir cinayetten kaçar gibi kaçınılır; bizzat kendi doğalarına uymaya uymaya, sonunda kendilerinde uyacak doğa kalmaz; insani kapasiteleri solar, her türlü güçlü isteklere ya da öz zevklerine yetenekleri tükenir ve genellikle düşünce ve duyguları kalmaz, ya da kalırsa bunlar onların asıl kendi düşünce ve duyguları olmaz. Şimdi, insan doğasının arzu edilir olan durumu bu mudur, değil midir? _Kalvenizm teorisine göre, insanın büyük suçu kişisel iradedir. İnsanlığın elinden gelen tüm iyilik, boyun eğmede saklıdır. Sizin hiçbir seçme hakkınız yoktur. Başka hiçbir türlüsünü değil, ancak emredileni yapmakla yükümlüsünüz. Farz olmayan her şey günahtır. İnsan doğası temelinden bozulmuş olduğundan, içindeki insan doğası öldürülmedikçe kimseye kurtuluş yoktur. Eğer insan, yetilerinden herhangi birini bu farz kılınmış iradeyi daha etkili bir şekilde yerine getirmekten başka bir amaç için kullanıyorsa, böyle yetileri olmaması daha iyidir. Kalvenizm teorisi budur _Sinsi şekil altında, dar yaşam teorisine ve onun tarafından korunan güdük ve geri insan karakterine doğru güçlü bir eğilim vardır. Nasıl ki birçok insan ağaçların budanıp kütük haline konunca ya da onlardan hayvan şekilleri yapılınca, doğanın yarattığı ağaçlardan çok daha güzel bir şey olacaklarını düşünmüşlerse; birçok kimse, hiç kuşku yok ki içtenlikle böyle cendere içine sokulmuş ve cüceleştirilmiş insanların halini, Yaradanın onların öyle olmalırlarını amaçlamış bulunduğu bir durum diye düşünmektedirler. Fakat insanın iyi bir varlık tarafından yaratıldığına inanmanın dinde herhangi bir yeri varsa, bu Varlığın, bütün insani yetileri, sökülüp yok olsunlar diye değil, işlenip geliştirilebilsinler diye vermiş olduğuna ve yaratıklarının kendilerinde saklı olan ideal insanlık anlayışına herkes biraz daha yaklaşmalarından, onların kavrayış, davranış ya da nimetlerden yararlanma yeteneklerinin herhangi birindeki her artıştan Tanrının hoşnut kaldığına inanmak, o imana daha uygun düşer. _Bireysellik ve Kazanç _ _İnsanlar, kendilerindeki bireysel olan her şeyi yıprata yıprata tekdüzeliğe düşürmekle değil, ancak onu işleyerek ve başkalarının hak ve çıkarlarının zorunlu kıldığı sınırlar içinde ortaya koyarak, soylu ve güzel bir düşünme konusu olurlar, ve yapıtlar onları yapanların karakterini aldığı gibi, böyle bir insanın yaşayışı da zengin, renkli ve canlandırıcı olur, yüksek düşüncelere ve yüceltici duygulara daha bol gıda sağlar, her bireyi insan ırkına bağlayan bağları sağlamlaştırır ve insanlığı insanlann gönlünde çok daha onurlu kılar. Kişiliğinin gelişmesi oranında her birey, kendisi için daha değerli olmakla başkaları için de daha değerli olmak yeteneğine ulaşır. Onun kendi varlığında daha büyük bir tam canlılık olur ve birimlerde daha çok yaşam olunca da onlarda o oluşan kitlede daha fazla canlılık olur. _Başkalarının hatırı için sert adalet kurallarına tabi tutulma, başkalarının iyiliğini amaçlayan duyguları ve yetenekleri geliştirir. Fakat onların iyiliğini ilgilendirmeyen şeylerde, salt onlar bu şeylerden hoşlanmıyorlar diye öteki insanların özgürlüğünü kısıntılara uğratmak, insanda kısıntıya karşı direnmek şeklinde kendini gösterebilecek türden bir karakter gücünden başka hiçbir şey geliştirmez. Böyle bir kısıntıya boyun eğmek insanın doğasının tümünü uyuşturur ve köreltir. Her bireyin doğasına adil bir olanak vermek için, çeşitli kişilerin ayrı biçimde yaşamlarına izin verilmesi zorunludur. _Bireyin kendi eğilimlerini başkalarının zararına olarak tatmin etmekten yasaklanmakla yitirdiği gelişme araçları, başlıca, diğer insanların gelişiminin zararına olarak elde edilenlerdir. _Wilhelm voll Humboldt_ _Hem bir bilgin hem da bir politikacı olarak seçkin bir şahsiyet olan Wilhelm voll Humboldt'un bir kitabında uzun boylu anlattığı şu öğretinin anlamını bile, Almanya dışında çok az kişi anlıyordur: «İnsanın ereği ya da -belirsiz ve geçici isteklereri telkin ettikleri değil de- aklın ezeli ve değişmez içtepilerinin emrettiği erek, insanın yeteneklerinin tam ve tutarlı bir bütüne doğru en yüksek ve en uyumlu gelişmesi»dir; bundan dolayı her insanın çabalarını durmadan ona doğru yöneltmesi gereken ve özellikle hemcinsleri üzerinde etkili olmaya niyetli olanların gözlerini üstünden ayırmamaları gereken hedef, kudret ve gelişmeniın bireyselliği>dir; bunun da iki koşulu Özgürlük ve düşüncelerin çeşitliliği olup bunların birleşmesinden bireysel güç ve çok yönlü çeşitlilik meydana gelir ki, bunlar da birbiriyle kaynaşarak «"Özgünlük»ü meydana getirirler. ___ _Töre_ _(Töre veya Gelenek; bir toplumda alışılagelmiş ve uyulması gereken yazısız kurallar, manevi değerler, toplumsal tecrübelerdir. Töre, bir toplumun karakteridir. Töre dışı şeyler ahlaksızlık olarak kabul edilir.) *_Herhangi bir şeyi, töredir diye yapan kimse hiçbir tercih yapmış olmaz. O kimse en iyi olanı ne ayırt etmekte ne de istemekte hiçbir yeti elde etmez. Bir şeyi ne salt başkaları yapıyor diye yapmakla, ne de sadece ona başkaları inanıyor diye inanmakla yetiler hiçbir işe koşulmuş olmaz. Eğer bir düşüncenin dayanakları, kişinin kendi mantığını inandırmıyorsa, bunu kabul etmekle mantığı güçlenmiş olamaz, ama zayıflaması olasıdır; kişiyi bir davranışa yönelten nedenler, eğer onun bizzat kendi duygularına ve karakterine uygun türden değillerse, onun duygularını ya da karakterini, faal ve enerjik bir duruma koyacak yerde, tembel ya da uyuşuk bir hale getirmeye epeyce hizmet etmiş olurlar. _Töreler alışılmış koşullar ve karakterler için yapılmıştır; bireyin koşulları ya da karakteriyse alışılmışın dışında olabilir. *_İnsanlar, gelenekleriyle yetişirler fakat yetileri olgunlaşınca, geleneği kendi karakterine göre yorumlamak bireyin özelliğidir ve kendilerine uygun olup olmadığını kontrol ederler. Kendi yaşamını ve kararlarını çevresindekilere bırakan kimselerin ise, maymun gibi taklit etme yetisinden başka hiçbir yetiye gereksinimi yoktur. Kendi planını kendi seçen kimse bütün yetilerini kullanır. Adale gücü gibi, zihni ve manevi güçler de salt kullanılmakla geliştirilebilir. Kavrayış, yargılama, ayırt etme duygusu, beyin çalışması ve hatta ahlaki tercih gibi insana özgü olan yetiler ancak bir tercih yapmakta kullanılırlar. İnsanın görmek için gözlemlemesi, ileriyi görmek için düşünmesi ve yargılaması, karar için gereç toplaması, ayrım yapması ve kararını verince de düşüne taşına verdiği bu karara bağlı kalmak için kararlılık ve öz denetimini kullanması gerekir. Birey, davranışının bizzat kendisi tarafından kendi yargılamasına ve duygularına göre belirlenen kısmı büyüdükçe, yukarıki niteliklere o oranda gereksinim duyar ve onları kullanır. Bunların hiçbiri olmadan da, bireyin iyi bir yola yöneltilmesi, zarardan korunması olanaklı olabilir. Fakat o zaman onun bir insan olarak, öbür duruma oranla, değeri ne olur? _İnsanlarıın anlayışlarını kullanmalarının arzu edilir olduğu ve töreye akıllıca uymanın ya da hatta töreden ara sıra akıllıca ayrılmanın bile, ona körü körüne ve salt otomatik bir bağlanmadan daha iyi olduğu herhalde kabul edilecektir. _İnsan yapısı, bir modele göre yapılıp kendisine emredilecek işi harfi harfine görmeye koşulacak bir makine değildir, kendisini canlı bir varlık yapan iç kuvvetlerin eğilimine göre enine boyuna gelişmek ve büyümek isteyen bir ağaçtır. _En büyük sanat eseri, insanın kendisidir. İnsanın mükemmelleştirilmelerine ve güzelleştirilmelerine, yaşamının tamamıyla harcandığı insan eserleri arasında, önemce en başta geleni, muhakkak ki, insanın kendisidir. -İnsan şeklindeki otomatlara- evler inşa ettirmenin, bitkiler yetiştirtmenin, savaşlar yaptırmanın, davalar gördürrnenin ve hatta kiliseler yaptırıp dualar ettirmenin olanaklı olduğu hayal edildiğinde, bu otomatları, bugün dünyanın uygar kısımlarında oturan ve muhakkak ki doğanın yaratabilir ve yataracak olduğu insanlara göre bunların sadece açlık sıkıntısı çeken birer örneğinden başka bir şey olmayan kadınlı erkekli insanlara bile değişmek, kocaman bir zarar olurdu. ___ _Dürtüler_ _İnsanlar kötülüğü, istekleri güçlü olduğundan değil, vicdanları zayıf olduğundan yaparlar. İstekler ve dürtüler de, inançlar ve kısıtlamalar kadar, olgun bir insan yapısının parçalarındandır; güçlü dürtüler, ancak gereğince dengelenmediği zaman, bir takım amaç ve eğilimler gelişip güçlendiği halde onlarla bir arada var olması gereken diğerleri zayıf ve hareketsiz kalırsa, tehlikelidir. _Güçlü dürtüler enerjinin diğer bir adından başka bir şey değildir. Enerji, kötü kullanımlara yöneltilebilir; fakat enerjik bir doğayla, uyuşuk ve heyecansız bir doğadan daima çok daha fazla iyilik yapılabilir. İnsanın, arzularının ve duyularının çok güçlü ve çeşitli olması demek, o kişide insan doğasının hammaddesinin daha çok miktarda bulunması ve bundan dolayı onun, daha fazla kötülüğe ya da iyiliğe yatkın olması demektir. Bireysel dürtüleri canlı ve güçlü kılan bu duygulanma yetenekleri öyle bir kaynaktır ki en tutkulu erdem sevgisiyle en sert özdenetim de oradan çıkar. _Dürtülerin gelişmesiyledir ki toplum hem görevini yapmış, hem de çıkarlarını korumuş olur; yoksa, nasıl kahraman yaratılacağını bilmediği için, kahramanların yoğrulduğu hamuru bir tarafa atmakla değil. ___ _Karışık_ _Eylemlerinin de düşüncelerin kadar özgür olması gerektiğini hiç kimse ileri süremez. Aksine, düşünceler, dile getirilişlerindeki durum ve koşullara göre, söylenmeleri zararlı bir eyleme bir kışkırtma oluşturur nitelikteyse, hoş görülmelerini yitirirler bile. Tahıl tacirleri yoksulları açlıktan öldüren kimselerdir, ya da özel mülkiyet bir soygunculuktur gibi düşüncelere, salt basında yayınlandıkları sürece dokunulmamalıdır; fakat bunlar bir tahıl tacirinin evinin önünde toplanan galeyana gelmiş bir gruba söylev şeklinde söylenir ya da aynı kalabalık içinde bir pankart halinde dolaştırılırsa haklı olarak cezaya uğrayabilir. _İnsanların yanılmaz olmadıkları; onların gerçeklerinin, çoğu kez, yalnızca yarım gerçekler olduğu; karşıt düşüncelerin en tam ve en özgür bir şekilde birbiriyle kıyaslanmasından ileri gelmedikçe, düşünce birliğinin hiç de istenir olmadığı; ve insanlar gerçeğin bütün taraflarını tanımak konusunda şimdikinden çok daha üstün bir yeteneğe erişinceye değin, düşünce çeşitliliğinin bir kötülük değil aksine bir iyilik olduğu, insanların davranış biçimlerine de uygulanabilir ilkelerdir. _Çağımızda, toplumun en yüksek sınıfından tutun da en alt tabakasına kadar her birey, insana kötü kötü bakan bir sansürün gözetlemesi altında yaşıyor gibidir. _İnsanla ilgili olan herhangi bir durum hakkında, bu durum bizzat insanları olabilecekleri en iyi şeye en çok yaklaştırır bir haldir dedikten sonra daha fazla ya da daha iyi ne söylenebılir ki? Ya da iyiliği engelleyen herhangi bir şey üzerine, iyiliğe engel olur demekten daha kötü ne denebilir? Böyle olmakla birlikte, kuşkusuz, bu düşünceler, en çok ikna edilmeye gereksinimi olan kimseleri kandırmaya yetmez; özgürlüğü istetenlere ve ondan yararlanmak istemeyenlere, başkalarının onu çekinmeden kulIanrnalarına izin vermekle bundan karşılığlını kendilerinin de göreceklerini anlaşılır bir biçimde göstermek için, bu gelişmış insanların gelişmemişlere bir yararı olduğunu da kanıtlamak gereklidir. _Makine: İnsan şeklindeki otomat _Kahramanların yoğrulduğu hamur _Yeknesak: Tekdüze ************* _Faydacılık_ _Faydayı ahlaki meselelerde nihai karar verici olarak kabul ediyorum. _Mutluluk, eğer insan doğası diye bir şey varsa, onun temel özellikleriyle uyumlu bir yaşamın sonucu olmalıdır. _Baba James Mill için mutluluk, hazzın varlığı ve acının yokluğu anlamına gelir. Bir davranış toplumsal faydayı yani mutluluğu arttırıyorsa, o ahlaken meşrudur. _İnsan doğası_ _İnsan doğası, temel olarak belirsiz olup sonsuz çokluktaki farklı doğrultularda gelişime açıktır. İnsan doğası, belirlenmiş kurallar çerçevesinde çalışan bir makine olmayıp, ona yaşam kazandıran içsel gücünün eğilimi doğrultusunda dört bir yana serpilip gelişmesi gerekli olan bir ağaçtır. İnsan doğasının başlıca özelliği gereği her birey sahip olduğu potansiyel bağlamında benzersizdir. İnsan doğası dışsal bir şekilde belirlenmiş değildir. Dahası bireyin içsel eğilimleri dışsal bir biçimde tespit edilemez. En bilge insan dahi bir başka bireyin sahip olduğu potansiyelleri göremez ve bu insan için en iyi yaşam biçimini tayin edemez. Bu ancak bireyin kendisinin yapabileceği bir şeydir: “Eğer birey belli bir oranda sağduyuya ve deneyime sahipse, yaşamını düzenlemesinde en iyisi kendi yolu olacaktır; bu onun başlı başına en iyi olmasından ziyade, bizzat bireyin kendi yolu olduğu için böyledir. Bu anlamıyla söz konusu olan bir kendi kendini keşif sürecidir. _Kendi bireyselliğinin gelişmesi oranında, her birey kendisi için ve böylece başkaları için daha değerli hale gelir. Kendi var oluşu hakkında daha büyük boyutta bir yaşamsal doygunluk söz konusudur ve birimlerde daha fazla yaşam olduğunda onların bir araya gelmesiyle oluşan kitlede de daha fazla yaşam olacaktır. _Esas olarak başkalarını ilgilendirmeyen konularda bireysellik kendisini öne çıkarmalıdır _Kendisi için kendi planını seçen kişi tüm yeteneklerini de kullanır. Görmek için gözlem yapmalı, tahminlerde bulunmak için akıl yürütme ve muhakemeye başvurmalı, karar verme için gerekli malzemeyi temin etmeye çaba göstermeli, karar almak için ayırt etmeli ve bir karar aldığında bu tasarlanmış tercihe sadık kalmada dayanıklı ve kendi kendisini kontrol ediyor olmalıdır. _İnsanlar yalnız değillerdir, geniş bir bütünün parçalarıdır ve bir bireyin başkalarının çıkarlarına dokunmaksızın faaliyet göstermesi olası değildir. Ne fiziksel ne de ahlaki bir iyilik anlayışı bireyin bu egemenliğine karışmaya yeterli bir gerekçe olamaz. “Toplumun bazı örneklerde kişilerin kendilerine zarar vermesini önlemeye mecbur olduğu öne sürülebilecektir”.( Mill’e dair eleştiri) ****************
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.