_İnsanın varlığı sırlarla kuşatılmıştır. Bizim dar bilgimiz ve tecrübemiz sınırsız denizlerde bir küçük adadır sadece.
_Birçok gerçek vardır ki insanın, kendi başından geçip de kafasına dank etmedikçe, bunların tam manalarını anlaması olanaksızdır.
_Bilgelik, aklın yolundan ayrılmayan, yeniliğe açık ve her türlü farklı bakış açılarına karşı anlayışlı olup onlardan faydalananların özelliğidir. Böyle bir kişinin, bu yoldan geçmemiş bağnaz kalabalıklardan çok daha üstün olduğunu düşünmeye hakkı vardır. Bilgelik sınavından geçmemiş kişiler, yanılmazlık taslarlar. Yanılmazlık taslama, kanıtsız ve tartışmasız şekilde düşüncelerinin kesin doğru olduğunu iddia etme bağnazlığıdır ve bu bağnazlar yanlış düşüncelerinden asla vazgeçmezler çünkü bu çağın insanları, düşüncelerinin doğru olmasından çok, asıl o düşünceler olmazsa ne yapacaklarını bilmediklerinden emindirler. Düşüncelerine bağlılıkları doğruluktan değil, geleneksel alışkanlık ve menfaatleri gereğidir. Örneğin dini düşünce. Ama gerçeğe aykırı hiçbir düşünce, gerçekten yararlı olamaz. Hiç tartışılmadan kabul edilmiş o düşünceler, kalbimize seslenen bütün diğer etkilere karşı kabuk bağlamış ve taş kesilmiş bir hale koyar. Gücünü yalnız anlayışımıza hiçbir yeni ve canlı inancın girmesine tahammül etmemekte gösterir; fakat kendisi de, kafa ve yürek içirı, hep boş kalsınlar diye başlarında nöbet beklemekten başka hiçbir şey yapmaz artık.
_İnsan uslamlamasının bütün gücü ve değeri, tek bir özelliğe, yani yanlış olduğu zaman düzeltilebilmesine bağlı olduğundan, ona ancak onu düzeltme çareleri devamlı olarak elde bulundurulduğu zaman güven beslenebilir. Bir düşünür olarak ilk görevinin, kendisini hangi sonuçlara ulaştırırsa ulaştırsın, aklın izinden ayrılmamak olduğunu kabullenmeyen hiç kimse, büyük bir düşünür olamaz. Bir insan bir konunun tamamını bilmeye yaklaşmasının tek yolunun, her türlü farklı görüşe sahip insanları dinlenmek, her türden zihnin bu konuya bakış biçimlerinin tümünü incelemektir.
_Açık olmayan herhangi bir konuda, onu usa vurabilecek yetenekte bir kişiye karşılık bu yetenekten yoksun 99 kişi vardır; 100’üncü şahsın yeteneği de salt görelidir, çünkü geçmişteki her kuşağın seçkin insanlarının çoğunluğu, şimdi yanlış olduğu bilinen birçok düşünceyi tutmuşlardır. Kimsenin haklı gösteremeyeceği birçok şeyleri yapmışlar veya onaylamışlardır. _Hiçbir kanıt gerektirmeyecek kadar açıktır ki, bireyler kadar çağlar da yanılmaz değildir; her çağın tuttuğu düşüncelerden birçoğunu sonraki çağlar yalnız yanlış değil, aynı zamanda saçma saymışlardır; bir zamanlar genel olan birçok düşünceyi günümüz nasıl kabul etmiyorsa, şimdi genel olan düşünceleri de gelecek çağların kabul etmeyeceği aynı derecede kesindir.
_Önceden doğru diye kabul edilen düşüncenin yanlış ve bunun sonucu olarak da başka bir düşüncenin doğru olabileceğini; ya da, önceden doğru kabul edilen düşüncenin doğru olduğuna bakılarak, onun doğruluğunun açıkça anlaşılması ve derinden duyulması için karşısındaki yanılgıyla çarpışmasının zorunlu bulunduğunu göz önünde tuttuk. Fakat bunların ikisinden de daha çok rastlanan bir durun vardır ki bu da, çarpışan öğretilerden biri doğru, diğeri yanlış olacak yerde, gerçeğin, kısmen bunların birinde, kısmen de ötekinde olması; önceden doğru sayılan öğretinin içinde yalnız bir kısmı bulunan gerçeğin, geriye kalan öbür kısmını elde etmek için de karşıt düşünceye gerek duyulması halidir.
_Ortaya kanıtlanmış gerçekler koymaksızın teorideki zaafları ya da uygulamadaki yanılgıları gösteren olumsuz mantığı kötülemek, zamanın modası olmuştur.
_Tüm düşüncelerin özgürce dile getirilmesinin yasak olduğu yerlerde, dar kapasiteli insanların ciddiye aldıkları her gerçeğin, dünyada ondan başka gerçek yokmuş gibi öne sürüleceği kesindir.
_Dogma; boş ve saçma fakat yürekten hissedilen bir inancın, akıl yolundan gelişmesini engelleyen, özünü yok eden ve sadece biçimsel olarak var olmasını sağlayan şeydir. Fikirler tartışılmazsa dogma halini alır.
_Tutkulu partizanların ve bağnaz mezhepçilerin tek taraflı görüşleri, özgür tartışmayla giderilmez, aksine daha alevlenip şiddetlendikleri bir gerçektir; çünkü, görülmüş olması gereken, fakat görülmemiş olan gerçek, salt karşıt sayılan kişiler tarafından ilan edildiği için daha şiddetle reddedilir. İnsanlar her iki tarafı dinlemeye zorlandıkça her zaman umut vardır; yalnız bir tarafa kulak verdikleri zaman yanılgılar birer önyargı haline dönüşür; gerçek de abartıla abartıla batıl haline gelerek, artık gerçek etkisine sahip olmaktan çıkar.
_Bir düşünceden daha önemli olan şey onun ifade ediliş biçimidir. Doğru bir düşünce, yanlış bir üslüpla tüm doğruluğunu yitirebilir. Karşıt düşünceler kendilerini, ancak çok ölçülü ve ılımlı bir dil kullanarak ve gereksiz saldırıdan olabildiğince dikkatle kaçınarak dinletebilirler.
_Korkunç olan kötülük, gerçeğin parçaları arasındaki şiddetli çarpışma değil, gerçeğin yarısının sessiz sedasız ortadan kaldınlmasıdır.
_Haklarında en fazla güvenceye sahip olduğumuz inançların, herkesi onların asılsız olduklarını kanıtlamaya durmaksızın çağrıdan başka bel bağlayabilecekleri hiçbir koruyucu şey yoktur.
_İnsanoğlunun düşünüşünde tek yanlılık daima kural, çok yanlılıksa ayrıntı olagelmiş bulunduğundan, şimdiye dek en sık rastlanandır. Bundan ötürü düşünce devrimlerinde bile, çoğu kez gerçeğin bir kısmı doğarken bir kısmı da batar. İlerleme bile, çoğunlukla sadece, kısmi ve eksik bir gerçeğin yerine bir başkasını koyar.
_Şimdiki zamanda dini uyanış diye övünülen şey, dar ve kültürsüz kafalarda dinsel bağnazlığın yeniden uyanmasıdır.
_Bazı düşünceler, kendi kendini yok eden, kendi temelini yıkan düşüncelerdir. Örneğin ateistlerin ahlaksız olduklarına dair düşünce böyledir ama tüm çağlar boyunca ateistler, en şerefli insanlar olarak kaydedilmişlerdir. Bu düşünce sadece bir kin nişanesi, zulüm kalıntısı ve zayıflık örneğidir. Bu zayıf!ık onlara, artık bir ilkeyi fiilen uygulamaya koymak isteyecek kadar güçlü olmadıkları zaman onu yine dillerinden düşürmemekten, boş bir zevk aldırır.
_Hristiyanlık, hor görülen Yahudilerin silik bir mezhebidir, tıpkı islam gibi. Eski Ahit, ilkel ve barbar bir halk için hazırlanmış bir sistemdir ve Hristiyanlık da buna bir tepkidir ve İsa'nın değil, Katolik kilisesinin eseridir.
_Ahlak, dinden değil insanlıktan çıkmalıdır. Düşünceyi ve duyguları yalnız dini olan bir örneğe göre kalıba dökmeye kalkışmakla; aşağı, iğrenç, kölelere yaraşır bir karakter örneği meydana gelecektir. Yüksek yaşamsal konularda, doğru diye kabul edilen ilkelerin bazıları hiç de gerçek değildir.
_“Resmi bir makam için vasıflı biri varken oraya vasıfsızı atayan bir hükümdar, Allaha ve Devlete karşı günah işlemiş olur” kuralını, Yeni Ahitte değil Kuranda buluruz.
_Eğer Hristiyanlar, Hristiyanlığa karşı adil olmayı, inanmayanlara öğretmek isterlerse, kendileri de inançsızlığa karşı adil olmalıdırlar.
___
_Özgürlük öğretisi, yetilerinde medenileşmiş olan insanlara uygulanmak üzere ortaya atılmıştır. Henüz başkaları tarafından gözetilmeye gereksinimi olanların, başkalarından gelecek zararlara olduğu kadar, bizzat kendi eylemlerine karşı da korunmalan gereklidir.
_Düşünce özgürlüğü ile düşündüğünü söyleme özgürlüğü farklı şeylerdir ve insanlığın düşünsel ve diğer tüm mutlulukları buna bağlıdır. Yasaktan en çok zarar gören, aykırıların düşünceleri değildir. Yapılan en büyük zarar, aykırı olmayanlara ve aykırılık korkusuyla tüm düşünsel gelişmelerine tutukluk ve akıllarına yılgınlık gelen kimseleredir. Parlak bir geleceğe aday olup da, kendilerini dinsiz ya da töresiz sayılabilecekleri bir duruma düşürebilir korkusuyla atılgan, güçlü ve bağımsız bir düşünce silsilesini sonuna dek izlemeye cesaret edemeyen ürkek yapılı bir yığın aydın arasında dünyanın neler yitirmekte olduğunu kim hesap edebilir? Susturamadıkları beyinleriyle tüm bir yaşamlarını safsata yapmakla geçirirler.
_Doğal olmayanın genellikle sadece alışılmış dışı olması ve alışılmış olan her şeyin doğal görünüyor olması ne kadar da doğrudur? İnsanlar, alışmış oldukları gerçekliği doğal görmeye eğilimlidirler. Bağımlılığın, kadınlar dahil tüm insanlara “doğal” görünmesi ise bu gerçekliğin salt var oluşundan kaynaklanır. Ataerkil toplum için geçerli olan bu aynı “doğallık” durumu, yakın zamana kadar “kölelik”, “mutlak monarşi” ve “aristokratik despotizm” için de geçerliydi.
_Bir kimse başkalarına yalnız eylemleriyle değil eylemsizliğiyle de kötülük edebilir ve her iki halde de o zarardan dolayı haklı olarak sorumludur.
_Kendisini ilgilendiren hiç bir meselede, işlerinin yönetimini daha az bilgi ve zeka sahibi biri yerine bunlara daha fazla sahip olan birisine bırakmayacak bir kimse yoktur.
_İyi amaçlar için bile olsa, adamlarını kendi eline eslek bir alet olsun diye cüceleştiren bir devlet, işin sonunda küçük adamlar ile büyük hiçbir şeyin başarılamayacağını anlayacak; her şeyi ona feda ettiği makine kusursuzluğunun kendisine sonunda hiçbir şey sağlamadığını ve bunun da, makine daha iyi işlesin diye uzaklaştırmaya bakmış bulunduğu yaşamsal gücün yokluğundan kaynaklandığını ayrımsayacaktır.
_Seçim ve temsile dayalı yönetim, halkın haklarına dayanırken, soya dayalı yönetim gaspa dayanmaktadır. T. Paine
_Bir tek kişi dışarıda kalacak şekilde tüm insanlık bir düşüncede ve bu tek kişi başka bir düşüncede olsalardı, insanlık bu tek kişiyi susturmak hususunda, eğer gücü olsaydı, bu tek kişinin tüm insanlığı susturmasından daha haklı bir konumda olmazdı.
_İnsanlık, herkesin özgürce yaşamasına tahammül gösterdiği zaman, kişileri başkalarına hoş gelecek şekilde yaşamaya zorladığından daha büyük kazanç elde eder.
_Şimdiye dek bilimin gelişiminde güdülen en yüksek amaç ve bundan beklenen en iyi sonuç, bütün önemli gerçekleri kabul konusunda tüm insanlığı gittikçe daha çok birleştirmektir, diye düşünülmüştür. İnsanlığın mutluluğunu artık tartışmalı olmama noktasına ulaşmış bulunan gerçeklerin sayısı ve ağırlığıyla ölçmek de mümkündür.
_Karakter üzerinde kaba kuvvet yasasının izlerini silmek ve yerine adaletin yasalarının egemenliğini koymak için eğitim ve uygarlığın tüm çabaları düşmanın kalesine saldırmadıkça, yüzeyde kalacaktır.
_Entelektüel ve estetik hazlar, bedensel/fiziksel hazlardan daha üstündür.
_İktidarı sınırlama, çıkarları halkın çıkarlarına zıt olan yönetenlere karşı bir önlemdi.
_Bizim salt toplumsal hoşgörüsüzlüğümüz kimseyi öldürmez, hiçbir fikri kökünden sökmez, ancak insanları, o düşünceleri gizlemeye ya da onları yaymak konusunda herhangi bir etkin çaba sarfından kaçınmaya yöneltir.
_İnsanın laneti ve yaşadığı tüm trajedilerin sebebi, onun muazzam inanılmaza inanabilme kapasitesidir.
_Yanlış düşünceler, yanlış eğilimler olay ve kanıtın karşısında zamanla teslim olurlar; ama anlak üzerinde herhangi bir etki oluşturmaları için, olay ve kanıtların algılanması gerekir.
_Cehaletin başlıca nedenlerinden biri, çok şey bildiğine inanmaktır.
_Toplum, aklınca herkesi kerdi toplumsal mükemmellik anlayışına olduğu kadar, bireysel mükemmellik anlayışına da zorla uydurmaya çaba göstermiştir.
_Kulluk, tam anlamıyla içten gelen nefret duygularına neden olmuştur. İnsanlara sihirbazları yaktırmıştır. İnsanlar devlet adamlarına veya tanrıya kulluk ederler.
_Dini inanç, ahlaki duygu denen şeyin yanılabilirliğinin en göze çarpar örneğidir. Çünkü, samimi bir bağnazın gözünde, en kuşku götürmez duygu hallerinden biridir.
_Saldırıya uğrayan hükümet, kendi varlığına karşı yöneltilmiş olan saldırıdan, öz varlığı korumak hakkını kullanarak yasal bir biçimde cezalandırılabilir.
_Halk denen, birkaç akıllıyla birçok akılsızdan oluşan karışık topluluktur.
_Alem, her bireye göre, kendisinin temasta bulunduğu kesimdir ve kişilerin düşünceleri alemin yanılmazlığına dayanır. Her alemin düşünceleri farklı olabilir. Ayrı düşüncede olan başka insanların alemlerinin tam karşısında olmanın sorumluluğunu kendi aleminin omzuna bırakır.
_Herhangi bir düşünceyi savunmak, o düşünceye sağlayabileceği yarar ne olursa olsun, hemen hemen yalnız doğruluğu kabul edilmiş sayılan düşüncelerin sayısını arttırır.
************
_Bilgelik_
_Bilgeliği elde etmenin yolu nedir ve uslamlaması gerçekten güven verici olan herhangi bir kişinin uslamlaması bu hale nasıl gelmiştir? Gelmiştir, çünkü o kimse kendi düşüncelerinin ve davranış biçiminin eleştirilmesine karşı anlayışını açık tutmuştur. Çünkü kendisine karşı söylenebilecek bütün şeyleri dinlemeyi, onlardan doğru olduğu oranda yararlanmayı ve yanlış olan şeyin yanlışlığını kendine, fırsat düştükçe de başkalarına açıklamayı alışkanlık edinmiştir. Çünkü o, insanın bir konunun tamamını bilmeyi az çok yaklaşabilmesinin tek yolunun o konu üzerinde türlü türlü düşüncelere sahip kimselerin söyleyebileceklerini dinlemek, her anlayıştaki insanların o konuya, mümkün olan bütün bakış biçimleri üzerinde durmak olduğunu hissetmiştir. Hiçbir bilge, bilgeliğini başka türlü elde etmemiştir, ancak böyle elde etmiştir; başka herhangi bir yolla bilgeleşmek de insan aklının doğasında yoktur. Kendi düşüncelerini başkalarınınkilerle karşılaştırıp düzeltme ve tamamlama alışkanlığı, o düşünceyi uygulamaya koymada duraksamayı gerektirmek şöyle dursun, ona haklı bir güven beslemek için dayanılacak biricik sağlam temeldir; çünkü, kendisine karşı söylenebilecek olan şeyleri, hiç değilse açıkça söylenebilerleri öğrenmiştir; bütün yadsınanlara karşı durumunu almıştır; itirazlardan ve güçlüklerden kaçacak yerde onları aramış olduğunu; herhangi bir taraftan konunun üzerine salınabilecek hiçbir ışığa da perde çekmemiş olduğunu bilir. Bunlardan ötürü de o insanın, kendi uslanılamasının, böyle bir pratikten geçmemiş olan herhangi bir kişinin veya herhangi bir kalabalığın uslamlamasından daha iyi olduğunu düşünmeye hakkı vardır.
_Bütün insanlar aynı düşüncede olsalar ve yalnız bir kişi karşıt düşüncede olsa, nasıl bu kişinin elinde güç oiduğu takdirde, insanlan susturmaya hakkı yoksa, insanların da bu tek kişiyi susturmaya daha fazla hakları yoktur. Bir düşüncenin susturulmasındaki asıl kötülük, onun insan soyuna karşı da bir haydutluk olması; o düşünceye taraftar olanlardan daha da fazla, o düşünceye katılmayanlara karşı bir soygunculuk olmasıdır. Eğer düşünce doğruysa insanlar yanlış olanı doğru olanla değiştirmek olanağından yoksun bırakılırlar; eğer yanlışsa, onlar hemen hemen aynı derecede büyük bir yararı, yani gerçeğin haksızlıkla çarpışması sonucunda onun daha açık olarak anlaşılmasını ve daha canlı bir etki yaratmasını elden kaçırmış olurlar. Boğmaya çalıştığımız düşüncenin yanlış bir düşünce olduğundan hiçbir zaman emin olamayız; bundan emin olsak bile, onu boğmak gene de kötü olurdu. Her tartışmayı susturma, bir yanılmazlık taslamadır.
_Bir düşüncenin çürütülememiş bulunmasından dolayı doğru olduğunu varsaymakla, onun çürütülmesine izin vermemek amacıyla onun doğruluğunu kabul etmek arasında çok büyük fark vardır. Eyleme koymak için bizim bir düşüncenin doğru olduğunu varsaymamızı haklı kılan esas koşul, başkalarının bizim düşüncemizin aksini söylemek ve onun yanlışlığını kanıtlamak bakımlarından tam özgürlüğe sahip bulunmalarıdır; bundan başka bir koşul altında insani özellikleri olan bir yaratığın elinde haklı olduğuna dair akla uygun herhangi bir güvence yoktur.
_Yanılmazlık taslama dediğim şey, bir öğretiden emin olma hali değildir. O sorunu başkaları için, hem de onların aleyhte söylenebilecek şeyleri duymalarına izin vermeksizin, karara bağlamaya girişmektir. Bir kimse, kendi ülkesinin veya çağdaşlarının genel uslamlamasının desteğine sahip olan bu şahsi uslamlamaya uyarak, o düşüncenin lehindeki kanıtların dinlenmesini yasaklarsa. yanılmazlık taslamış olur. Bu iddiayı -benim en kutsal düşüncelerimin yararına da ileri sürülse- yine kabul etmem, tamamen reddederim. Bir kuşağın insanları sonraki kuşaklarda hayret ve nefret uyandıran o korkunç yanılgıları tamamiyle işte bu koşullarda işlemişlerdir. Tarihin unutulmaz örneklerini yasanın kolunun en seçkin insanların kafalarını koparmak ve en yüce öğretileri kökünden sökmek için kullanıldığı zamanlarda buluyoruz. Bir tanrıya inanma, sizin, ondan emin olmanın yanılmazlık taslama olacağını saydığınız düşüncelerden biri midir?
_Bu çağın insanları, düşüncelerinin doğru olmasından çok, asıl o düşünceler olmazsa ne yapacaklarını bilmediklerinden emindirler. Bir düşüncenin bütün saldırılardan korunması iddiaları, o düşüncenin doğruluğundan çok onun toplum için olan yararına ve önemine dayanmaktadır. Sık sık ortaya atılan ve daha da sık olmak üzere düşünülen bir konu da, bu sağlam inançtan ancak kötü insanları zaafa uğratmak isteyebilecekleridir; kötü insanlara sınırlar koymakta ve yalnız bu gibi insanların yapmak isteyebilecekleri şeyleri yasak etmekte kesinlikle yanlış bir yön olamayacağı düşünülür. Bu düşünce biçimi, tartışmaya sınırlar konmasını haklı gösteren nedeni, öğretilerin doğruluğu değil yararlılığı sorunu haline sokar; böylelikle de düşünceler arasında yanılmaz hakimlik yapmak iddiasının sorumluluğundan kurtulduğunu sanır.
_Bir düşüncenin doğruluğu, onun yararlılığının bir parçasıdır. Bir önermeye inanılmasının arzuya değer olup olmadığını anlamak istediğimizde, onun doğru olup olmadığını düşünce dışı bırakmamız mümkün müdür? Gerçeğe aykırı olan hiçbir düşünce, kötü adamların değil, en iyi insanların düşündüklerine göre, gerçekten yararlı olamaz. Söz götürmez doğrulukta diye kabul edilen düşüncelerin tarafını tutanlar, hiçbir zaman bu savunmadan olabildiğince yararlanmaktan geri durmazlar; onların yararlılık sorununu sanki doğruluk sorunundan ayrılabilirmiş gibi ele aldıklarını görmezsiniz; aksine her şeyden önce onların öğretisi «:gerçek» olduğu içindir ki onun doğru kabul edilmesi ya da ona inanılması bu kadar çok gerekli sayılıyor.
******
*_Gerçekten daha üstün bir gerçek_
_Gerçekten daha üstün bir gerçek var olduğu takdirde, insanın aklı onu alabilecek duruma geldiği gün onun da bulunacağını umut edebiliriz. Arada geçecek zaman süresince de gerçeğe yaklaşmanın kendi zamanımızda mümkün olan kadarını elde etmiş olduğumuza güvenebiliriz. Yanılabilir bir yaratığın elde edebileceği işte bu kadardır ve onu elde etmenin tek yolu budur.
_Gerçek ancak karşıt düşüncelerin çarpışması sonucu tam gerçek olur.
_Bizler kendi fikirlerimizin doğruluğundan emin olamayacağımız için, bir fikri susturduğumuzda gerçeği keşfetme şansı yitirilebilecektir. Aynı zamanda bir fikri susturmak, yanılmazlığımızı var saymaktır. İkinci olarak susturulan fikir gerçeğin bir parçası olabilir. Her bir görüş gerçeğin bir yönünü ifade etmektedir ve farklı görüşlerin çatışması tüm gerçeğin keşfedilmesi ihtimalini doğurur. Farklı fikirler susturulmamalı çünkü hâkim bir görüşe karşı herhangi bir karşıtlık olmadığında, bu belli açılardan zararlar da getirecektir. Herhangi bir tartışmanın olmayışı nedeniyle öne sürülmüş görüş, bir dogma halini alacak ve bireylerin eylemlerini etkilemedeki güç ve canlılığını yitirecektir. Dahası bu, içten gelen yeni fikirlerin gelişimine de engel olacaktır.
_Gerekçelerle desteklenmeyen bir davranış kuralı üzerine bir fikir, yalnız bir tek kişinin tercihi sayılabilir; gösterildiği zaman da, eğer bu sebepler başka kimselerin buna benzer tercihlerinin tanık gösterilmesinden ibaretse, bu yine, bir kişinin yerine, sadece birçok kişinin arzusu olur.
_Önceden doğru diye kabul edilen bir düşünceye karşı çıkan kimseler varsa, bundan dolayı kendilerine teşekkür edelim; onları dinlemek üzere can kulaklarımızı açalım; ve eğer inançlarımızın gerek kuşkudan uzak oluşunun ve gerekse canlılığının gözümüzde bir değeri varsa, böyle kimseler bulunmasaydı çok daha büyük bir emekle kendimizin yapmak zorunda kalacak olduğumuz bir şeyi bizim yerimize yapan biri var diye sevinelim. Örneğin Sokrates, önceden doğru sayılan düşüncenin basmakalıp deyimlerini konuyu anlamadan kabul edivermiş bulunan -kabul ettiği öğretilere hiçbir belirli anlam vermemiş olan- her bireyi ikna etmek amacına yöneltilmişti; amaç, onun kendi bilgisizliğinin farkına vardırarak, öğretilerin hem anlamlarını hem kanıtlarını açık bir biçimde anlama temeli üzerine kurulmuş kararlı bir inanç elde edebilmesine yol açmaktı.
_İşkence, gerçeğin geçmesi gereken güç bir sınav olduğunu, her zaman da bundan başarıyla geçtiğini, çünkü yasal cezaların, zararlı yanılgılara karşı bazen yararlı bir biçimde etkili olsalar da, sonuçta gerçek karşısında güçsüz olduklarını söylerler.
_(Keşfetmek) Dünya için, son derece önemli bir şeyi keşfetmek; ona herhangi bir maddi veya manevi önemi olan yaşamsal bir sorunda yanılmış bulunduğunu kanıtlamak, bir insanın soydaşlarına yapabileceği en önemli bir hizmettir. Hristiyanlığa da bu gözle bakmışlardır. İnsanlığa böyle olağanüstü yararlar sağlayanların bu hizmetlerine karşılık şehit edilmeleri, ödüllerinin en adi birer suçlu gibi davranış görmüş olması, bu kurama göre, insanlığın pişmanlıktan kafasını taşlara vurup ağlaması gereken bir yanılgı ve felaket değil, normal ve haklı gösterilebilecek bir durumdur. Bu öğretiye göre, ortaya yeni bir gerçek koyan kimse, tıpkı Lokridyalıların mevzuatınca yeni bir yasa öneren bir kimsenin durduğu gibi, boynuna -halk meclisi onun ileri sürdüğü sebepleri dinledikten sonra önerisini hemen oracıkta kabul etmediği takdirde derhal sıkılmak üzere- bir idam ipi dolanmış bir halde durmalıdır. İyilik yapanlara bu biçimde davranılmasını savunanların iyiliğe fazla değer verdikleri düşünülemez. Kanımca da bu bakış açısı en çok, yeni gerçeklerin bir zamanlar istenmiş olabildiği ama artık bunların yeterince bulunduğunu düşünen türden kimseler içindir.
_Yasal cezaların başlıca zararı, toplumsal utancı güçlendirmesidir. Kamuoyu, bu konuda yasa kadar etkilidir. İnsanlar hapsedilebilecekleri gibi ekmeklerini kazanma olanaklarından da yoksun bırakılabilirler. Ekmekleri zaten güvenlik altında olup da iktidarda bulunan insanların ya da kuralların veya halktan hiçbir beğeni beklemeyen kimselerin her türlü düşünceleri açıkça söylemekten hiçbir korkuları -toplum tarafından kötü kişi sayılmaktan ve yerilmekten başka korkacakları hiçbir şey yoktur; bu ise onlarda buna katlanabilmeleri için pek kahramanca bir karaktere lüzum göstermese gerektir.
_Gerçek_
_(Gerçek; somut ve nesnel olarak var olan, kanıtlanabilen, akla uygun; uydurma, hayal ya da düşünce olmayıp fiili olarak olan şeydir.)
_Gerçek, yaşamın tüm günlük konularında, karşıtları uzlaştırma ve yaklaştırma sorunudur ki bu ayarlamayı dürüstçe yapabilecek çok az kişi vardır ve bu hasım tarafların arasındaki bu boğuşmanın sert yöntemlerle yapılması gereklidir.
_Gerçek, tüm taraflar için dürüst ve eşit koşullarla mücadele olanağı ancak düşüncelerin çeşitliliği sayesinde var olabilir. Genelin düşüncesi doğru bile olsa, şu olasılık her zaman vardır: Genel düşünceden ayrılanların da kendi lehlerinde söyleyecekleri dinlenmeye değer bir şeyleri olabilir; ve bunların susmasıyla gerçek, bir şeyler yitirebilir.
******
_Politik_
_Politikada iki karşıt güç vardır. Düzen partisi ve Yenilik partisi. Bunlardan her ikisinin, sağlıklı bir siyasal yaşamın zorunlu ögeleri olduğu hemen herkesçe kabul edilir; bu zorunluluk, bu partilerden birinin kendi düşünsel kavrayışını zenginleştirip bir hem düzen, hem ilerleme partisi haline gelecek ölçüde genişletilmiş olacağı zamana kadar sürecektir. Bu düşünce biçimlerinin her biri, kendi yararlılığını ötekinin eksikliklerinden alır; fakat bunların her birini mantık ve akla uyguluk sınırları içinde tutan şey, büyük bir oranda, ötekinin karşıtlığıdır. Demokrasiyle aristokrasinin, mülkiyetle eşitliğin, işbirliğiyle rekabetin, lüks yaşamayla tutumun, toplumsallıkla bireyselliğin, özgürlükle disiplinin her birine taraftar olan düşüncelerle günlük yaşamın var olan diğer zıtlıkları, eşit özgürlükle ifade edilmedikçe, aynı yetenek ve enerjiyle desteklenmedikçe ve savunulmadıkça, her iki ögenin de, haklarını elde etmeleri olasılığı asla yoktur: Kesinlikle terazinin kefesinin biri yukarı, diğeri aşağı gidecektir.
_Sokrates, zamanının ötesinde bir tinsel büyüklüğe sahip Kadir-i Mutlak’tır. Gelmiş geçmiş tüm yüksek düşünürlerin üstadı; tüm erdem hocalarının başı, felsefesinin iki pınarını oluşturan Platon ile Aristo felsefesinin kaynağı. Bu adam, hem onu hem o çağı en iyi bilenler tarafından, kuşaktan kuşağa bize kadar o çağın en erdemli insanı olarak aktarılmıştır ama ahlaksızlık ve kafirlik suçlamasıyla yargılanarak yurttaşları tarafından idama mahkum edilmişti. Sokrates’e öyle bir kafirlik ucubesi gibi davrandılar ki, şimdi ona uygun gördükleri davranıştan dolayı, asıl kendileri öyle sayılmaktadırlar.
_Yargı yetisi, insanlara, onu kullansınlar diye verilmiştir. Düşüncelerimizin yanlış olması olasılığı var diye hiçbir zaman bu düşüncelere göre harekete geçmeyecek olursak, bütün çıkarlarımızı yüzüstü ve bütün görevlerimizi yapılmamış bırakırız.
_İnsanlar arasında, akla uygun düşüncelerin ve davranış biçimlerinin genellikle üstün gelmesinin nedeni, akla uygunluğun üstünlük kazanması, insanın yanılgılarının düzeltilmesin mümkün oluşundan ileri gelmektedir. İnsanın, yanılgılarını tartışma ve deneme yoluyla düzeltmek yeteneği vardır. Salt deneme elvermez. Denemenin nasıl yorumlanacağını göstermek için, tartışma da olmalıdır. Eğer Newton felsefesinin bile tartışılmasına izin verilmemiş olsaydı, insanlar onun doğruluğu hakkında bugün duydukları kadar tam güven duyamazlardı. Şu halde insan uslamlamasının bütün gücü ve değeri bu tek özelliğe, yani yanlış olduğu zaman düzeltilebilmesine bağlı olduğundan, ona ancak onu düzeltme çareleri devamlı olarak elde bulundurulduğu zaman güven beslenebilir.
_İyilik kötülüğe; gerçek de zulme her zaman üstün gelir, sözü hoş yalanlardandır ve insanlar, birbiri ardınca bunu tekrarlaya tekrarlaya beylik bir lakırdı haline getirmişlerdir, ama bütün deneyler, onun doğruluğunu yalanlamaktadır. Tarih zulümle susturulmuş gerçek örnekleriyle doludur. Gerçek sonsuza dek yok edilmese de çağlarca geri atılabilir. Yalnız düşüncelerden örnek vermek gerekirse: Reform hareketi Luther'den önce en az yirmi kez patlak vermiş ve bastırılmıştı. Aykırıların hiç de bastırılamayacak kadar güçlü bir yığın oluşturdukları yerler bir yana, kıyıcılık her zaman başarılı olmuştur. Gerçeğin, salt gerçek olduğundan dolayı, zindana ve darağacına karşı, yanılgıda olmayan herhangi bir üstün gelici gücün olduğu düşüncesi, aşırı duygusallık örneğidir. İnsanların gerçeğe çoğu kez yanılgıya karşı olduğundan daha fazla heveslendikleri yoktur. Gerçeğin sahip olduğu asıl üstünlük şudur ki, bir düşünce doğru olunca, bir kez. iki kez ya da bir çok kez söndürülebilse de, yüzyılların akışı sırasında onu tekrar bulan kimseler genellikle bulunur. Sonunda onun tekrar ortaya çıkışı öyle bir zamana rastlar ki artık durum ve koşullara uygunluğundan dolayı, gerçek, yakasını kıyıcılıktan kurtarır ve sonraki bütün yok etme girişimlerine karşı koyabilecek kadar kök tutmuş olur.
_Denecektir ki, biz şimdi ortaya yeni düşünceler atan kimseleri artık öldürmüyoruz. Peygamberleri öldürmüş olan babalarımıza benzemiyoruz, Fakat henüz yasal kıyıcılık lekesinden bile sıyrılmış olduğumuzu sanmayalım. Düşünceye karşı ya da hiç değilse onun açıklanmasına karşı cezalar hali yasal olarak vardır.
_Tanrıya inanmayanların ahlaksız oldukları ve yeminlerinin de boş olduğu varsayımı, onu benimseyenlerin tarih konusunda çok bilgisiz olduklarını gösterir. Çünkü tarih, bütün çağlarda inançsızların büyük bir kısmının olağanüstü namuslu ve onurlu insanlar olduklarını kaydetmiştir. Bu, hem erdemleriyle, hem başarılanyla dünyada en büyük ün sahibi olanlardan ne kadar çoğunun inançsız olduklarının, hiç değilse yakın arkadaşlarınca gayet iyi bilindiğine dair en küçük bir fikri olan hiç kimsenin iddia edemeyeceği bir önermedir. Ayrıca bu kural kendini yok eden, kendi temelini yıkan bir kuraldır. Tanrıya inanmayanların yalancı olmaları gerektiği bahanesi altında, yalan söylemeye razı olan bütün tanrıyı yadsıyanların tanıklığını kabul edip, yalnız yanlış bir şeyi söylemektense nefret edilen bir inancı açıkça söylemeyi göze alanların tanıklığını reddeder. Böyle kendiliğinden saçmalıkla mahkum bir kural, belirtilen amacı bakımından, ancak bir kin nişanesi, bir kıyıcılık kalıntısı olarak yürürlükte tutulabilir. Adı geçen kural ve onun içerdiği teorem, inananlar için, hemen de, inanmayanlar için olduğundan daha az onur kıncı bir şey değildır. Çünkü ahirete inanmayan kimse, mutlaka yalan söylerse, bundan şu sonuç çıkar ki ahirete inanan kimseler yalan söylemekten salt cehennem korkusuyla alıkonmuşlardır. Bunlar gerçekten eski püskü bir takım zulüm kalıntilarından başka bir şey değildir; ve zulmetme isteğinin bir belirtisi olmaktan çok ingilizlerin anlayışında çoğu kez görülen o zayıflığın bir örneği diye düşünülebilir ki, bu zayıf!ık onlara, artık bir ilkeyi fiilen uygulamaya koymak isteyecek kadar kötü olmadıkları zaman onu yine dillerinden düşürmemekten, boş bir zevk aldırır.
_Şimdiki zamanda dini uyanış diye övünülen şey, dar ve kültürsüz kafalarda dinsel bağnazlığın yeniden uyanmasıdır. Geçmişin kötülüklerini tekrar canlandırmak girişimleriyle de sık sık dalgalandırılmaktadır. Bir topluluğun duygularında hoşgörüsüzlüğün esas sürekli mayasının var olduğu yerlerdeyse ki bu maya ülkemizin her zaman orta sınıflarında bulunur, bu insanları, onları zaten tam başı ezilecek yaratıklar saymaktan hiçbir zaman geri durmamış oldukları kimselere etkin bir şekilde işkence yapmaya kışkırtmak için küçücük bir sebep yeter. Çünkü bu ülkeyi bir düşünce özgürlüğü diyarı olmaktan çıkaran şey; insanların önemli saydıkları inançları reddeden kimselere karşı besledıkleri düşünceler ve benimsedikleri duygulardır.
******
_Tartışma ahlakı nasıl olmalı?_
_Bir düşüncenin ifade ediliş biçimi, üstelik bu düşüncenin kendisi doğru bile olsa, çok çirkin olabilir ve haklı olarak sıkı bir sansüre uğrayabilir.
_Tartışmanın hangi tarafı tutulmuş olursa olsun, yalan, kötülük, bağnazlık ya da hoşgörüsüzlük görülen her bireyi mahkum etmeli; fakat bu kusurları, bir kimsenin tuttuğu tarafa bakarak ondan -kaldı ki bu taraf kendininkine karşıt bile olsa- çıkarmamalı; kendisi hangi düşüncede bulunursa bulunsun, hasımlarını ve onların düşüncelerini -aleyhlerindeki hiçbir şeyi abartmadan, onların lehinde etkisi olan ya da olması akla gelebilen hiçbir şeyi saklamadan- dikkate almak ve dosdoğru söylemek rahatlığına sahip bulunan her bireye, layık olduğu onuru vermelidir-. Gerçi bu çoğu kez bozuluyorsa da, buna büyük bir ölçüde uyan birçok tartışmacı olduğu gibi, bu yönde yürekten çaba sarf eden daha da çok sayıda insan bulunduğunu düşünmek beni mutlu ediyor.
_Herkesçe doğru sayılan düşüncelere karşıt düşünceler kendilerini, ancak çok ölçülü ve ılımlı bir dil kullanarak ve gereksiz saldırıdan olabildiğince dikkatle kaçınarak dinletebilirler; bundan en küçük bir sapma bile onlara zarar ettirir; oysa egemen düşüncenin taraftarlarınca ölçüsüz şiddette dil kullanılması, insanların karşıt düşünceleri söylemelerine ve söyleyenleri dinlemelerine gerçekten engel olur. Böyle olunca, gerçek ve adalet adına, ötekinden çok bu tarafın şiddetli dil kullanmasına sınır koymak çok daha önemlidir. Örneğin, birinden birini seçmek gerekseydi, dinden çok ateistliğe karşı olan saldırıları yıldırmaya daha çok gereksinim olacaktı. Böyle olmakla birlikte, açıktır ki, bunların ne birini ve ne de ötekini sınırlamak yasanın ve otoritenin işi değildir; kamuoyu ise, her olayda kararını, tek tek her olayın durum ve koşullarına göre vermelidir
_Bir polemiğin yaratabileceği en kötü saldırı, karşıt düşünceyi tutanlara, kötü ve ahlaksız adamlar damgasını vurmaktır. Genel tarafından tutulmayan herhangi bir düşünceyi savunanlar bu çeşit iftiraya özellikle uğramaktadırlar, çünkü bunlar genellikle az ve etkisizdirler, bu yüzden onlara adil davranışta bulunulmasına kendilerinden fazla kimse ilgi göstermez; fakat sorunun niteliği gereği, bu silah, üstünlüğünü kurmuş bulunan bir düşünceye saldıranlara tanınmamaktadır; onlar bunu güvenlikle ne kendileri kullanabilirler ve ne de, eğer kullanabilselerdi, bu silah geri tepip onların kendi davalarını vurmaktan başka bir işe yarardı.
___
_Tartışma ve Düşünce_
_Farklı düşünceleri güçten düşürmek için, özgür tartışmalar engellenir. Bu bir tür düşünce yobazlığı ve zihin tutsaklığı’dır.
_Tartışma olmayınca, düşüncenin bizzat anlamı bile unutulur. Onu anlatan kelimeler artık düşünceleri iletmez olurlar. Canlı bir anlayış ve yaşayan bir inanç yerine salt papağan gibi ezberlenmiş birkaç sözün yalnız dış kabuğu kalır, güzel özü yiter.
_Hiç tartışılmamış ve kanıtlanmamış düşüncelere inananlar, onu benimsemiş olduklarından değil, miras kaldığından kabul etmişlerdir. Sonunda o inancın, insanoğlunun iç yaşamıyla artık hemen hemen hiçbir ilişiği kalmaz olur. İnanç sanki beynin dışındaymış gibi kalır; beyni, anlayışımıza ve kalbimize seslenen bütün diğer etkilere karşı kabuk bağlamış ve taş kesilmiş bir hale koyar. Gücünü yalnız anlayışımıza hiçbir yeni ve canlı inancın girmesine tahammül etmemekte gösterir; fakat kendisi de, kafa ve yürek içirı, hep boş kalsınlar diye başlarında nöbet beklemekten başka hiçbir şey yapmaz artık.
_Hemen hemen tüm ahlaki öğretilerin ve dini inançların yayılmasında bu durum görülür. Hepsi, onları ilk yaratmış olanlarla bu müritlere doğrudan doğruya müritlik etmiş kişilerin gözünde anlam ve canlılık doludur. Sonunda ya üstünlük kazanarak hoş düşünce halini alır, ya da ilerlemesi durur. Kazanmış olduğu alanı korur fakat artık daha fazla yayılmaz olur. Öğreti artık, doğruluğu apaçık sayılan bir düşünce olmasa bile, kabul edilen mezheplerden ya da düşünce sistemlerinden biri olarak yerini almıştır. Bütün inançların öğretmenlerinin, sık sık, inananların görünüşte kabul ettikleri doğruyu, duygulara sinerek insanın davranışı üzerinde gerçek bir egemenlik kazanacak şekilde, onların kafalarında canlı bir anlayış halinde tutmanın zorluğundan acı acı yakındıklarını işitiyoruz. İnancın henüz kendi varlığı için savaştığı sıralarda hiç böyle bir güçlükten yakınılmaz. O zaman zayıf savaşçılar bile uğrunda savaştıkları şeyin ne olduğunu ve onunla diğer öğretiler arasındaki ayrımı bilirler ve hissederler. Fakat o inanç bir kalıtsal inanç, aktif olarak değil de pasifçe kabul olunacak bir inanç halini alınca yani beyin kendi inanışının ona sunduğu sorunlar üzerinde yaşamsal güçlerini kullanmaya artık başlangıçtaki kadar zorlanmaz olunca, o inancın dış biçimlerinden başka her şeyini unutmaya doğru, ya da o inancı güven üzerine kabul etmek sanki onu bilinçli olarak anlamak ya da onu kişisel deneyden geçirmek gereğinden insanları kurtarırmış gibi, onu anlamadan ve kafa işletmeden onaylamaya doğru gittikçe artan bir eğilim ortaya çıkar.
_Genel görüşten farklı ve aykırı düşünceleri bir rahatlığa kavuşturmak için ödenen karşılık, insan beyninin bütün tinsel yürekliliğini gözden çıkarmaktır. Yasaktan en çok zarar gören, aykırıların düşünceleri değildir. Yapılan en büyük zarar, aykırı olmayanlara ve aykırılık korkusuyla tüm düşünsel gelişmelerine tutukluk ve akıllarına yılgınlık gelen kimseleredir. Düşüncelerini ilkelerin tehlikeli alanına girmeden konuşulabilecek şeylere yôneltirler; yani, ancak insanların kavrayışları güçlendıği ve genişlediği takdirde düzelebilecek ve o zamana kadar fiilen asla düzelmeyecek olan küçük pratik sorunlarla uğraşmakla yetinirler; ama öte yandan, insanların anlayışlarını güçlendirip genişletebilecek olan şey, yani en yüksek konular üzerinde özgür ve atılgan düşünceler bir yana bırakılır.
_Parlak bir geleceğe aday olup da, kendilerini dinsiz ya da töresiz sayılabilecekleri bir duruma düşürebilir korkusuyla atılgan, güçlü ve bağımsız bir düşünce silsilesini sonuna dek izlemeye cesaret edemeyen ürkek yapılı bir yığın aydın arasında dünyanın neler yitirmekte olduğunu kim hesap edebilir? Bazen onlar arasında son derece insaflı, zarif ve ince anlayışlı bir adam görmemiz olanaklıdır ki, susturamadığı bir beyinle tüm bir yaşamı safsata yapmakla geçirir, kendi vicdanından ve aklından gelen sesleri klasik anlayışlarla uzlaştırmaya uğraşmakta harcamadığı ustalık kalmaz da, sonunda belki onları yine uzlaştırmayı başaramaz.
_Köklü bir düşünceye sahip olan bir kimse, düşüncesinin yanlış olabilmesi olasılığını ne kadar istemeye istemeye kabul eder olsa da şu düşünceyle hareket etmelidir ki, kendi fikri ne kadar doğru olursa olsun, eğer tamamen sık sık ve korkusuzca tartışılmazsa, ona canlı bir gerçek diye değil, ölü bir dogma olarak inanılır.
_Bir sınıf insan vardır ki bunlar bir kimsenin, kendilerinin doğru diye düşündükleri şeyi kuşkulanmadan kabul edivermesini yeterli sayarlar; isterse o kişi bu fikrin dayanakları üzerinde hiçbir bilgiye sahip bulunmasın ve onu en güzel itirazlara karşı bile tutarlı bir biçimde savunmak gücünden bile yoksun olsun. Bunların etkilerinin egemen olduğu yerde, gerçi kabul edilen fikrin düşünmeden ve bilinmeden reddedilmesi gene mümkünse de, onlar bunun akıl ve insaf çerçevesinde reddedilebilmesini hemen hemen olanaksız kılarlar; çünkü tartışmaya kapıyı tamamen kapamak seyrek olarak mümkündür ve tartışma bir kez içeri girdi mi de, iknaya dayanmayan inançlar, tartışmaya benzeyen en hafif şeyi karşısında dikiş tutturamamak eğilimindedirler. Gerçek böyle biliınmez. Gerçek, ona bu şekilde inanılınca, boş inanlara –bir gerçeği ifade eden kelimelere rastlantı sonucu sarmaşık gibi dolanmış- bir boş inan daha katmaktan başka bir şey olmaz.
_İnsanların özgür tartışma lehindeki kanıtların sağlamlığını kabul edip de o kanıtların her olaya uygulanmasına karşı çıkmaları gariptir. İnsanların, kuşkulu olabilmesi olasılığı bulunan bütün konularda mutlaka serbest tartışamaların var olmasını kabul etmiş olup da belirli bir ilke veya öğretinin -onun doğru olduğundan kendileri kesinlikle emin olduklan için- tartışılmasının yasak olması gereğini düşündükleri zaman kendilerinin yanılmazlık taslamadıklarını hayal etmeleri tuhaftır. Eğer izin verilse bir önermenin kesinliğini kabul etmeyecek herhangi biri varken ve ona bu izin verilmezken herhangi bir önermeye doğrudur demek, bizim kendimizin ya da bizimle aynı görüşte olanların, doğruluğa karar verecek hakimler, hem de diğer tarafı dinlemeden karar verecek hakimler olduğumuzu sanmak olur.
___
_Düşünce farklılıkları_
_Düşüncelerin türlü türlü oluşunu yararlıdır.
_Duyuyla kavranmayan konularda, yaygın olan düşünceler çoğunlukla doğrudurlar, fakat bunların gerçeğin tamamını oluşturmaları enderdir, ya da hiç olası değildir. Bunlar gerçeğin birer parçası; bazen daha büyük bazen daha küçük bir parçası; fakat abartılmış, bozulmuş, birlikte bulunmaları ve onlarla çerçevelendirilmeleri gereken gerçeklerle olan bağları koparılmış bir parçasıdır.
_Aykırı düşünceler genellikle, o baskı altında tutulan ve ihmal edilen gerçeklerden bazılarıdır ki, bunlar, kendilerine başkaldırtmayan bağları koparıp atarak, ya geçerli düşüncenin içerdiği gerçekle bir uzlaşma ararlar ya da onun karşısına düşman olarak çıkar ve –benzer bir gerçek tekelciliğiyle- kendilerini gerçeğin bütünü diye ortaya koyarlar. Bu durum, insanoğlunun düşünüşünde tek yanlılık daima kural, çok yanlılıksa ayrıntı olagelmiş bulunduğundan, şimdiye dek en sık rastlanandır. Bundan ötürü düşünce devrimlerinde bile, çoğu kez gerçeğin bir kısmı doğarken bir kısmı da batar. Üste katılan bir şey olması gereken ilerleme bile, çoğunlukla sadece, kısmi ve eksik bir gerçeğin yerine bir başkasını koyar; gelişme, çoğu kez. Yeni gerçek parçacığının, yerini almakta olduğu parçadan daha çok istenen ve zamanın gerekler ne daha çok uydurulmuş bir parça olmasıdır. Doğru bir temele dayandıkları zaman bile, üstünlük kazanmış düşüncelerin kısmilik niteliği böyle olunca, geçerli düşüncenin ihmal ettiği herhangi bir gerçek parçasını içeren her düşünce -bu gerçek yanılgı ve şaşırma payı karışmış olursa olsun- çok değerli sayılmalıdır. Geçerli bulunan gerçek tek yanlı kaldıkça, geçerli olmayan gerçeğin de tek yanlı iddiacıları bulunacağını ve bunun da başka tür!ü olmasından daha çok istenecek bir şey olduğunu düşünecektir; çünkü çoğu kez en enerjik olanlar ve başkalarının isteksiz dikkatini, sanki gerçeğin bütünüymüş gibi ilan ettikleri bir gerçek parçasının üzerine zorla en çok çekebilecek olanlar böyleleri arasından çıkar.
_18. yüzyılda, tüm aydınlarla bunların yol gösterdikleri aydın olmayanlar kesiminin tümü, uygarlık denen şeyin ve çağdaş bilimin, edebiyatın ve felsefenin olağanüstülüklerine duydukları hayranlık içinde kendilerini yitirmiş bulunurlarken; ve çağımızın insanlarıyla eski zamanların insanları arasındaki benzemezlik ölçüsünü gereğinden çok fazla önemseyip aradaki farkın tümünün kendi lehlerinde olduğu kısmına kendilerini kaptırdıkları bir sırada; Rousseau'nun ortada birer bomba gibi patlayan aykırı düşünceleri, tek yanlı düşüncenin yoğun kitlesini paramparça edip ögelerini yeni katkılarla tekrar ve daha iyi bir biçimde bir araya gelmeye zorlayan ne kurtarıcı ve yararlı bir darbe olmuştur. Genel olarak, geçerli düşünceler gerçeğe Rousseau'nunkilerden daha uzak değildiler; aksine ona daha yakındılar; onlarda daha çok tanıtlı gerçek ve çok daha az yanılgı vardı. Rousseau'nun öğretisinde, işte kamuoyunda eksik olan ve bu öğretinin düşünsel akıntısında birlikte sürükleyip götürdüğü pek çok gerçek bulunuyordu; sular çekildiği zaman da, giden selden geriye bunlar kalmıştır. Yaşam sadeliğinin üstün değeri, yapay toplumun tuzaklarının ve ikiyüzlülüklerinin sinirlendirici ve ahlak bozucu etkisi, Rousseau'nun yazılarını yazdığı zamandan beri, kültürlü kafalardan hiçbir zaman eksik olmamış düşüncelerdir.
_Ciddi anlaşmazlıkların birbiri ardınca her sorunda ortadan kalkması, düşünce pekişmesinin zorunlu bir etkenidir; bu pekişme yanlış düşüncelerde ne kadar tehlikeli ve zararlıysa, düşüncelerin doğru olması durumunda o kadar yararlı bir şeydir. Bir gerçeğin akıllıca ve canlı biçimde anlaşılmasında -onu karşıtlara açıklamak veya onlara karşı savunmak gereksiniminin sağladığı- bu kadar önemli bir yardımcının yitirilmesi, o gerçeğin evrensel kabulündeki yarardan daha ağır basabilecek kadar zararlı olmazsa da, o yararın birçoğunu geri verdiren bir şeydir
_Hristiyanlık_
_Hristiyanlık, hor görülen Yahudilerin silik bir mezhebidir, tıpkı islam gibi. Hristiyan öğretilerin sıradan inananlar üzerinde hiç bir etkisi yoktur. İnançlıların sadece alışkanlıktan ileri gelen bir saygıları vardır. Her zaman övülüp de hiç tartışıldığını duymadıkları şeylere inanmaları gibi inanırlar. Bu dar kuram, uygulamada çok tehlikeli bir kötülük halini almaktadır. Düşünceyi ve duyguları yalnız dini olan bir örneğe göre kalıba dökmeye kalkışmakla; aşağı, iğrenç, kölelere yaraşır bir karakter örneği meydana gelecektir. Bu öyle bir karakter örneğidir ki, Tanrının Yüce İyiliği kavramına yükselmek ya da onu anlamak yeteneğinden yoksundur. Yüksek yaşamsal konularda, doğru diye kabul edilen ilkelerin bazıları hiç de gerçek değildir. Örneğin, Hristiyan ahlak. Kim ondan başka türlü bir töre öğretirse bütünüyle sapkınlıktır. Hristiyanlık, eksiklerini Eski Ahit'ten -yani, gerçekten iyi düşünülmüş, fakat birçok bakımlardan ilkel olan ve yalnız barbar bir halk için hazırlanmış bir sistemden- tamamlamadıkça, hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Hristiyan ahlakı denen şey bir tepkinin tüm niteliklerine sahiptir; büyük bir kısmı bakımından, putperestliğe karşı bir protestodur. İdeali, olumlu olmaktan çok olumsuzdur; aktif olmaktan çok pasiftir; soyluluktan çok masumluktur; enerjik bir biçimde iyiliği aramadan çok kötülükten kaçınmadır. Bu, esas olarak pasif bir boyun eğme öğretisidir. Hristiyan ahlakı denen, fakat daha çok teojik ahlak denmesi gereken şey, İsa'nın eseri değildir. Katolik Kilisesi tarafından yavaş yavaş kurulmuştur; her mezhep bunların yerine kendi karakterine uyan yeni şeyler eklemiştir. Yüce ruhluluk, yüksek düşüncelilik, kişisel onur ve hatta şeref duygusu, eğitimimizin dini kısmından değil, yalnız insani olan kısmından çıkmaktadır. En yüksek töre sisteminin temel birçok ögesi, Hristiyanlığın kurucusunun yazıya geçirilmiş bildirilerinde söz edilmemiştir ve bir kenara atılmış olan şeylerin arasında bulunmaktadır.
* * * * * * * * * * * *
_ GİRİŞ _
_Özgürlük_
*_Özgürlük, başkalarına bir zararı dokunmadan, kendi sınırları içinde, dilediği her şeyi yapabilme şeklidir. Özgür olmayı istememe özgürlüğü diye bir şey yoktur yani köle olmayı istemek, özgürlük değildir. Özgürlük ilkesi, insana böyle bir hak vermez. Özgürlüğünü bir başkasına devretmek, kendine efendi yaratmak, özgürlük değildir. Bir kişinin özgürlüğüne karışmak, sadece başkasına zarar vermesini engellemek içinse doğrudur. Başkalarına zarar vermeden bütün yaşam tarzları özgürce deneyimlenmeli, kişi istediği hayatı yaşayabilmelidir. Unutulmamalıdır ki, insanlık herkesin özgürce yaşamasına tahammül gösterdiği zaman, kişileri başkalarına hoş gelecek şekilde yaşamaya zorladığından daha büyük kazanç elde eder. Bir ilke olan özgürlüğün, insanlığın henüz tartışmayı bilmediği bir ortamda uygulanıp uygulanamayacağı meçhuldür. Özgürlüğün genel ilkeleri kabul edilmediğinde, özgürlük onu hak etmeyenlere verilir.
_Konu, irade özgürlüğü dedikleri özgürlilük değil; medeni ya da toplumsal özgürlüktür. Toplum tarafından birey üzerinde meşru bir biçimde kullanılabilen, iktidarın sınırlarıdır. Özgürlükle otorite arasındaki mücadele, tarihin en eski çağlarında, en göze çarpan özelliktir. Özgürlük denince bundan, politik egemenlerin zorbalığına karşı korunma anlaşılırdı.
_Dini özgürlük hemen hemen hiçbir yerde fiilen oluşmamışır. Aşağı yukarı bütün dindar insanların kafalarında, hatta en hoşgörülü ülkelerde bile, hoşgörü ödevi ancak kesin birtakım çekincelerle kabul edilmektedir.
_Negatif anlamda özgürlük (liberty) bir araçken, özerklik olarak özgürlük (freedom) bir sonuçtur.
*_Medeni olmayanları yönetmede istibdat yani baskı, meşru bir hükümet biçimidir. Yeter ki gaye onların düzeltilmesi olsun. Özgürlük, insanların serbest ve eşit tartışmayla düzelebilir hale gelmelerinden önceki herhangi bir durumda, asla uygulama yeri yoktur. O zamana kadar, onlar için, kesin olarak boyun eğmekten başka yapacak birşey yoktur. Zor kullanmak, insanların kendi yararlarına bir çare olarak kabul edilemez; yalnızca başkalarının güvenliği için haklı görülebilir.
_Bireyin eylemlerine müdahalede bulunulmasının yegâne meşru nedeni, onun diğer bireylere zarar vermesini önlemektir.
*_Özgürlükler, Devlet otoritesi yoluyla düzenlenlenebilir mi? Bu düşünce biçimi, etrafları güçlü düşmanlarla çevrili, sürekli olarak dış saldırı veya iç sarsıntıyla yıkılma tehlikesi içinde bulunan küçük cumhuriyetlerde güün çok kısa bir dönem için bile gevşetilmesi çok kolaylıkla ölümcül olabileceğinden, özgürlüğün yararlı ve kalıcı sonuçlarını beklemeyi göze alamadıklanndan kabule değer bulunmuş olabilir.
_Filozofların ve hükümdarlann en yumuşak huylusu ve en sevimlisi olan Aurelius, yüce bir görev duygusu içinde, Hristiyanlığa zulmedilmesini buyurdu.
_Her insana yaşamayı değerli kılan her şey, diğer insaların eylemleri üzerine birtakım sınırlar konmasına bağlıdır.
_Toplumsal düşüncenin, bireyin bağımsızlığına meşru müdahalesinin bir sınırı vardır. Bu sınırı bulmak ve onu saldırıya karşı korumak, vazgeçilmezdir.
_Uygar bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde, onun arzusuna rağmen kuvvetin haklı olarak kullanılabileceği tek amacın, başkalarına gelecek zararı önlemek olduğudur. Bir kimse bir şeyi yapmaya veya buna katlanmaya, salt böyle yapması onun hakkında hayırlı olacaktır diye, onu daha mutlu kılacaktır diye başkalarının fikirlerine göre böyle yapmak doğru olacaktır diye, haklı olarak zorlanamaz. Bunun haklı oiabilmesi için, onun yapmamasını istediğimiz davranışın bir başkasına zarar vereceği saptanmış olmalıdır. _Herhangi bir bireyin davranışından toplunu karşı sorumlu olabileceği kısım, o hareketin başkalarını ilgilendiren kısmıdır. Yalnız kendisini ilgilendiren kısmında, onun bağımsızlığı, hak olarak mutlaktır. Kendisi üzerinde, bizzat kendi vücudu ve beyni üzerinde birey, başına buyruktur.
_Bu öğreti, yetilerinde erginleşmiş olan insanlara uygulanmak üzere ortaya atılmıştır. Henüz başkaları tarafından gözetilmeye gereksinimi olanların, başkalarından gelecek zararlara olduğu kadar, bizzat kendi eylemlerine karşı da korunmalan gereklidir. Aynı sebepten dolayı, bizzat ırkın daha ergenlik çağına gelmemiş sayabileceği o geri toplum hallerini de düşünce dışı bırakabiliriz. Kendiliğinden ilerlemenin yolu üzerinde dikili ilk güçlükler çok büyüktür. Onları yenme yollarını seçme olanağı da pek yoktur ve içi ıslahat ruhuyla dolu bir yöneticinin, ihtimal başka türlü varılamayacak olan bir gayeye ulaştıracak her türlü çareyi kullanması uygundur.
_Vicdan özgürlüğünü, bütün dünyevi veya dinsel konularda, mutlak düşünce özgürlüğünü gerektiren, bilincin iç alanı girer.
_Özgürlüğü kendi karakterimize uyacak şekilde düzenlemek, başkalarının fikrince, bizim karakterimiz avanakça ters veya yanlış bile
olsa, yaptığımız şey kendilerine zarar vermediği sürece, beğendiğimiz biçimde davranmak özgürlüğünü gerektirir.
_Hükümetinin şekli ne olursa olsun, özgürlüklere saygı gösterilmeyen hiçbir toplum özgür değildir. Bu özgürlüklerin kayıtsız ve koşulsuz var olmadığı hiçbir toplum tam özgür değildir. Özgürlük denemeye layık biricik özgürlük başkalarını mutluluklarından yoksun bırakmaya ya da onların mutluluğa ulaşma çabalarına engel olmaya kalkışmadıız sürece, kendi iyiliğimizi kendi bildiğimiz yolda aramak özgürlüğüdür.
___
*_Çoğunluk Diktatörlüğü ve Zorbalığı:
_Kararlar çoğunluğun istekleri doğrultusunda alınırken, bireylere ve azınlıkta kalan vatandaşlara yönelik de faşist baskı uygulanır. Toplumsal zorbalık, bizzat ruhun kendisini tutsaklık altına aldığı için, bireye daha az kurtuluş yolu bırakır. Bundan dolayı, devlet yöneticilerinin diktatörlüğüne karşı korunma yeterli değildir. Egemen düşüncenin diktasına karşı da korunma gereklidir. Kendi düşüncesine uymayan herhangi bir kişiliğin gelişmesini kösteklemek, insanların hepsini toplumun örneğine uymaya zorunlu kılmak eğilimine karşı da bir korunma ister. Diğer diktatörlükler gibi, çoğunluk diktatörlüğü de, devlet yetkilileri eliyle uygulandığı için, sert bulunmakla birlikte kabul edilmekteydi.
_Çoğunluğun iktidar zorbalığı, öyle bir baskı ve korku yaratılır ki, bu korkuyu en zorba hükümdar bile yaratamaz. Çoğunluğun zorbalığını anlamak istiyorsak, dinler tarihinin zorbalığına bakmalıyız.
_Zorbalık ruhu, zorbalığa karşı bir direnme ruhu uyandırır. Ahlaki bir direnmedir bu. Başarısız kalırsa bunu fizik direniş izleyecektir.
_Azınlıklar için tehlike, çoğunluğun çıkarlarından değil, onların dinsel, siyasal ve ırkçı anti-partilerinden kaynaklanır ve Amerikan deneyleri, çoğunluk zorbalığının zorbaca bütün yasaları hiçe saymak biçimini alacağını doğrulamış görünüyor. New York halkı siyah yurttaşların okul ve kiliselerini yıkıp evlerini yağmaladı. Şiddet eylemlerine katılmayan bir insan kalabalığı da seyrederek eğleniyordu.
_Kötü olan bizzat aşrılıklann kendisi değildir. Kötü olan halk hükümetinden yardım almanın imkansızlığı. Parayla tutulmuş bir avuç katil, katliam gerçekleştirirken Paris halkının budalaca pasifliğinin bu katillerle özdeşleşmesidir.
_Tecrübe çoğunluğa başka despot iktidarlar gibi, hem uygar bir toplumun hem de barbarlığın, insanların malları ve canlarını keyfi biçimde alma özgürlüğünün yararlarına aynı zamanda sahip olamayacağını öğretecektir.
_Bizim korktuğumuz zorbalık –beden üzerinde zorbalık değil, ruh üzerindeki zorbalıktır.
_İnsanların bedenleri üzerinde mutlak iktidara sahip olan birinin, insanların düşünceleri üzerinde de iktidar talep etmeyeceğini var saymak olanaksızdır. Kendi ölçüsünden sapan düşünce ve duygulan (toplumsal baskı yardımıyla) kontrol altına almaya çalışmayacağını; gençliğin eğitimini kendi modeline göre biçimlendirmeye, kendisininkiyle çelişki içinde olan bir düşünceyi canlı tutmayı hedefleyen bütün kitapları. bütün okulları, toplum üzerinde ortak bir etki sağlamayı amaçlayan bireylerin bütün birleşmelerini ortadan kaldırmaya çalışmayacağını varsaymak olanaksızdır.
_Uzun bir zamandan bu yana ilerleme yolunda olan ya da her zaman büyük olmuş bütün ülkeler, bu ülkelerde egemen iktidara karşı. iktidarın türü ne olursa olsun –krallara karşı kilise, kiliseye karşı özgür düşünenler, baronlara karşı krallar, kral ve aristokrasiye karşı halk- örgütlü bir muhalefet olduğu için büyük olmuşlardır. Büyük adamlann hemen hepsi böyle bir muhalefetin parçasıydılar. Böyle bir çatışmanın yerini yenisinin almadığı yerde toplum, ya Çin hareketsizliği içinde donmuş ya da çözülmüştür.
___
*_Halk, “Efendi” olmalı ve seçilen vekiller ise “Vasıflı Hizmetçiler” olarak istihdam edilmelidir. Eğer hükümeti belirlemede, halkın eğitimli-eğitimsiz tüm üyelerinin eşit söz sahibi olmasını kabul edecek olursak, toplumun geleceğini, “Cehaletin” kaprislerine mahkum etmemiz anlamına gelecektir. Çözüm olarak Mill Elitist bir yaklaşımla çoğul oy sistemidir. Bu sistem eğitimli kişilerin hükümetin belirlenmesi sürecine daha fazla etkide bulunmasına imkan sağlamaktadır. Yönetilenlerin tamamının yönetimde söz sahibi olması önemlidir. Siyasal meselelere katılımdan tamamıyla dışlanmış bir kimse vatandaş değildir. Fakat, herkes eşit söz hakkına sahip olmalı mıdır? Bu tamamıyla farklı bir önermedir ve kanımca. Açıkça yanlıştır. Kendisini ilgilendiren hiç bir meselede, işlerinin yönetimini daha az bilgi ve zeka sahibi biri yerine bunlara daha fazla sahip olan birisine bırakmayacak bir kimse yoktur.
_Thomas Paine, Yönetimin İlk İlkeleri Üzerine Tez adlı eserinde seçim ve temsile dayalı yönetim ile soya dayalı yönetim arasında ikili bir ayrım yapar. Bunlardan seçim ve temsile dayalı yönetim, halkın haklarına dayanırken, soya dayalı yönetim gaspa dayanmaktadır. Paine’e göre, temsili yönetim, halkı oluşturan fertlerin eşit hakları üzerinde yükselir. Buna göre, Paine temsilcilerin seçiminde, eğitimli eğitimsiz her bireyin sadece bir oya sahip olması gerektiğini ileri sürer.
*_İktidarı elinde tutmaktan duyulan gurur ve iktidarı kullanmaktan sağlanan kişisel çıkar ne olursa olsun, iktidarı elinde tutma bir sınıfla sınırlı olmayıp, erkek cinsinin tümünü ilgilendirmektedir. Bu iktidarın özlemi her eve sızmıştır, her aile babasının, her erkeğin gönlünde yatar. Bu öyle bir iktidardır ki, köylü de bu iktidardan, en üst mertebedeki soylu kadar eşit bir pay alır. Aynca bu durumda iktidar hırsı en üst düzeyine varmıştır çünkü bu iktidarı isteyen herkes onu, kendisine en yakın olan, hayatını birlikte geçirdiği, onunla en fazla ortak şeyi paylaşan yani otoritesinden bağımsızlaşacak olsa kişisel tercihlerini en çok etkileyecek olanlar üzerinde kullanmak ister.
___
_Karakter_
_Modem ahlaki ilke, yalnızca davranışın saygıya değer olduğudur. İnsanlar ne olduklarına göre değil, nasıl davrandıklanna, ne yaptıklarına bakılarak saygıya değer bulunacaklardır. İktidar ve otoriteye hak kazanmanın tek yolu, doğuş değil; Hak etmedir. Eğer, kişiye, ne kadar geçici olursa olsun, başka birisi üzerinde otorite kullanma hakkı verilmese, toplum bir elden verdiğini, öbür elden geri almak zorunda kalmazdı. Karakter üzerinde kaba kuvvet yasasının izlerini silmek ve yerine adaletin yasalarının egemenliğini koymak için eğitim ve uygarlığın tüm çabaları düşmanın kalesine saldırmadıkça, yüzeyde kalacaktır.
_Entelektüel ve estetik hazlar, bedensel/fiziksel hazlardan daha üstündür.
_Arzuları ve dürtüleri kendisine ait olan bir kimsenin karaktere sahip olduğu söylenir. Arzu ve dürtüleri kendisinin olmayan birinin karakteri de yoktur ve bir buhar makinesinin karakteri ne derecede varsa, onunki de o kadardır
_Geleneklere uygun olsun diye bir şey yapan kişi, tercih yapmış olmaz. Bu şekilde ne ayırt etme pratiği doğrultusunda ne de en iyiyi arzulamasında herhangi bir kazanımı olacaktır. Tıpkı bedenin, kas gücünün ancak kullanıldığında gelişim göstermesi gibi mental ve ahlaki melekelerinin gelişimi de kullanılmalarıyla mümkündür.
___
_Devlet_
*_Toplumun daha güçsüz vatandaşlarını, sayısız akbabalara yem olmaktan korumak için, öbürlerinin yükselmesini önlemekle görevli, onlardan daha güçlü bir avcının bulunması gerekliydi. Fakat akbabaların en büyüğü de sürünün üzerine çullanmaya meyilli olduğundan onun gagasına ve pençelerine karşı da olabildiğince savunma halinde bulunmak mutlaka gerekliydi. Onun için iktidara sınırlar koymak gerekti. Onların özgürlükten kastettikleri şey, işte bu sınırlama idi. Buna iki yoldan erişildi. Birincisi, özgürlükler denen bir takım dokunulmazlıkları yerleştirmekti. Yönetenin bu haklara müdahalesi, görevini kötüye kullanmak sayılır. Bu durumda belirli direnişler veya genel ayaklanma hakkı doğardı. Bir ikinci çare anayasal denetimler getirilmesiydi yani bir meclisin onayını almak.
_İnsanlar bir efendi tarafından yönetilmekten hoşnut oldukları sürece, istemlerini bu noktadan öteye götürmediler. Zamanla devletteki çeşitli makam sahiplerini, diledikleri zaman görevden alabilecekleri birer ücretli memur haline getirmek çok daha uygun göründü. İktidarı sınırlama, çıkarları halkın çıkarlarına zıt olan yönetenlere karşı bir önlemdi. Halkın bizzat kendi iradesine karşı korunmaya gereksinimi yoktu. Onun kendine zorbalık yapması düşünülemezdi.
_Kendi kendini yönetme de her bireyin kendi tarafından yönetilmesi değil, bütün diğer kimseler tarafından yönetilmesidir. Üstelik halkın iradesinin gerçekte ifade ettiği mana, halkın en çok sayıda olan kısmını iradesidir. Bunun sonucu olarak halk, bir kesimi üzerinde baskı uygulamak isteyebilir; diğer herhangi bir iktidarın kötüye kullanımına olduğu kadar buna karşı da önlemler gereklidir. Onun için, hükümetin bireyler üzerindeki yetkisinin sınırlandırılmalıdır.
_Devletin varlığı ve ona itaat bir sosyal sözleşme ile açıklanamaz. Siyasal otoriteye itaatin temelinde yine fayda vardır. Devletin temel fonksiyonu bireylerin özgürlüğünü garanti altına almaktır. Devlet vatandaşların ebeveyni değildir. Siyasal otorite mutluluğa ulaşma yolunda bireylere nasıl bir yaşam sürdürmeleri gerektiğini söyleyemez. Onları belli bir eğitime tabi tutarak erdemli, mutlu bireyler yaratmaya kalkışamaz. (Hobbes, Locke ve Rousseau gibi düşünürlerden ayrılır.)
*********
Devamı yorumda